Eğer daha akıllı olsaydım… Eğer daha güçlü olsaydım… Eğer daha zengin olsaydım… Eğer daha ünlü olsaydım… Eğer daha bilgili olsaydım… Eğer bütün bunlara uzun zamandır sahip olan köklü bir ailenin üyesi olsaydım… Eğer bütün bunlardan dolayı daha geniş, daha etkili bir çevrem olsaydı… Eğer bu çevreyi dilediğim zaman harekete geçirebilseydim ve o çevrenin imkânlarını kendi isteklerim doğrultusunda kullanabilseydim…
İsteklerimizin olmamasının nedeni belki de istemememiz gereken şeyleri istememiz...
Daha akıllı olmak…Yeter mi? Ben, daha akıllı insanlar da gördüm, hayatın basit işleyişine hakim olamayıp, beyninin kıvrımları zehirli sarmaşıklar gibi mutluluğunu kıskıvrak sarmalayıp boğan… “Bu da böyle bir şey işte”, deyip geçemez… Kendini akıllı sanmak yok mu, işte o apayrı bir şey, hedefi ıskalamayayım derken, asıl hedefi görmemek, ki en kocaman olanları önünden mi, ömründen mi geçip gider belli değil…
Daha güçlü olmak…Bu gücün nelere mal olacağı belli mi peki? Dünyanın yarısını fethettikten sonra, bir savaş alanında ne de olsa hâkim ve mağrur gezerken, yalvar yakar yaklaşan çok ölüm biliyorum, gücü bir tuzağa ancak yeten, gizli bir paslı hançerle gelen…
Daha zengin olmak mı? Kimden? Hiç, mesele zenginliğinin tadını çıkarabilmektir falan demeyeceğim… Mesele var olmak mı, varlıklı olmak mı, buna da getirmeyeceğim işin ucunu, öylesi de basit, bunu aşmak gerekir artık, çünkü bu fakir bohemin bir tür kurtarıcı sloganı oldu. Fakirsin işte, nerden belli var olduğun? Varlıklı değilsen var olman kesin mi yani? Yoksun işte, seni yok sayıyorlar, ayrıca da yoksulsun... Kendi zenginliğinin farkında bir zengin görünce hemen tanırsın. Meselesiz, gerçeksiz bir hayatı vardır. Kuruş hesabı, servetinin çoban köpeği gibi, dostluklarının, evliliklerinin, çocuklarının başına dikilmiştir.
Gelelim ünlü olmaya… Kötü diyebileceğimiz bir yolla ünlü olmayan, ünlü olduktan sonra kötü bir haberin konusu, manşeti, tarafı, kurbanı olmayan, ünlü olduktan sonra eski kötülükleri ortaya çıkarılmayan, yani bir türlü eskisinden daha kötü olmayan, bütün iyiliğine rağmen şaşırtıcı bir biçimde kötü bir sonu olmayan bir tek ünlü tanıyor musunuz? Prenseslere, şarkıcılara, politikacılara, yazarlara, işadamlarına ve mankenlere bakın... Ün, kendi başına gelmeyen, görünmez çileleriyle ünlü yaptığının başına getirmedik felaket bırakmayan bir veba… Rahat yaşayan, rahat ölen bir tek ünlü tanıyor musunuz?
En masum gözüken istek… Bilgili olmak... Peki ne için? İktidarın sizi ciddiye alması, resmi resepsiyonlar, statükonun yarı resmi yayın organlarının sizi övmesi, resimlerinizin altında adınızın yayınlanması, kısacası A tipi protokol listelerine girmek, devlet sanatçılığı veya uluslar arası bir onur ödülü, kimseye ihtiyacı olmamak, çevre, reklam, iş, saygınlık problemi çekmemek, en azından yurt içinde kariyeri tartışılmaz olmak, meslekte rakipsiz olmak, popüler olmak ve benzeri medyatik nimetler için değil mi? Yani yine hâkim olmak, yine zengin olmak, yine ünlü olmak… Bunlar için bilgili olmak…
Başarmak, işte bunlardan kurtulmayı başarmaktır… Bunlara rağmen başarmak, asıl başarmaktır… Benim bunca önemsiz olmamın hiç önemi yok diyebilmek, sahte önemlerden daha önemli şeyler için yorulmak, içtenlikle gülebilmek, yalansız ağlayabilmek, hırslarından, kinlerinden kurtularak kazanmak, bölüşmeyi, sahiplenmemeyi basit bir hayatın sade akışı içinde olabildiğince duymak, duyurmak... Sessiz, sakin mutlulukları olmak, bir fincan kahve, bir dost sesi, vazoda bir demet kır çiçeği, kitapların, çocukların, sokağındaki ağaçlar ve yaprakları, deniz, yağmur, bulutlar, evinin loş akşam aydınlığı, her şeyi örten gece, yine gelen sabah, yine gelen, uyan diyen, büyük bir armağanı her günkü gibi ezmeden, kırıp dökmeden getiren sabah... Değiştirmediğiniz selamlaşmalarla tanıdık şehir, içindekiler, dükkanlar, vitrinler hatta, kendi ellerinin sıcaklığını özel güneşin bilmek… Başarmak budur…
Hayatı sev! Kendi akarsuyunu başka ırmaklarla kıyaslamadan, henüz akmaktayken, dereciklerin de berrak sularını sonunda denize taşıdığını düşün. Bu gördüklerini ne bir daha görürsün bu alemde, bu alemde ne bir daha görünürsün… Sen sonsuza kendi açık penceren ol. Ölümün bile üzemediği bir neşedir yaşamak. Bütün yıldızlarıyla birliktedir gök. Bütün gök sığar senin pencerene… Başarmak, sonsuza açılan bir pencereyi küçük görmemektir…
(Çocukları başarılı ve zengin olursa mutlu da olacak zanneden anneler ve yeterince zengin ve başarılı olup da annelerini mutlu edemediğini düşünen çocuklar için bir "Anneler Günü" yazısı...)