Herhangi bir üzücü olay sonrası, ahlar vahlar alır başını gider…
Her olay bir derstir aslında insanlar için…
Ama işin bu yönü, zamanla düşer gündemden…
O acı, yıpratıcı ve üzücü olay olmamış gibi devam eder hayat…
Ne zaman hatırlanır!
Bir yenisiyle karşılaşınca ancak…
17 Ağustos depreminin izlerini taşıyan ve yıkılması ya da onarılması için bir yeni felaket mi bekleniyor da, binalara dokunulmuyor...
Bu ilin deprem kuşağı üzerinde oluşu, her 20-30 yılda bir büyük depremle sarsılışı gözlerden ve hesaplardan uzak tutulamaz, tutulmamalıdır da…
O büyük felaketten kalma yüksek binalarda doluluk oranı az da olsa, yaşam olanca hızıyla devam ediyor...
İlgililer ne ettilerse de, bu konutlarda yaşama mani olamadılar…
Kimi yoksulluktan, kimi de imkansızlıktan olsa gerek, çok katlı, içi tehlikeli, dışı makyajlı binalarda, muhtemeldir ki sinsice yaklaşan ve yaşanılması kaçınılmaz bir yeni mahşer gününe koşuyor…
Yazılıp çiziliyor zaman zaman “Beyler, ağalar önlem alınsın, yıkılacak olanlar yıkılsın. Gerekenler yapılsın” diye…
İnsanlar bu konuda duyarsız ya da imkansız olabilir, ancak işin içerisinde olan ve halkın can güvenliği, huzuru ve sağlığı için var olan yetkili-etkili kurum ve kuruluşlar, adım adım yaklaşan olası afeti düşünüp, tedbir alınmasını sağlayacak her yolu denemelidir artık...
Bugüne kadarki girişimler yetersiz kaldı.
Sanki her şey mükemmel de ortalık süt liman!..
Oysa artık harekete geçmenin zamanıdır.
Hem hasarlı binalar gözden geçirilmeli bir bir, hem de deprem sonrası halkı panikten, üzüntüden ve evsizlikten kurtaracak plan ve programlar…
Bunları niye mi yazıyorum…
Bir korkunç rüyanın getirdiği uzunca terlemeden sonra üzerime vazife olduğu için…
Evet, o kâbusla bir kez daha hatırladım, 1999 asrın afetini…