İslam ilim ve kültür mirasının yeni bir bakışla ele alınmasına mütevazı bir katkı yapmayı amaçlayan İlim Bilmez Tarih Hatırlamaz adlı kitap “Şerh ve Haşiye Meselesine Dair Birkaç Not” alt başlığıyla Dergâh Yayınları tarafından yayımlandı.
İslam dünyasının en tartışmalı hususlarından biri olan ve kimilerince ilim ve kültür hayatımızdaki gerilemenin müsebbibi olarak ilan edilen ‘şerh ve haşiye’ meselesine dair bir kitap var elimde: İlim Bilmez Tarih Hatırlamaz. “Şerh ve Haşiye Meselesine Dair Birkaç Not” alt başlığıyla Dergâh Yayınları tarafından yayımlanan kitap İsmail Kara imzasını taşıyor. Şerh ve haşiye literatürünün aslında klasiklerin bir parçası hatta bazı bakımlardan ta kendisi olduğunu iddia eden Kara, İslam ilim ve kültür mirasının yeni bir bakışla ele alınmasına mütevazı bir katkı yapmayı amaçlıyor bu kitapla.
Eser, “Tarihten Bugüne Gelirken Şerh ve Haşiye, Metin, Şerh ve Medrese Sistemi”, “Bugünden Tarihe Giderken Şerh ve Haşiye”, “Şerh Karşıtı Süreçlerin Bir Mantığı Var mı”, “Sonuç Yerine-Unuttuklarını Hatırla” ve “Ekler” olmak üzere dört ana bölümden oluşuyor. “Ekler” bölümüne “Sadece haşiyelerle meşgul olan ilim namına bir şeye sahip olamaz; kendini haşiyelerden müstağni addedenin de ilimden nasibi olmaz.” epigrafıyla başlanan kitabın en mühim hususiyetlerinden biri de bu bölümün ihtiva ettiği görsel malzemenin zenginliği. Şerh ve haşiye meselesini etrafında teşekkül eden birçok tarihî ve aktüel meselelerle, muhtelif ilim anlayışlarıyla, metin türleri ve dil-ifade şekilleriyle, medreseyle, oryantalizmle ve telif kitaplar çerçevesinde ve onlarla irtibatlandırarak değerlendiren Kara, kitabın sonuna eklediği Türkçe metinlerle şerh, haşiye, zeyl, tercüme gibi konuları vuzuha kavuşturmayı hedefliyor.
Bilhassa son iki asırda kıymetsizleştirilen ve itibardan düşürülen şerh ve haşiye geleneğinin müslüman Türkler için taşıdığı tehditkâr anlamın altını çizen yazar, bu geleneğin Türklerin İslam tarihine dahil olmalarıyla paralel bir gelişme gösterdiğini ve şerh ve haşiye edebiyatını ihmal etmenin tabiri caizse Türklerin İslam tarihi içerisindeki yerini ihmal etmek manâsına geleceğini ifade etmek suretiyle önemli bir hususa dikkat çekiyor. Bu yaklaşım, zihinleri alafrangalılık ve oryantalizmle malûl müslüman entelektüellerin de katkısının olduğu İslam tarihinden müslüman Türkleri tasfiye etme projesinin bir parçası mıdır? Bu soruya hiç düşünmeden “evet” cevabını veriyor İsmail Kara.
Şerh ve haşiye, bilindiği üzere sadece İslam dünyasına ait türler değildir. Kutsal metinlerden klâsik felsefeye, büyük medeniyet havzalarından günümüze kadar ulaşan şerh, haşiye, talikat, zeyl gibi türlerin İslâmî ilimlerle sınırlı olmadığının da altını çizmek gerekir. Felsefeden matematiğe, ilmihalden lügate kadar birçok alanda hükmünü yürüten şerh ve haşiye yazma geleneği “sadece meşru ve muteber bir ilmî-talimî faaliyet ve telif tarzı değil aynı zamanda ilim yolcusu olmanın bir gereği, hoca-talebe münasebetlerinin tabiî ve hatta zarurî bir uzantısı” olarak karşımıza çıkmaktadır.
“Bir gün Sahaflar Çarşısı’ndan geçerken Esmâr-ı Esrar namında bir risâle gözüme ilişti. aldım, mütalâa ettim; bilimum turuk-ı aliyye pîrân-ı kiramın (tarikat şeyhlerinin) silsile-i tarikatını gösterir bir hazine-i irfan buldum. O dakikada kalbimde bu zümerât-ı kiramın teracim-i ahvaliyle meşgul olmak emeli husule geldi (...) Tarîk-i tedkike koyuldum. yirmi seneyi mütecaviz tetebbuatta bulundum. Birçok şehirler gezdim. Tahkikatta, tedkikatta niceler elde ettim. Bu eser vücuda geldi. Hüsnüniyetle çalıştım. Noksanı çoktur, ihtimal ki hatîâtı (hataları) da o nisbettedir.”
Yukarıdaki satırlar, Hüseyin Vassaf Efendi’nin Sefine-i Evliya-yı Ebrâr Şerh-i Esmâr-ı Esrar adlı eserinin mukaddimesine ait. Mehmed Sami es-Sünbülî’nin Esmâr-ı Esrar (1900) adlı 54 sayfalık telif eserine üstelik şerh ve haşiyelerin ilimden sayılmayıp küçümsendiği bir dönemde yazılmış 2500 sayfalık devasa bir şerh olan Sefine-i Evliya-yı Ebrâr Şerh-i Esmâr-ı Esrar’dan hareketle şerh ve haşiyelerin gelenek içerisindeki yerini ifade ediyor Kara. Olumsuz yaklaşımların bir bakıma oryantalist bir anlam taşıdığını söyleyen yazar, şerh ve haşiye literatürü hakkında bilhassa son iki asırda zihinlerimize oryantalistler tarafından yerleştirilen küçümseyici ve toptancı hükümleri sorguluyor. Oryantalizmin büyük eserlerinden İslâm Ansiklopedisi’nde ünlü müsteşrikler tarafından yazılan ‘Şerh’ maddesinin iki, ‘Haşiye’ maddesininse tek paragraftan ibaret olduğunu düşünürsek kitabın hem bu zihniyete hem de bin yıllık muhteşem birikimi şerh ve haşiye edebiyatı diyerek küçümseyenlere bir cevap ve reddiye niteliği de taşıdığını rahatlıkla söyleyebiliriz.
Kitabı okuduktan sonra, müslüman aydının imtidâdını gerçekleştiren bir unsur olarak değerlendirmek mübalâğa olmayacaktır sanırım şerh ve haşiye edebiyatını. Son olarak, böyle bir çalışma için hem İsmail Kara’ya hem de Dergâh Yayınları’na müteşekkir olduğumuzu ifade etmeliyim.