Ülkelerin ve milletlerin ortak sorunlarından biri de gelir eşitsizliğidir. Bu konuda etkin kişiler ve kurumlar, siyasi partiler ve iktisat biliminin öncüleridir. Gelir adaletsizliğini yaşayanlar ise halkın çoğunluğudur. Ülkede işsiz olanlar ve asgari ücretle çalışanlar maalesef bu önemli yükü taşımaktadırlar.

İslam inancının en önemli özelliklerinden ikisi, güvenlik ve rızık meselesidir. Özellikle İbrahim peygamber emin belde için güvenlik ve gıda güvencesi talep ve duasında bulunmuştur. Bir dinin sağlıklı yaşanması için gelir ve gider dengesi çok önemlidir. Bu sebepledir ki iman ve namazdan sonra genellikle zekât emrinin gelmesi ve geçim darlığının giderilmesine işaret etmektedir. Zekâtın verileceği kimseler Kur’an-ı Kerim’de belirtilmiştir.

Hz. Peygamber (s.a.s.) de toplanan zekâttan kendisine hisse verilmesini isteyen bir zata hitaben, “Yüce Allah, zekât (taksimi) hususunda ne bir peygamberin ne de başkasının hükmüne razı olmadı, onunla ilgili hükmü kendisi verdi ve onu sekiz sınıfa taksim etti. Eğer o sınıflardan isen sana hakkını veririm.” buyurmuştur.

Ülkemizde maaş dendiği zaman devlette ve özel sektörde çalışanlar olarak genelleyebiliriz. Maaşlar liyakat ve sorumluluklara göre farklılık arz edebilir. Sosyal statü imkânlarının sağladıkları da göz önüne getirilirse arada ki fark çok açılmaktadır. Çalışanlar arasında ki farklılıklar ev kiralarına ve giderlerine de yansımaktadır. Aynı maaşı alan kimsenin büyük şehir ile bazı taşra şehirleri farkı da mağduriyete sebep olmaktadır.

Özellikle çok çeşitli maaş ve gelir gruplarının varlığı ve dedikodusu ülkenin saygınlığını sorgulatmaktadır. Mesela sendika, odalar, dernekler, hayır kurumunun veya vakfın üst çalışanlarının bir devlet memurunun beş, altı katı maaş alması o kurumu ve hizmetini halkın gözünde düşürmektedir. Öyle vakıflar ve kuruluşlar var ki, yüksek meblağ ile kiralık mülkler kullanmaktadır.

Vali iken kendisine bir köşk yaptırıp çarşının gürültüsünden kurtulmak isteyen Sa’d b. Ebî Vakkâs'ı teftiş için Hz. Ömer, Muhammed b. Mesleme'yi azıksız olarak Kûfe'ye gönderdi. On dokuz günlük bir yolculuktan sonra Medine'ye dönen Muhammed b. Mesleme, kendisini niçin azık vermeden yola çıkardığını Hz. Ömer'e sordu. Ömer radıyallahu anh şöyle dedi: "Medine'de müslümanlar açlıktan kırılmak üzereyken sana bir şeyler verip de nimeti sen, vebalini de ben yükleneyim istemedim. Zira ben Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'i şöyle buyururken dinlemiş bulunmaktayım:" Komşusu açken mü'minin tok dolaşması yakışık almaz.

İbn Hazm da "Bir beldede bir kişi açlıktan ölecek (intihar da diyebiliriz) olursa, o belde halkının tümü ölenin katili sayılır ve ölenin diyeti onlardan tahsil edilir" hükmüne varmıştır.

Eyvah bize bir tarafta asgari ücretle ve yetersiz emekli maaşıyla geçim savaşı verenler diğer yanda çeşitli maaş ve imkânlar içinde yüzenler.

Allah’ın on pulunu bekleye dursun on kul;
Bir kişiye tam dokuz, dokuz kişiye bir pul.
Bu taksimi kurt yapmaz kuzulara şah olsa;
Yaşasın, kefenimin kefili karaborsa! Necip Fazıl Kısakürek

Ma'rûr İbni Süveyd şöyle dedi: Ben, Ebû Zer radıyallahu anh'ı üzerinde değerli bir elbise ile gördüm. Aynı elbiseden kölesinin üzerinde de vardı. Kendisine bunun sebebini sordum; Ebû Zer, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem  zamanında bir adama sövdüğünü ve onu annesinden dolayı ayıpladığını anlattı. Bunun üzerine Nebî sallallahu aleyhi ve sellem  ona şöyle dedi:

"Sen, kendisinde Câhiliye huyu bulunan bir kimsesin. Onlar sizin hizmetçileriniz ve aynı zamanda kardeşlerinizdir. Allah onları sizin himayenize vermiştir. Kimin himayesinde bir kardeşi varsa, kendi yediğinden ona yedirsin, giydiğinden de giydirsin. Onlara üstesinden gelemeyecekleri şeyleri yüklemeyiniz. Şayet yükleyecek olursanız kendilerine yardım ediniz."