Osmanlı’da Ramazan Gelenekleri (II. Bölüm)

Osmanlı'da, Ramazan ayına has  gelenekleri konu ettiğimiz yazımızın ikinci bölümü:

-Huzur Dersleri

Ramazan ayının ilk on günü, padişahın da bizzat teşrifiyle sarayda tefsir dersleri yapılırdı. Şeyh’ül İslam nezaretindeki seçkin alimler, devlet ricali huzurunda Kuran-ı Kerim’den bir bölümü tefsir eder ilahi mesajı farklı açılardan ele alırlardı. Huzur  derslerine iştirak eden herkes, padişah da dahil olmak üzere, edeben diz üstü çöküp yerde oturmak zorundaydı.

-Tekne Orucu/Oruca Direk Vurma

Bu güzel gelenek, günümüze kadar ulaşabilmiş çocuklara dini eğitim ve ibadet disiplinin nasıl verilmesi gerektiğini  gösteren çok önemli bir pedagojik uygulamadır.  Oruç tutamayacak kadar küçük olan çocuklar, yarım gün, genellikle sabahtan öğle vaktine kadar, oruç tutarlardı. Bu çocuklara, yetişkinler çeşitli hediyeler alır Ramazan ayı çocuklar açısından unutulmaz bir şenliğe dönüşürdü. Çocukların tuttuğu bu yarım günlük oruca, oruca direk vurma ya da tekne orucu da denilirdi.

-Narh Defteri

Ramazan ayında, tüccarların sattıkları ürünlere,  fahiş oranda  zam yapması yasaktı. Fiyatları devlet belirlerdi. Fiyat belirlerken, öncelikle toplumun yararı göz edilir esnafın kârı, mümkün olduğu kadar  asgari düzeyde tutulurdu. Esnafın, yetkili mercilerden izin almadan fiyat arttırması kesinlikle yasaktı.

-İftar Adabı

Ramazan yardımlaşma ve dayanışma ayı olduğu için Müslüman ahali, iftar vakti evinin kapılarını daima açık tutar yolda kalmış  ya da yardıma muhtaç insanları; din, dil, ırk ayrımı yapmadan evlerine davet ederlerdi. İftar sofralarının olmazsa olmazı tabii ki misafirdi. Misafiri olmayan sofranın bereketi de olmazdı. Yemek iki bölümde yenilirdi. Birinci bölümde,   iftariyelik olarak adlandırılan su, hurma, tuz, çerez, şerbet türü hafif şeyler ikram edilirdi. Akşam namazı eda edildikten sonra asıl sofra kurulur konuklara ana yemekler sunulurdu.

-Arife Çiçekleri

Osmanlı’nın toplumsal hayatında çocuklar çok önemli bir yer tutmaktaydı. Dini bayramlar, çocuklar için birbirinden  güzel hediyeler ve yeni kıyafetler almak demekti. Aileler, çocuklarına bayram öncesi yeni elbiseler alırlardı. Çocuklar  arife günü bayramlıklarını giyer sevinç içinde sokaklarda boy gösterirlerdi. Halk, güzel giyimli bu çocuklara arife çiçekleri ismini vermişti.

-Sadaka Taşları

Sadaka taşları geleneği başlı başına bir erdem ve bir ahlak düsturudur. Cami, mescit, türbe ve  tekkelerin bahçelerine içi çukur taş/mermer bloklar konulurdu. Bu taş bloklara, yani günümüzün deyimiyle yardım sandıklarına, insanlar hayır hasenat için akçe ve altın bırakırlardı. Yardıma muhtaç kişiler de bu taşlara bırakılan paradan, kendi ihtiyaçlarını karşılayabilecek kadar olan kısmını alır ve hayır yapan kişiye dua ederdi. Sadaka taşlarının başında nöbet tutan bir görevli bulunmazdı. Çünkü dönemin serseri ve ayyaşı bile o taşların içinde yer alan sadakalara el sürmez böyle sefil bir davranışa tevessül etmezdi.

-Mahya Sanatı

Osmanlı’da Ramazan denilince akla gelen bir başka  gelenekte, mahya sanatıyla süslenmiş ışık kümelerinden oluşan yazılı  levhalardı. Başlangıcı 16. yüzyıla kadar uzanan bu sanat, her camiyi müstakil  bir kehkeşana dönüştürüyordu. İki minare arasına asılan ışık kümelerinde, insanları hayra ve takvaya davet eden ifadeler, çeşitli ayet ve hadisler yazılırdı. Bu gelenek, ilk olarak Fatih ve Beyazıt Cami’lerinde uygulanmıştır. Daha sonra Anadolu şehirlerine de yayılan bu ışıkla yazı yazma sanatı, günümüze kadar ulaşmıştır. Mahya ile süslenmiş camiler, kendi lisanlarıyla Rablerini tesbih ederek adeta gökyüzünde ışıldayan yıldızlara meydan okurlardı.

-Mum Alayı

Medine bulunan Mescid-i Saadet’te, normal zamanlarda altın şamdanlarda iki balmumu yakılırken Ramazan ayı gelince mum sayısı ona kadar çıkartılırdı. Resmi izin belgesi verilmeden bu işlem yapılamazdı. Belli kişiler/aileler bu önemli görevi yapabilirdi.

                                                                                                                                                         (Devam Edecek...)