Eğitim ve öğretimin olmazsa olmazı muallim ve talebedir. Bu ikisini bir arada tutan ise sistem ve okuldur. Bunun dışında ise aile ve toplum gibi ana ve yardımcı unsurlar da vardır. Söyleyeceklerimi bir misalle anlatacak olursam: Bir kadın düşünün beden bakımından sağlıklı fakat akıl bakımından yeterli donanıma sahip değil. Böyle bir kadın evli olduğunda, onun çocuğunun olmasına mani bir bedeni hastalık olmadığı için çocuk doğurabilir. Onu emzirebilir. Fakat akli melekeleri hasta olduğundan çocuğun gelişim, büyüme ve hizmetinde ön görülmeyen sıkıntılar yaşanır. Örnek verecek olursak; Böyle bir anne yeni doğan çocuğunu yıkamak istediğinde hazırlık yapar ve ısıttığı suyu ılıştırmadan, tam sıcak kaynar haliyle çocuğun başından aşağı döker ve çocuk ciddi olarak yaralanır ve engeller oluşur. Buradan anlaşılan şu ki çocuk doğurabilmek onu bakıp büyütebilecek anlamına gelmemektedir. İşte böyle bir anneye sahip olan çocuk, hayata yaralı ve engelli olarak adım atacaktır. Yapılması gereken o çocuğun bakım ve eğitimini o anneden almaktır.

Konumuza dönecek olursak öyle hoca ve öğretmenler olabilir ki bu anne gibidir. Bedenen sağlıklı ve atanmış memur olsa da çocuğu yerinde olan öğrencisine tuzaklar kurup eğitimine ve gelişmesine zarar vermektedir. Nasıl bir işletmede üretime zarar veren kişi görevden el çektiriliyorsa böyle öğretmende görevden el çektirilip öğrenciyle muhatap olmayacak bir vazifeye nakledilmelidir. Böyle bir öğretmen genç fidanları ve eğitim almak isteyenleri bıktırıp, usandırır ve topluma zararlı ve güvensiz fertler haline getirebilir. Kısacası pirincin içindeki beyaz taşları ayıklamazsak sadece dişimizi değil, dinimizi de kırarız. Öğrenciler böyle öğretmenlerin kölesi değildir. Bu misalde öğretmen yerine siz isterse imam veya başka bir görevliyi de koyabilirsiniz. Arife işaret yeter.

ELEŞTİRİYE KAPALIYIZ

En az eleştiri kültürü olan ve kabul eden kurumlarımız dini eğitim ve hizmet veren yapılardır. Her ne kadar vaaz kürsüsünden Hz. Ömer’e cevap veren kadın örneğini anlatsak da böyle bir itirazın bize yapılmasını asla kabullenemiyoruz.

Hz. Ömer, mehri 400 dirhemle sınırlamak istemiş, aksi halde fazlanın devlet hazinesine gelir kaydedileceğini ilân etmişti. Hz. Ömer'in dayandığı delil; Hz. Peygamber'in eşi ve kızları için bundan daha fazla mehir verilmemesiydi.

Bu konuşmadan sonra Hz. Ömer'in yolunu Kureyş'li bir kadın kesti ve aralarında şu konuşma geçti:

- Ey Müminlerin emiri! Erkekleri, evlenecekleri kadınlara dört yüz dirhem (gümüş) den fazla mehir vermekten sakındırdığın doğru mu?

- Evet.

- Allah Teala'nın Kur'an'da indirdiği ayeti duymadın mı?

- Hangi ayeti?

- Allah Teala'nın, “…yüklerle mehir vermiş olsanız dahi, ondan hiçbir şeyi geri almayın.” (Nisa, 4/20) buyurduğunu duymadın mı?

- Allah'ım bağışla!.. Herkes Ömer'den daha fakih!

Bu konuşmadan sonra Hz. Ömer geri döndü, tekrar minbere çıktı ve şunları söyledi:

- Ey insanlar! Kadınlara dört yüz dirhemden fazla mehir vermekten sizi sakındırmıştım. (Şimdi bu görüşümden rücu etmiş bulunuyorum.) Kim malından mehir olarak gönül hoşnutluğuyla daha fazlasını vermek isterse versin.

Daha başka bir söze ihtiyaç var mı?