“Allah sizin için kendi cinsinizden eşler yarattı; eşlerinizden de size evlatlar ve torunlar verdi. Sizi temiz ve hoş nimetlerle rızıklandırdı. Buna rağmen bazıları, asılsız şeylere inanıp, Allah’ın bunca nimetine karşı nankörlük mü ediyorlar?” Nahl, 72

            Hayatı yaratan ve canı yaşatan Allah’tır. İnsanın yaratılışında dört şçeşit zikredilir. Âdem’in yaratılışı, eşinin yaratılışı, babasız İsa peygamberin yaratılışı ve son olarak bizlerin yaratılışı olarak zikredebiliriz. “O eşsiz yaratıcıdır, her şeyi bilir.” (Yâsîn, 81) O, her çeşit yaratmaya kâdirdir.

Toplumda yaratılışın/doğumun sedası mı yoksa ölümün sedası mı daha çok ses getirir. Bu sorunun cevabı tartışılsa da ölüm sonrası ülkemiz camilerinde “Sala” okunması ile ölümün mahalleye duyurulması sonucu ölüm sesi daha yüksekten çıkmaktadır. Hatta belediye mezarlık işleri cenaze ilanlarını her gün yapmaktadır. Doğan bebeklerin ilanı yapılır mı ki?

Ölenle doğan kıyas edilse hangisi daha çok yazılıp konuşulmalıdır. El-cevap yaşayanın hatıraları ve geride bıraktıkları sebebiyle farklı bir acı bırakmaktadır. Peki, taptaze bir bebeğin dünyaya gelmesi ve masum bir canının başta ana baba olmak üzere insanlığa teslim edilmesi hafife alınacak bir konu mudur?

Evet, bir insan dünyaya geliyor. Geleceğini bilemediğimiz, konuşmasını bilmeyen, duyduğunu anlayamayan bir yavru ister kız, ister erkek, ister ikiz olsun insanlığın kucağına emanet edilmesi insanlık için yeni bir dünya bahşedilmesine benzemez mi? Bir insanı yaşatmak bir âlemin yaşaması olduğuna göre, bir bebeğin doğumu bir âlemin ihsanına benzemez mi?

Ölüm gözyaşına sebep olurken, doğumsa müjdeye sebeptir. Müjde bir ruh ile bedenin varlığına müşahede etmektir. Evet, o bebeği gördüğümüzde söylememiz gereken sözlerden biri de: “Yapıp yaratanların en güzeli olan Allah çok yücedir” (Mü’minun, 14). Kur’an’ın insana verdiği değeri bu ayet öğretmektedir.

“Sizleri Biz yarattık, yine de tasdik etmeyecek misiniz? Şimdi (rahimlere) dökmekte olduğunuz meniyi gördünüz mü? Onu sizler mi yaratıyorsunuz, yoksa yaratıcı Biz miyiz?„ (Vakıa Suresi, 57-59) Rabbimiz bu ayetle kudret ve hikmetini bizlere soru yoluyla hatırlatmaktadır. İnsanın yaratılışı ve doğumu bir anlamıyla mucizedir. Gen teknolojisi ne kadar ilerlerse ilerlesin, isterse bebekler harici/yapay rahimlerde büyüsün bunların hepsi yaratıcının kudretini gösterir.

“Rahime dökülen meniden erkek ve dişi iki çifti O yarattı…„ (Necm Suresi, 45-46).  Bir bebeğin doğumuna sevinmek öncelikle Allah’a hamd etmekle başlar sonra yaratıcının ihsan ettiği bebeği, O’nun rıza ve iradesine uygun büyütebilmektir.

 Çocuğun anne karnında kaldığı süre ile sütten kesilinceye kadar geçen sürenin otuz ay olduğunu bildiren âyetle (el-Ahkāf 46/15) çocuğu emzirme süresini iki yıl olarak belirleyen âyetleri (el-Bakara 2/233; Lokmân 31/14) birlikte düşünerek insan yolculuğunun ilk devrelerini anlamak gerekir.

Bebeğin dünyaya geldiği ailenin sosyokültürel durumu, bebeğin büyümesi ve gelişimiyle oldukça ilgilidir. Bebeği olan ailelerin geçim seviyelerinin düşüklüğü, gelecekte bebeğin başarısızlığıyla doğrudan ilgilidir. Biyolojik olarak doğum ile kültürel olarak büyüme çok farklı şeylerdir. Bebekli ailelerin maddi ve manevi gelişimi için “Lütfen Bebek Var” yazısının sadece evin kapısına ve arabaların arka camına değil, “Evrene” yazılması gerekir.

Hasta haneler doğum eviyken, âlem ise yaşam evidir. İnsan kundaktan kabre yolculuk sürecinde daima çocukluğunun hisleri ve sosyolojisinin tesirindedir. Bebeklik ve ihtiyarlık en saygıya layık dönemlerdir.

«Ve selâm benim üzerimedir, doğduğum günde ve öleceğim günde ve diri olarak kaldırılacağım günde.» Meryem, 19/33

Son söz: Gelişin güle güle, gidişin güle güle, her işin güle güle olsun Ey Bebek.