Bayram, kim ne derse desin, hüzünlü bir şiirdir.

Akşam ezanlarını dinlemekle kalmayıp, o sesi gerçekten duyduğunda içi burkulmayanlar, arefe günü ikindi vakti, kendini yağmurlar güneşler altında daima yalnız bir mezar taşı suskunluğuna düşmüş bulmayanlar, bayram sabahı onca şekere, onca yeni giysili çocuk gülüşlerine rağmen gönülleri usul usul ağlamayanlar hangi bayramı kutluyorlar bilmiyorum.

Tatilde kitap okumadığımız için her bayram tatil artık. Anne babadan, akrabadan değil, kitaptan kaçıyoruz her bayram. Şiirden. Sanki deniz sormayacakmış gibi ömrümüzün kafiyesini.

Bayram, o hüzünlü şiirleri insan olmanın cetveli saymakla başlar.

Kurallarını, kutsal kitapların sayfalarını hiç çevirmemiş olsan da, iki büklüm bir ihtiyarın fakir, aç, muhtaç ve oruçlu yürüyüşünün yorgunluğundan da öğrenebileceğin bir oyun hayat.

Hayatının tek güzel yerine, çocukluğuna, ya o ihtiyarla birlikte yürüyerek ya da dünyanın bütün ihtiyarlarının söylemek istediklerini söyleyen bir şiiri okuyarak varabilir insan.

Çocukluk

Affan dedeye para saydım,

Sattı bana çocukluğumu.
Artık ne yaşım var ne de adım;
Bilmiyorum kim olduğumu.
Hiç bir şey sorulmasın benden;
Haberim yok olan bitenden.
Bu bahar havası, bu bahçe;
Havuzda su şırıl şırıldır.
Uçurtmam bulutlardan yüce,
Zıpzıplarım pırıl pırıldır.
Ne güzel dönüyor çemberim;
Hiç bitmese horoz şekerim!  Cahit Sıtkı Tarancı.

Sevgili Cahit Sıtkı. Senin o saf, o masum, o temiz şiirin olmadan bayram olur mu? Fakat bizim “Affan Dede”miz yok artık. Kimse satamaz artık bize çocukluğumuzu. Merkez Bankası’nın kasasında 130 milyar dolar var. Çoğumuzun güzel evleri, lüks arabaları var. Yollar arefeye kalmadan tıkandı. Demek yol paramız da var. Akın var memleketlere. Şahane. Fakat sanki kayıp bir bayramı aramaya çıkmışız. Sanki bayram bizim gittiğimiz yerde yok. Cahit Sıtkı’nın can dostu Ziya Osman, “Geçen Zaman” adlı şiirinde “arıyorum aklımda bir ninni bestesini” diyor. Sahi biz ne arıyoruz?

Geçen Zaman

 Hiç olmazsa unutmamak isterdim.

Eski geceler, sevdiklerimle dolu odalar...

Yalnız bırakmayın beni hatıralar.

Az yanımda kal çocukluğum,

Temiz yürekli uysal çocukluğum...

Ah, ümit dolu gençliğim,

İlk şiirim, ilk arkadaşım, ilk sevgilim...

-Doğduğum ev. Rahatlıyacak içim duysam

Bir tek kapının sesini.

Arıyorum aklımda bir ninni bestesini...

Böyle uzaklaşmayın benden, yaşadığım günler.

Güneş, getir bir bayram sabahını.

Açılın açılın tekrar

Çocuk dizlerimdeki yaralar,

Hepiniz benimsiniz:

Mektebim, sınıflarım, oturduğum sıralar...

Yalnız hatırlamak hatırlamak istiyorum

Nerde kaldı sevgilim, seni ilk öptüğüm gün,

Rengine doymadığım o sema,

Ahengine kanmadığım ırmak.

Bırakıp herşeyi nereye gidiyorum?

Neler geçmişti aklımdan,

Nedendi ağladığım, nedendi güldüğüm?

