Değerli okuyucular,
Geçen yazılarımızda Ege gezilerimizden notlar aktarmıştık.
Bu kez yönümüz Ankara’ya doğru.
Bir mesleki toplantının bizi çekmesi neşesiyle yollardayız.
Adapazarı’ndan otobandan girişimiz ‘’hedef Ankara’’ terennümü ile keyifle başladı.
Otoyol temiz, hava güzel, sürüş keyifli, gönlümüz şendi.
Mesleki sempozyum beş gün sürecekti. Türkiye’nin her yanından meslektaşlarımızı görecek, hocalarımızla karşılaşacaktık. Yeni bilimsel verileri duyacak, görecek ,bilgi dağarcığımıza katacaktık.
Nitekim öyle oldu.
DAĞLAR, DAĞLAR…
Otoyol boyunca ince bir ‘ssstst’ dercesine araç sürüşümüz bir ses veriyordu. Halen yeşil olan Adapazarı-Düzce güzergahını Kaynaşlı’da bitirirken Bolu Dağları’nın sizlere hoş geldin dediğini sanırsınız.
Bolu’nun arazisi dağlık. Seyir boyunca bir dağ, bir dağ daha diyerek göz merceklerinizi zumlamaya başlıyorsunuz.
Yükseltinin belirlediği bir hiyerarşi mi desek, rakım değiştikçe hakim ağaçların ıhlamur ve kestaneden, dişbudaktan defneye, gürgene ve meşeye değiştiğini görürsünüz.
Daha yükseklerde çam ağaçlarını örtüye hakim olduğunu görürsünüz.
Otobanda devam ederken dağların ihtişamını keşfediyorsunuz. Dağların ötelerinde Bolu’nun güzellikleri akla, hayala düşmeye başlıyor.
Yedigöller’i, Abant’ı, Gölcük, Bolu Sünnet gölleri, Mengen’i, Mudurnu ve Göynük’ün tarihi evlerini, Kartalkaya’yı görsel bir resmi geçit gibi hayalde bir çırpıda geziveriyorsunuz.
GÖZLERE RENK…
Aşçılık sanatı Mengen’de nesilden nesle aktardıkları ile gelişerek bugünkü doruğuna gelmiş.
Her yıl Eylül’ün ilk haftasında Mengen’de yapılan aşçılık festivaline bir seneler gitmiştik. Aklımızda kaldığı kadarıyla festivalde favori yemekleri , gösteri yemekleri mazinin hatırasına hürmeten bazı otantik yemekler, geçerli geleneksel yemekler, modern yemek yorumları, daha nice kategoride lezzet bayrakları, el emeği göz nuru çalışmalar, arzı endam etmekteydi.Gözlere renk ziyafeti sunmaktaydılar.
Yarışmalar, konserler, paneller, sergiler ve nice ilgi çeken etkinlikler, aşçılık festivalini ilginç hale getirmekteydi.
O festivalden bu yana, çeşitli tarhana çorbaları(kızılcık… vb.), orman kebabı, kaldirik dolması, Mengen kuzu güveç, saray helvası aklımızda kalan bazı lezzetlerdi.
KULAKLARA SES
Otoyol boyunca seyrederken Bolu’nun yemekleri yanında, türkülerini duyar gibi olursunuz:

ADA YOLU YAMANDIR
BOLU DAĞI DUMANDIR
VURUN DOSTLAR SAZLARA
EĞLENECEK ZAMANDIR

Dumanlı Bolu Dağları, artık yapılan tünellerle güzergah dışı bırakıldı.Yol kısaldı, Ankara daha yakın oldu,araçlar yollarda keyifli sürüşleri yakaladı, radyonuzu , cd çalarınızı daha net dinleyebiliyorsunuz.
Bolu’yu geride bırakıp Gerede’ye yaklaşırken kulaklarda bir başka Bolu türküsü:
BEYAZ GİYME SÖZ OLUR
SİYAH GİYME TOZ OLUR
GEL BERABER KAÇALIM
MURADIMIZ TEZ OLUR

