Ahmet Kutsi Tecer’in mısralarıyla sesleniyorum sana: ‘Nerdesin?’ ‘Geceleyin bir ses böler uykumu/İçim ürpermeyle dolar, nerdesin?’ Bekliyorum, bilesin… Ocak da bitiyor, yalnızlığın ocağı daima yanıyor ama. Nergisler gelmedi Ada’ya henüz. Siyah nurlu yüzünü göstermedi. Bir ahşap ev hayâlini koruyor herkes. O evin eyvanında salep ya da kahve içmeyi. Bulvar, âheste; Çark Caddesi telâşlı insanların mekânı. Uzun Çarşı’da kahve kokuları bedava, camekânlar ve ezan sesi de. Orhan Camii’ni hiç söylemiyorum; o, öyle sade, öyle güzel, öyle candan özge ki.
Ama sen nerdesin? Ada’nın çınarlarını böyle çıplak görmeliydin. Gar meydanından yalnız geçmeliydin, içinde trenle uzaklara gitmenin hayâli. Uzaklar neresi sahi? Ne diyordu şair ‘gurbet ne yana düşer usta?’ Uzaklar ne yana düşer, diye soruyorum işte ben de. Uzaklıklar, kelimesiz konuşmalar, gözü kapalı bakmalar, uyanıkken rüyâ görmeler, gülden gül koparmalar. İşte bu beceriksiz oyunlarım senin için. Sana ‘nerdesin’ diye sorabilmek için. Bana ‘nerdesin’ diye sorabilmen için.
Ben Hâre Ebrû Evi’ndeyim; Hüsn ü Aşk’ı okuyor, Sen’i anlatıyorum. Duvardaki barut ebrûsu gibi gönlüm. Sana ‘Efendim’ demek en büyük muradım. Sana ‘İnci Dakikaları’ şiirini okumak Sezai Karakoç’un. Galib Dede’ye sordum, o da söylemedi nerde olduğunu. Bilen yok mu ki? Bir gören… Ben okuldayım hep, okulun merdivenlerini ağır ağır değil çabuk çabuk çıkarken görüyor beni herkes. Öğrenciler beni orda sanıyor. Oysa ‘ben başka yerdeyim’. Nerdeyim?
Osmanlıca metinler okuyoruz AKM’nin yanındaki o güzel bina var ya, işte orda. Nedim’in bir gazelini okuduk geçenlerde. O ne hüzünlü güzellikler, o ne gülerken kederlenmeler, o ne acılar, aşkınlıklar… Senin adın hep geçiyor. Ama sen adından başkasın. Çok başka… Çok daha fazla. Kelimelerin kalbini kanatacak kadar hem de. Senin yokluğunun hançerinden akıyor geçmiş yazlar. Adın örtüyor olmalı varlığını, ışığın kendine perde…
‘Senden özge âşinâm’ var mı sanıyorsun? Dünyaya bîgâne kaldım. Aslında hep öyleydim. Ama bunun farkına seninle vardım. Seninle farkına vardığım öyle çok şey var ki! Öyle çok şey var ki sende farkına vardığım. Yeni oluşmaya başlayan bir şeye yaklaşıyorum sanki. Bir mum ışığı, bir pervâne, bir gece yeter anlatmaya seni. Deli eder insanı işte tepeden tırnağa çiçek açmamış ağaç da. Koku olmadan da köpürebilir muhayyile. ‘Yıldızlar’ şiirini okumak için mi geldim dünyaya? ‘Yıldızlar’ şiirini Necatigil’in. Ve ‘Nilüfer’ şiirini.
Nerdesin? Bu bir sitem değil. Benim acizliğim. Şükür ki acizim. Şükür ki kalemimin mürekkebi bitiyor. Şükür ki defterlerin sayfaları sararıyor. Biliyor musun ben kaybetmeye alışkınım. Kütüphanemde olan ama günlerce bulamadığım kitaplar var hâlâ. Koyduğum yerde kaybolurlar. ‘Allah’ın koyduğu yerde/ Yıldızlar daima yalnızdır’ diyor ya şair, ben hâlâ olduğum yerde bile yokum. Çünkü öyle diyordu üstat: ‘Bu inciler sen olmasan bende bile yoktur/Oldukları yerde bile.’ Öyle işte.
Sen nerdesin? Ben nerdeyim? İnciler nerde? Kış işte… Sorular kar gibi. Örtüyorlar dilin bütün acemiliklerini. İçlenme sanatında usta değilim. Uzaklara bakma sanatında kalfa bile sayılmam. Ama Oscar Wilde’nin ‘Çırak’ı benim. Senin gözlerinde kendimi seyrettiğim için sen güzelliğini soranlara ‘onu görmedim’ diyeceğim. ‘Len terânî’ demiyor muydu Mevlâm. Musâ dilinin düğümü çözülsün diye dua ediyordu, ben, düğümlensin de susayım diye… Bundandır böyle sık sık nergislerden dem vuruşum.
‘Sana büyük bir sır söyleyeceğim’, sır sensin! Ben aynayım, sır sensin! Aynaya değil, sır’a bak. ‘Çırak’ öyle yaptı. Usta da. Hiçbir şey olamayan da. Sen bu sır’ı kimseye söyleme. Aynaya bakanlar varsın kendilerini görsünler. Sana ‘nerdesin’ diyen sadece benim. Çünkü ayna kendinde olandan gayrıdır. Bir gün kırılırsa bütün benler dağılır; sen kalırsın sadece. Senden başka ne var ki? Ordasın, biliyorum, sır söyle bana, ayna gurbete düştü; sıla kırıldı!
Şimdi oturmuş, ‘Nevâkâr’ını dinliyorum Itrî’nin. Bunun anlamı şu: Her şey bir büyüye dönüşüyor. Kitapları karıştırıyorum. Kimbilir ne zaman, ne için koyduğum küçük kâğıtlar düşüyor aralarından. Altı çizili satırların çizilme sebeplerini düşünüyorum. Oturup birini okumaya dalıyorum. Bütün çekmeceleri karıştırıyorum. Bütün ıvır zıvırlara bir tarih uydurmak gerekecek diye düşünüyorum. Gülüyorum kendi kendime. Ha, bu yazıyı o ‘üzerinde hiçbir şey yazamadım’ dediğim masamda yazıyorum. Ellerimden üşümeye başlıyorum…
‘Beni bana gösterecek aynamdı’, nerde? ‘Beni bana gösterecek anlamdı’, nerde? ‘Beni bana gösterecek lâmbamdı’, nerde?
Nerdesin?
Söylenmeye söylenmeye güzel kalır sevgili.
Sen de mi söylenmemeye talipsin!
Uzaklara, bir hayâl bile olmamaya…
‘Sardı karşı kıyıları karanlık’, bilesin!
‘Sesin nerde kaldı, her günkü sesin’
Nerdesin?