Ah nasıldı yaşamak? Ziya Osman Saba

“Açılın açılın tekrar / Çocuk dizlerimdeki yaralar” diyen şair. O kadar çok yaramız var ki. Pansumanına gazlı bez yetişmez. Gazlı bez denme sebebi, o bezin ilk defa Gazze’de üretilmesidir. Gazze. Gazlı bez dokunan Gazze. Dünyanın bütün gazlı bezini sarsan yetmez yaralarını sarmaya şimdi. Bin insan. Rakamla 1.000. Öldürüldü. Sahilde oynayan çocukların üzerine bomba attı İsrail Devletinin başındaki katiller. Yahudi mi bunlar? Musevi mi? İnsan mı bunlar? Bunlar Musevi değil. Bunlar Yahudi değil. Bunlar insan değil. Bizim yaptığımız ne? Gazoz boykotu. Eyvallah. Bir yerden başlamak lazım. Elbette. Fakat, şu lüks arabalar, binip durmakla övündüğümüz uçaklar, elimizden düşmeyen akıllı telefonlar, tabletler, marka ayakkabılar, giysiler, çantalar, hatta hatta tanesi 600 dolarlık eşarplar, bu kahramanca İsrail – Yahudi düşmanı ürün boykotuna dahil değil! Gazozlar çok sakıncalı! Bizim yaptığımız bu.

“Allah’ın emretmiş olduğu dinî prensiplere itaat etmeyen ehl-i küfür maddeten hızlı bir şekilde terakki ederken ehl-i din neden terakki edememekte ve hatta fakirlikle büyük mücadeleler vermektedirler?” Soru Bediüzzaman Said Nursi’ye ait. Cevabını Hazretin Hutbe-i Şamiye adlı meşhur Emeviye Camii Hutbesi’nden okuyabilirsiniz. “Ey bu Cami-i Emevî’deki kardeşlerim! Ve 40-50 sene sonra âlem-i İslam mescid-i kebirindeki 400 milyon ehl-i iman olan ihvanımız! Necat yalnız sıdkla, doğrulukla olur. Urvetü’l-vuska sıdktır. Yani en muhkem ve onunla bağlanacak zincir, doğruluktur.”

400 milyon, bugün bir buçuk milyarı geçti. Gazze İsrail bombası altında perişan. Müslümanlar aynı gün oruca başlayıp aynı gün bayram yapamıyorlar. Her yıl öldürülen Müslüman sayısı tam olarak kaç bilemiyorum ama çoğunun kanında yine Müslümanın parmak izi var. Müslüman, Müslümana tuzak kuruyor, Müslüman, Müslümanı ihanetle suçluyor. Müslüman, bırakın Müslüman olmayanın, artık Müslümanın bile malını, namusunu, canını emanet edeceği bir insan değildir artık.

“Komşun, bir yere gitmek zorunda kaldığında, malını, ailesini, karısını, çocuklarını emanet edecek bir Müslüman aramıyorsa, arıyor bulamıyorsa, o aradığı sen değilsen, ne yapsan boş” Rahmetli Selahaddin Şimşek, böyle söylüyordu. Selahaddin Ağabey, seni de bir bayram şiiri gibi, yani için için ağlar gibi anıyoruz bu bayram da. Tam zamanında ölmek diye bir şey var mıdır bilmiyorum ama kanserden ölmesen kahrından ölecektin diye düşünüyorum sevgili ustam.  

"Belki de asıl mesele, kimsenin haddini bilmemesi. Bir densizliktir gidiyor. Bir şeyleri, bir yerleri ele geçirme, sözü kapma, ille son sözü söyleme, bir konum elde etme telaşı. Bir öne geçme, bir önde görünme merakı. Asıl mesele hak edilmiş hiçbir şeye sahip olmamamız ve hak edilmiş her şeyi küçümsememiz. Kavga burada." "Pazar Hiçbir Gündür" adli yayımlanmamış bir romanın baş kişisi “Adnan”ın arkadaşı “Selahaddin”le konuşmalarından biri bu. Farkında mısınız bilmem. Artık kimse konuşmuyorsunuz. Siyaset, spor, ekonomi, meteoroloji, falan filan. Uzun zaman oldu, konuşmuyorsunuz. Farkında değilsiniz. Okumuyorsunuz çünkü. Hayatı, dünyayı.

 Propaganda

“Artık kelimeleri kalmamış fiyatları sormaktan
saçları taranılmaktan usanmışlar
sinemalarda saklanıyor kışın
yaz olunca denizin yalayışlarına
kaldırımlarda demokrat
otobüslerde dindar
geceyi
saatlerine bakarak anlıyorlar…” İsmet Özel

 Artık geceyi saatlerimize bakarak da anlayamıyoruz. Dünya akıp gidiyor yanımızdan. Haberleri seyreder gibi seyrediyoruz hayatı. Birileri çalışıyor, üretiyor, laboratuarlarda, fabrikalarda, kütüphanelerde. Biz anlamaya çalışıyoruz. Anlayacak gibi olduğumuzda engel oluyor birileri. Ya paramız yetmiyor ya zamanımız. Tam olacakken olacak olan, dünya giriyor dünyayla aramıza. Yanlış yarış. Yanlış koşu. Yönümüzü bulamıyoruz. Kavgamızın yönünü, ırkımızın yönünü, nefretimizin yönünü. Okur yazar değiliz. Dünyayı okuyamıyoruz. Okuma alışkanlığımızı kaybetmişiz. Taraflı okuyoruz. Cehaletimizi azaltmıyor okumalarımız. “İkra” nedir? “İkra”nın bir anlamı yok bizim için. Dünyanın hatıralarını bilmiyoruz. Kendi hatıralarımızı bilmiyoruz. Anımsanacak şeyler yaşamak, yaşatmak derdinde değiliz. Hayatımızın bir şiiri yok artık. 

