Resûlullah Efendimiz vefât ettiğinde, halife seçilen Hazret-i Sıddîk insanlara şöyle hitâb etti:

“Ey insanlar! En sâlihiniz olmadığım hâlde sizin başınıza halîfe seçilmiş bulunuyorum. Şayet vazifemi hakkıyla yaparsam bana yardım ediniz! Yanlış hareket edersem beni îkâz ediniz! Doğruluk, emin bir şahsiyet olmanın göstergesidir. Yalan ise hıyânettir. Zayıf olanınız hakkını alıncaya kadar benim yanımda en güçlünüzdür. Güçlü olanınız da kendisinden hak sahibinin hakkını alıncaya kadar benim nazarımda en zayıfınızdır.

Bir millet Allah yolunda cihâdı terk ederse zillete dûçâr olur. İnsanlar arasında kötülük yayılırsa Allah o millete umûmî bir belâ verir. Allâh’a ve Rasûlü’ne itaat ettiğim müddetçe bana itaat ediniz! Şayet Allâh’a ve Resûlü’nün emirlerine riâyette kusur gösterirsem bana itaat etmeniz söz konusu olamaz. Haydi, namazımızı kılalım, Allâh’ın rahmeti üzerinize olsun.”

Hazret-i Ebûbekir daha sonraki bir hutbesinde de şöyle buyurdu:

“Vallâhi benim hiçbir gün ve gecede kesinlikle idâreciliğe arzu ve rağbetim olmadı! Allah Teâlâ’dan ne gizlice ne de açıktan böyle bir şey istemedim! Lâkin insanların başıboş kaldığı o ortamda fitne çıkmasından korktum. (Mes’ûliyet endişesiyle vazifeyi kabûl ettim.) Yoksa idârecilikte benim için rahat yoktur. Boynuma öyle büyük bir iş yüklendi ki, Allah Teâlâ’nın yardımı olmadan onu yapacak ne gücüm var ne de imkânım! Şu anda benim yerimde, idârecilik hususunda insanların en kuvvetlisinin bulunmasını ne kadar isterdim!

Resûlullah Efendimiz’in vefâtından bir ay sonraki bir hutbesinde ise Ebûbekir (r.a.) şöyle buyurdu: “Arzu etmediğim hâlde hilâfet vazifesine getirildim. Vallâhi, benim yerime bir başkasının bu vazifeyi üzerine almasını ne kadar isterdim! Dikkat edin! Benden, size Resûlullah gibi davranmamı beklerseniz, buna gücüm yetmez! Zira O, Cenâb-ı Hakk’ın kendisine vahiy ikram ettiği ve yanlışlardan mâsum kıldığı bir zât idi. Ben ise sizin gibi bir insanım, herhangi birinizden daha hayırlı da değilim. Beni murâkabe/kontrol edin, istikâmet üzere olursam bana tâbî olun, ayağım kayarsa beni düzeltin!..”

Hz. Ömer, camide hutbe irad ederken bir ara cemaate sorar: “Eğer ben eğrilirsem ne yaparsınız?” Cemaatten bir Müslüman cevap verir: “Seni kılıçlarımızla doğrultmasını biliriz!”

Bu cevap onu çok ama çok sevindirir. Secdeye kapanır ve “Allah’ım, Sana hamd olsun. Ömer eğrildiği zaman bu cemaat içinde onu düzeltecek kişiler var.” diyerek Allah’a şükreder.

Bir gün Halife Ömer radıyallahu anh hutbede, “Dikkatli olun, kadınların mehirlerini artırmayın.” dedi. Bunun üzerine yanakları esmer kırmızısı bir kadın, hemen söze karıştı ve şöyle dedi: “Bu, senin görüşün mü; yoksa Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’den mi duydun? Biz, Allah Teâlâ’nın kitabında senin söylediğinin aksini buluyoruz. Allah Teâlâ, şöyle buyuruyor: “Eğer bir kadını boşayıp yerine başka bir kadını almak istiyorsanız, ilkine kantar yükü altın vermiş de olsanız hiçbir parçasını geri almayın.” (Nisâ, 4/20) Ömer (ra), bir ara şaşkınlaştı ve şöyle dedi: “Herkes Ömer’den daha anlayışlı; evlerindeki kadınlar bile…”

Şimdi bu okuduklarımıza uygun konuşacak kim kaldı? Bu şecaat ve hikmet var mı biz de? Sahte alkışlar ve çığlıklar sakın bizi kandırmasın?

ARAF SURESİ 129.  Mûsâ ise, şöyle dedi: "Hele biraz daha sabredin. Umulur ki, Rabbiniz düşmanlarınızı imha eder de, onların yerine sizi hakim kılıp nasıl hareket edeceğinize bakar."

YUNUS SURESİ; 13. 14. Sonra onların peşinden, nasıl davranacağınızı görmek için, bu dünyada onların yerine sizi geçirdik.

Yaşadığımız dünya,  gerçeklerden ne kadar da uzak kalmıştır. Gözümüzle asr-ı saadete bakarken, kulağımızla duyduklarımız bizi mağlup etmektedir. Kaybettiğimiz dünya ve nimetleri değil belki de cennetimizdir.