KAÇMAK DEYİNCE…
Bizim gençliğimizde kaçmak – kız kaçması , kaçırılması daha sık olurdu.Pek nadir olumsuzluklar yaşanırdı.Evlilikler uzun sürer , boşanmalar pek az olurdu.
Şimdilerde tersine ,kız kaçması ,kaçırılması az yaşanıyor.Taraflar görüşüp konuşup, anlaşıp evlilikler kuruluyor.
O DA NE?
Ama boşanmalar inanılmaz artmış. Bizim Almanya ile nüfusumuz yakın… Almanya’da boşanmalar yılda yirmi beş bin civarında iken, Türkiye’de ise yılda iki yüz bin civarında oluyor. Yani boşanmalar sekiz kat fazla ve oran giderek artıyor. Baktım ona, baktı bana , bakıştık… diye başlıyor ve bir de bakıyoruz boşanmışlar. Yorgunluklar pişmanlıklar acılar tecrübe hanesine…
Biz ‘bu ülke gerçekliğini aile bakanlığına bırakmalıyız’ deyip zihnimiz boşaltıyoruz. Bolu Türkülerinin verdiği esenlikle Ankara’ya doğru yol alıyoruz.
COĞRAFYA’NIN DİLİ
Gerede’ye gelince coğrafyanın dillendiğini görüyoruz.
Önünüze çıkan çıplak dağlar, kıraç yamaçlar, kuru dere yatakları, rüzgar oyuntuları, şevler bir coğrafya dili gösterir size.
Bazı yakınlarımın ’nedir onlar öyle?’ diye sorduğu bir olay hemen göze çarpar: Yamaçlarda, orda burada, haşlanmış tozlu görünümlü, sisli puslu, pastel tonda açık kahverengi silüetler… Henüz yeşil iken üzerine çöken erken kış soğukları ve kırağı sonucu halden hale giren ağaççıklardır sordukları.
Bozkırın ağaççıkları! ağaç olma şansları yok. Ya kışın erken bastıran ve ya baharda yeşillendiklerinde yakalandıkları ilkbaharın geç donları onları böyle boynu bükük bırakan tabiat olaylarıdır.
Bozkırın gündüz ve gece ısı farkı, doğasının, bitki örtüsünün belirleyicisi oluyor. Meşe türleri erken, söğüt ve kavaklar biraz geç etkileniyor . Bozkırın yükseltilerinde yakıcı soğuğa meydan okuyan, çam gruplarının ve otoyol boyunca turuncudan kırmızıya değişen tonlarda ATEŞDİKENLERİnin olanca canlılığı ile duruşu dikkatimizi hemen çekiyor.
Kazan civarında yer yer, Ankara kavunu tezgahları görüyorsunuz. Rengi koyu yeşil-siyah, kışa dayanıklı, çok lezzetli, kokulu bir cins kavundur Ankara kavunu. Çok da alçakgönüllü. Bir türlü milli olamadı. Mahalli bir tat olarak kaldı gitti.
ELOĞLU…
Evet eloğlu, muzunu dünyanın öbür ucunda yetiştirip, benim ülkemin en ücra köşesine kadar dağıtıp satarken, pazarını büyütürken, zenginleşirken, ülkemden dolarları götürürken biz seyrediyoruz. Ama Ankara kavunu gibi bir lezzeti bırakın dünya ülkelerine satıp döviz kazanmayı, il dışına satıp milli bir marka , ulusal bir tat haline bile getiremiyoruz.Yaptığımızın da yapamadığımızın da farkında değiliz.
Karacaoğlanın dediği gibi,
BİLİRSİN Kİ BİLMEZSİN
BİR BİLENE SORMAZSIN
BİLİRSİN Kİ SORARSAN
BİLİRLER Kİ BİLMEZSİN
Önce farkındalık, sonra amaç, daha sonra hesap işi ve eylem sırası… İlk akla gelen ihtiyaçlar.
Ve de ümitle…
Gezi notlarımıza devam edeceğiz.
Sağlıcakla kalın.