 Anımsamalar  - 86

Dünya kadar büyük bir günüydü çocukluğumun,

Mektebe ilk gittiğim o altın sabah.

Omuzumda kalmıştı el sıcaklığıyla

Anamın okşarken söylediği bir "Bismillâh"

Muhayyeleme sığmayan beyaz bir bina

Ve kocaman bir bahçe ki oyundan büyük.

Harfler kadar yabancı ve çirkin çocuklar

Renk renk elbise, renk renk göğüslük.

 

İlk ders bir bayramın son günü gibi soğuktu

Gördük karatahtada, "Hesap" denen karaltıyı,

Ezberletti kendi numarasını hoca, herkese;

Ben de öğrendim iki haneli seksen altı'yı.

 

Ve paydos gelmedi bir türlü odamıza,

Duvardaki levhaları ezberledim, masal gibi.

Deminki çirkin çocukların oldu yavaşça hepsi güzel

Ve o sevgiyle sevdim onları ki sızlatır daima kalbi.

Oyunlar ve neş'elerle geçti o gün

Ve tatlı rüyalar gibi bitti mektep.

Bilgimi düşürmeden eve götürmek için,

İçimden seksen altı, seksen altı diyordum hep.

 

Eve gelince kestim defterimden bir güle benzeyen iki rakamı,

Dolabıma yapıştırdım yan yana, bir zafer saadetiyle.

Ablalarımın göreceği saati bayram gibi bekledim,

Tatlıydı bu bekleyiş mavi bir arifeden bile.

 

Fakat şaşırmıştım iki rakamın yerini

Dolap kadar, ev kadar güldü halime ablalarım.

Anlar gibi durdumsa da, anlamadım yer değişse ne olur?

Ki hâlâ para saydıkça o hayreti duyarım.

Ki hâlâ yaşarım bir ayrılıkta o hayreti

Dalarım 86, 68 diye bazen.

Yer değiştirince başka şey olmak ne tuhaf,

Ne tuhaf ölümü duymak seksen altıdan! Fazıl Hüsnü Dağlarca

Hikmet Anne, iyice yaşlı, el kadar kalmış o büyük kadın, eski bir moleskin defterden, asırlık hatıralar okurdu bana. Bir ömrün şeker şerbet olmuş usaresi. Acıyı bal eyleyen bir tevekkülün hülasası. Hatıralar, bazen de şiirler. "Her kalp kendisini sevecek bir kalp arar. Taşın kalbi yoktur amma onu da yosun sarar!"  

Taşın kalbi varmış meğer. Taş kalpli insanlar gördükçe anlıyor insan. Hatırasız insanlar. Şiirsiz insanlar gördükçe. Yine de bayram. Bayramı kurtarmak istiyorum. Bu cehaletten, bu kavgadan, bu fakirlikten. Bayramı kurtarmak istiyorum. Dünyadan. Kendimden. Taş kalbimden. Belki bayram da sırf bu kırık gönül hatrına, çocukluğumun Adapazarı’nın o daracık sokaklarında, birbirine el uzatma mesafesindeki evlerinin, denizliklerinde gül yaprakları dolu şişeler dizili pencerelerinin, rüzgarda usul usul salınarak sokağa bir bakıp geri dönen beyaz tüllerinin yumuşaklığını tekrar gösterir bana da. İyi bayramlar diyorum yine de. 

Memleket İsterim

Memleket isterim

Gök mavi, dal yeşil, tarla sarı olsun;

Kuşların çiçeklerin diyarı olsun.

Memleket isterim

Ne başta dert, ne gönülde hasret olsun;

Kardeş kavgasına bir nihayet olsun.

 

Memleket isterim

Ne zengin fakir, ne sen ben farkı olsun;

Kış günü herkesin evi barkı olsun.

 

Memleket isterim

Yaşamak, sevmek gibi gönülden olsun;

Olursa bir şikâyet ölümden olsun. Cahit Sıtkı Tarancı