Değerli okuyucular, 
Geçen aylardaki yazılarımızda Gaziantep ve Urfa-Halfeti gezilerimizden izlenimlerimizden bahsetmiştik.
İyi bir gezgin sayılmasak da iyi bir yürüyüşcüyüzdür.
Bir yeri tanımanın en iyi yoludur yürümek.
Mümkünse gezi bölgesinin tamamını arşınlar, yeni insanlar tanımaya çalışırız.
Rastgele bir esnafa girer, selamlaşır, kendimizi tanıtıp konuşur veya konuşmaya çalışırız.
Çok zevklidir bu.
Yerel müziğin örneklerinden hoş olan bir kaçını seçer alırsınız, yine yerel gıda pazarlarını gezmek çok keyiflidir.
Özgün ürünlerini görürsünüz. Tadarsınız.
Yola, yolculuğa dayanabilir olanları satın alırsınız.
Oracıkta sevdiklerinizi, eş dostu hatırlar onlara da bir şeyler alırsınız. Bu arada onların bazılarının nasıl öncelikle aklınıza düştüğünü görürsünüz.
SEYAHAT...
Bir yerde okumuştum: “ Seyahat etmek, hayal gücümüzü gerçeklerle dengeler ve bazı şeylerin nasıl olabileceklerini düşünmek yerine, onları oldukları gibi görmemizi sağlar. “
Eskiden bir söz vardı: “ – Yediğin içtiğin senin olsun, gördüklerini anlat! “
Bugün ise gördükleriniz de yedikleriniz, içtikleriniz de soruluyor, anlatılıyor.
Değişik yerlerin kültürlerini, geleneklerini, bunları yaşayanları, yaşayan insanların duygularını anlamaya çalışmak, aktarmak, paylaşmak çok güzel oluyor.
Her gezi duyarlılığınızı arttırıyor.
Hoşgörünüzü arttırıyor.
Keşfetme, yeni şeyler bulma, görme heyecanını yaşatıyor.
Üretici yönünüzü arttırıyor.
Önyargılarınızdan sıyrılıyorsunuz.
Ufkunuz genişliyor. Bilinçleniyorsunuz.
Yoruluyorsunuz, dinleniyorsunuz.
HASILAT...
Gezdiğiniz bölgenin orjinal küçük boyutlu hatıra eşyaları ile dönersiniz.
Bir köşe oluşur evinizde.
Küçük bir dünyayı taşırsınız koltuk altınızda.
Bölgeye göre değişir dönüş torbalarınızın içndekiler: Bazen Maraş’ın tarhanası, bazen Antep’in fıstığıdır yükünüz.
Bazen bir yerlerin peyniri, kuru inciridir, üzümüdür.
Ama hep mutluluktur, neşedir, paylaşma keyfidir torba ile getirdikleriniz.
DİRENİŞ...
Yurtiçi gezileriniz boyunca geleneksel ürünlerin, lezzetlerin yabancı ürünler karşısında dimdik durduklarına, şanlı direnişlerine tanık olabilirsiniz.
Batılı şirketler düşüne dursunlar: “ – Bu Türklere neden daha fazla cips satamıyoruz? “ ve başka pazar arasınlar. Biz leblebimizi, fındığımızı, diğer çerezlerimizi zevkle tüketme alışkanlığımızı sürdürmeliyiz.
Dahası, ticari marka haline getirip, ihracat imkanlarını zorlamalıyız. Zorluyoruz da...
BİR SIZI...
1960’lı yıllar...
Sessiz, soğuk ve beyaz bir köy yolu.
Akyazı Yağcılar Köyü İlkokulu’na gidiyoruz.
Herkes okula bardağı ile geliyor.
Öğretmen sıcak suyu hazırlıyor. Ta Amerika’lardan süt tozu geliyor. Süt içiyoruz. YARDIM!..
O yıllar Adapazarı ovasında bugünkü kanallar açılmamıştı.
Yağmurlardan sonra sık sık seller olmaktaydı. Mayıs-Haziran yağışları sonrası sel suları tarlalarda günlerce kalıp ürünlerin çürümesine yol açardı. Sular çekilince yapılacak ikinci ürün ekimleri de pek verimli değildi. Süt inekleri bugünkü gibi 10- 25 kg değil, 1-2 kg süt vermekteydiler.
Sanayi ve ticaret gelişmemişti. İlçeler büyükçe bir köy gibiydiler. Köylerden bir şey gelmez ise ilçelerde de yokluklar baş gösterirdi.
Ülkede üretim yetmeyince...
Amerikan süt tozu yardımı!... Geçmiş günler...
Geçmişin sisli koridorlarında bir sızıdır, hatırlandıkça.
BUGÜN... GIDA ÜRETİMİ...
Bugün ise fabrika kuran fabrikalarımız var.
Onlarca, binlerce... Adapazarı’mızda da...
Örnek mi? Sakarya’nın incisi KROMEL.
Rusya’da, Ukrayna’da, Suriye’de, Yunanistan’da, Bosna-Hersek’de anahtar teslimi süt fabrikaları, gıda fabrikaları, gıda üretim bantları kuruyor. Dünya standartlarında bir üretim. Vizyon sahibi profesyonel bir kadro ve dev bir organizasyon.
Benzeri nice Türkiye dinamolarından, en iyilerinden biri. Selam olsun onlara...
Gıdanın işlenmesi, saklanması, pazarlanması sektörel olarak büyük gelişmeler göstermiştir.
Gıda endüstrisi bugün Türkiye’yi doyuruyor. Gelecekte dünyayı doyuracak.
TOHUMDA İSE...
Tohumda ibre tersine dönmüştür. Tarım ülkesi Türkiye artık aldığı tohumdan daha fazlasını satmaktadır.
Profesyonel tohumculuk şirketleri yatırım projeleri ile gelecekte önemli yer alacaklardır. Yolları açık olsun...
TÜRKİYE AÇ KALMAZ...
Öyle...
Çünkü potansiyelini arttırmakta. Daha çok üretime yönelik makro planlar yapılmakta. Tarımsal saha ve buna dayalı sanayi, teşvik tedbirleri ile ölçek ekonomisinden faydalanmak adına daha büyük ölçekli çalışmalar yapmaya özendirilmektedir.
Nereden nereye?
Kurtuluş Savaşı ve İkinci Dünya Savaşı sonrasında zamanın koşullarına bağlı ve ilkel yöntemlere dayalı kısıtlı üretim, günümüzde bilgi teknolojisi ile donatılmış, ileri üretim teknikleri ile artış kaydetmiştir.
1960’lı yıllarda günümüzde artık neredeyse unutulan Yerli Malları Haftası pek heyecanlı kutlanırdı. Yurt dışına para gitmesin diye okullarda yaşatılan bir aktivasyondu. Okul çocukları ya bir simit parası veya ceplerinde kuru üzüm, leblebi, ceviz gibi çerezlerle okula gönderilirdi. Bazen çantalarında yerli, kışa dayanıklı bir iki elma - armut bulunurdu.
Cips, gofret, kızarmış patates topları gibi bugün ancak sorgulanan yanlış beslenme unsurları yoktu.
Bir dizi önlemler alınmak üzere çalışmaların yapıldığı bu son grup gıda konusunda, obezitenin önlenmesi adına herkes gayret göstermek durumundadır. Çok geç olmadan...
Şarkılarda anıldığı üzere:
“Havasına, suyuna, taşına, toprağına...
Her köşesi cennetim... “
Dizlerinde ifadesini bulan ülke sevgisini yaşamak, yaşatmak durumundayız.
Sağlık ve esenlikle kalınız.