Sakarya il merkezinin hemen yanıbaşında, Kocaeli ile  ortasında, ana gövdesi sakarya, tepesi komşu ile uzanmış ağaç gibi duran, Samanlı dağları ile Serdivan’ın oval tepeciklerinin eteğinde  altın bir çanakta bu coğrafya insanına sunulmuş müthiş bir nimet olan ‘’Sapanca Gölü;’’ büyük bir nimet,  iki ilimize bahşedilmiş  büyük bir lütuf olarak asırlardır bölgeye hayat vermekte, hizmetlerin binbir çeşidini sunarak, mübalağasız ‘’CAN’’ olmakta, ‘’YAŞAM GÖLÜ’’ olarak  bu şehrin kapısında her daim beklemekte, bizim için var olma  ve ayakta kalma savaşı vermektedir.
                 Su yüzeyi rakımı 33 en derin yeri 53 m, uzunluğu 16 genişliği 5 km,  , yüzölçümü 47 ve havza alanı 296 kilometre kare  olan bu zümrüt göl; Arifiye ile Kartepe, Sapanca ile Serdivan arasında bir  ‘’CAN GÖLÜ ‘’ olarak sakin ama garip bir şekilde durmakta, tüm kainatın olduğu gibi  ‘’ insana hizmet’’ için, ‘’insanca’’ muamele beklemektedir.
                 Sadece CANSUYU değil,  bir ekosistem, bir flora fauna ve  vadiye sunduğu büyüleyici  güzellik ile göz kamaştırmakta, Sakarya’yı SAKARYA yapmakta, bölgenin  bütün güzellik ve cazibesini bu altın çanak sağlamaktadır. Göl yoksa, Sakarya bir iç şehir, daha kır ve kıraç hükmünde  bir coğrafya olacak,  yanında ‘’nazar boncuğu’’ gibi durmasaydı, asla bugünkü ‘’sevdalı’’ şehir olamayacaktı.
                 Başta Sakarya olmak üzere, iki il için de hayat memat olan bu eşsiz ‘’mavi suyun’’ kıymeti, layıkıyla bilindi mi sorusuna ise, maalesef gönülden ‘evet’ diyemiyor, ilgili kurumlar ve devlet olarak layıkıyla korunduğuna şahitlik edemiyoruz.
                 ‘’Nasıl olsa var ve orada duruyor’’ ünsiyet ve rutinleşmiş bir bakışla, yokluğu yaşanmadığı için, varlığı ve ehemmiyeti, hayati önemi hatırlanmamış, bolluk içinde asırlardır sunduğu serum gibi suyunun korunup kollanması konusunda maalesef üzerimize düşen yapılmamış, bir zamanlar eğilip  su içtiğimiz bir durumdan, yılların ihmali ve kadir bilmezliğimiz yüzünden bugün arıtılmadan içilemez hale gelmiş, getirilmiş bulunmaktadır.
                 Bu müthiş nimet; E5, TEM ve Demiryolu ile çepeçevre kuşatılmış, adeta ‘’ zincire ‘’ ve ‘’ prangaya’’ vurulmuştur. Göl esir, gölümüz tutsaktır. Üç dev yolun bu kadar yakınından geçirilmesi, gölün geleceğini tehdit eden en önemli yanlış olmuş, nazar boncuğu Sapanca  gölü, adeta cendereye alınmıştır.
                Göl suyunun geçmişteki  temizlik ve kalitesi ile bu günkü hali, bir zamanlar var olan balık türü zenginliği ile günümüzde kalanlar mukayese edildiğinde, gölün aldığı menfi mesafe  görülecek ve acı sonuç anlaşılacaktır.
                 Bütün bu olumsuz tehditlere, birde gölün ‘’beslenme kanalları’’ sorunu eklenmiş olup, her alanda kuşatma ve muhasara  kendini iyice göstermiş bulunmaktadır.
                Sakarya’nın artan nüfusu ve  suyun daha geniş kitlelere ulaştırılma mecburiyeti, Kocaeli’nin de artan su talebine, birde,  gölü besleyen derelerin suyuna el konulması ve kuraklık eklenince, su rezervi olarak ta SOS vermeye başlamış bulunmaktadır.Yani üstüne üstüne gidiyoruz.O’nun  da kaçacak hali yok, içine kapanıyor,için için yanıyor, çürüyor, ölüyor.
                Son olarak, sazlıklarda çıkan yangın da yaraya tuz biber olmuş, can çekişen ekosistemine bir darbe de buradan vurulmuştur.
                 Bu altın çanağa, bu müthiş hayat suyu deposuna, vadiye eşsiz güzellik  ve rant sunan bu güzel ‘’ SU ADASINA;’’ başta  ilgili kurumlar olmak üzere, özel ya da resmi kurum ve kuruluşlar, tüzel veya gerçek  kişilikler olarak, herkes, ama herkes, fert fert tüm Sakarya ve tüm Türkiye sahip çıkmalı, GÖZ BEBEĞİMİZ gibi korumalıyız. Unutulmamalıdır ki bu su, sadece bu ilin, illerin, tüm ülkenin değil, İNSANLIĞIN MALIDIR.
                 Sapanca gölü;  kıyısında  gezilip eğlenilecek sadece bir ‘’turizm değeri’’ değil, en ufak bir tozun bile girmesine tahammül edemediğimiz ‘GÖZÜMÜZ’ gibidir.
                 Bu gölün korunup kollanma vazifesi;  sadece ilgili kurumlar ve devlet ya da duyarlı bir iki siyasi ve üniversitelinin değil, herkesindir ve öyle olmalıdır. Herkes bu göle ve bu ‘’göze’’ sahip çıkmalı, üzerine titizlikle titremelidir.
                Yanından, kıyısından ya da kenarından  geçerken, gezer ve dolaşırken, O na bir başka bakmalı, Onu AZİZ ve MÜBAREK bilmeli, gözümüz gibi sakınmalı ve sakındırmalıyız. Altın bir tepsi de kapımız da  bize sunulan bu nimete nankörlük etmemeli, zerre kadar bir kirleticiyi bile bu gölün herhangi bir yerine asla ve kata atmamalıyız. İnsanların bu göl de yüzmesinin bile, kirletici etken olduğunu  unutulmamalıyız. O yüzülecek bir su değil, içilecek bir tabii meşrubattır. Siz, içecek suyunuz da yüzer misiniz?
                Evimizi, odamızı ve mutfağımızı, elbisemizi hatta bedenimizi bile kirletebiliriz, ama, milyonlarca insana ve bitkiye can veren bu hayat iksirini asla kirletemeyiz, kirletmemeliyiz.
                Vadisiyle havzasıyla, onu besleyen can damarları dereleriyle, dağları ve tepeleriyle bu zümrüt vadiye, bu nazar boncuğu göle sahip çıkmalı, daha fazla hastalanmasına izin vermemeliyiz.
                BU BÜYÜK NİMET, ELDEN TÜMÜYLE GİTMEDEN!!!