Önceki yazımda Ahilik konusuna bir giriş yapmıştım. Bu yazıda, Ahiliğin temeli olarak fütüvvete Kur’an’da dayanak teşkil eden ayetlerden örnek verip, İslâm toplumundan Anadolu’ya Ahiliğin girişi konusuna değineceğim.

Kur’an’da koruyla ilgili ayetlerden bazıları incelenecek olursa örneğin; “(İçlerinden bazıları), “İbrahim denilen bir gencin onları diline doladığını duyduk” dediler.” Enbiyâ, 21/60; “Oradan uzaklaştıklarında Mûsâ beraberindeki gence “Öğle yemeğimizi getir, bu yolculuğumuzdan dolayı çok yorgun düştük” dedi.” (Kehf, 18/62).

Îsâr kelimesi ise Kur’an-ı Kerim’de başkasını kendine tercih etme anlamında Haşir suresinde geçmektedir.

“Onlardan önce bu yurda yerleşmiş ve gönülden inanmış olanlar, kendilerine göç edip gelenleri severler, onlara verilenlerden dolayı içlerinde bir rahatsızlık duymazlar; ihtiyaç içinde olsalar bile onları kendilerine tercih ederler. Kim nefsinin bencilliğinden korunmayı başarırsa işte kurtuluşa erecekler onlardır” (Haşir 59/9).

Beraberinde yine îsâr kavramı üstün kılma anlamında Yusuf suresinde geçmektedir;

Dediler ki: "Allah'a andolsun, gerçekten Allah seni bize üstün kıldı. Gerçekten biz suç işlemiştik (Yusuf, 12/91).

Îsâr yani başkasını kendine tercih etme, toplumumuzda da sahabi hasleti olarak bilinmekte ve erdemli bir davranış olarak yüceltilmektedir.

Fütüvvet kelimesi tasavvufî bir terim olarak Hicri 2. asırdan itibaren dönemin önde gelen sûfîleri tarafından kullanılmaya başlamıştır (Uludağ, 1996: 259). Fütüvvet kavramını ilk olarak Ca’fer es-Sâdık’ın kullandığı bilinmekte olup, “Ca’fer es-Sâdık fütüvvet hakkında şunları söylemektedir: “Bize göre fütüvvet budur; Eğer bize bir nimet verilirse onu başkasına veririz; bir şey verilmezse şükrederiz” (Kuşeyrî, 2014: 447). Hicri 2. asrın sonları ve Hicri 3. asırda Nişâbur’da “fityân” isimli bir topluluk olduğu ve bu topluluğun da bir reislerinin olduğu ifade edilmektedir (Gölpınarlı, 2011: 17).

Şu halde fütüvvetin birinci olarak gençlerin oluşturduğu fityan grupları ve ikinci olarak da bunun üzerinden şekillenen asıl olarak ahiliğin temelini teşkil eden erdem oluşumu olduğu anlaşılmaktadır. Bu ikinci ve bizim de dikkat çekmek istediğimiz fütüvvet; tasavvuftan beslenen, tevazu, îsâr ve civanmertliği esas alan, peygamberlerden kalma ahlâk yoludur.

Abbasî halifesi Nâsır Li-Dînillâh (575-622/1180-1225) konumunu güçlendirmek, devleti eski gücüne kavuşturmak için teşkilet mensuplarının desteğini almak, beraberinde fütüvveti Anadolu’ya ve başka coğrafyalara da yayarak nüfuz alanını genişletmek düşüncesiyle Fütüvvete resmî bir nitelik kazandırmıştır. Böylece ilk olarak Halife Nasır döneminde fütüvvet kurumsallaştırılmıştır.

Halife Nasır 45 sene hüküm süren hilafetinde, öncelikle askeri ve sosyal alanda bir takım çalışmalar yapmış, içerde toplumsal bütünleşmeyi sağlama ve sosyal etki merkezlerini kendi etrafında toplama adına farklı mezhep ve tasavvuf unsurlarını uyumlaştırmaya çalışmış, bu arada aynı zamanda tasavvufi bir yönü de olan fütüvvet yapılanmasına özel önem vermiştir. Sühreverdi isimli bir mutasavvıfı yanına danışman alan, hilafet ve tasavvuf arasında bağ olduğunu değerlendiren Halife Nasır’a göre; “halife, Allah’ın yeryüzündeki temsilcisi ve vekilidir. Halife, İslam’ın dinî, siyasî ve içtimai düzenini sağlayacak en nihai garantör konumundadır. Halife, şeriatın getirdiği bütün hukukî müesseselerin başında olmalıdır (Uluç, 2004: 35-38). Bu müesseselerin en önemlilerinden biri de fütüvvettir.

Halife Nâsır ilk olarak, halifeliğinin ikinci yılında (583/1182) Bağdat’taki Nikâbetü’l-Fütüvve isimli fütüvvet koluna üye olmuştur.

Halife Nâsır, teşkilatın sade ve basit bir üyesi olmaktan ziyade, diğer alanlarda olduğu gibi fütüvvet teşkilatını da birleştirmek ve bir düzene sokmak için çalışmalar başlattı. Bu vesileyle İslam dinini savunan bütün cereyanları ve düşünce akımlarını kendi hilafet çatısı altında toplamayı amaçlamaktaydı. (Kayaoğlu, 1982: 221). Zaten fütüvvet teşkilatına girişinden yaklaşık yirmi beş yıl sonra da (604/1207) artık kendisinin fütüvvet teşkilatının tek lideri olduğunu ilan etmiştir (Kayaoğlu, 1982: 223).

Fütüvvet teşkilatı tasavvufla da iç içe geçmiş bir yapı olarak aynı zamanda insanları güzel ahlâka yönlendirme, iyiyi doğruyu gösterme ve toplumsal huzuru sağlama gibi bir işlev üstlenmişti. Bunda, İslâm dininin el emeğine önem vermesi, çalışmayı değerli bulması, her mesleğin piri olarak bir peygamberin örnek şahsiyet haline getirilmesi ve mesleğin kutsallaştırılması gibi durumların da neticesinde teşkilatta yer alan zatların aynı zamanda tasavvuf yönlerinin olması etkili olmuştu.

Fütüvetin tasavvufi yönü noktasında Halife Nâsır’ın teşkilatın Nikâbetü’l-Fütüvve kolunda reîsü’l-fityân olan Abdü’l-Cabbâr elBağdâdî’ye intisap ettiği ve bu şeyhin elinden fütüvvet elbisesi giydiği (Uluç, 2004: 40) bilinmektedir.

Yine Halife Nasır döneminde fütüvvete girmek için; erkek, büluğ çağında, akıllı, şahsiyetli, iyi ve muteber olma koşulları aranmaktadır. Bu koşullar güncellenebilir fakat asıl olan, dürüstlük, itibar, mesleğin gereklerini hakkıyla yerine getirme gibi hususlar biçiminde belirlenebilir.

KAYNAKÇA

Gölpınarlı, Abdülbâki (2011). İslâm ve Türk İllerinde Fütüvvet Teşkilâtı, İstanbul: Erkam Yayınları.

Kayaoğlu, İsmet (1982). “Halife en-Nâsır’ın Fütüvvete Girişi ve Bir Fütüvvet Buyrultusu”, AÜİF Dergisi, C. 25, S. 1, ss. 221-227.

Uluç, Tahir (2004). Kamer’ul Huda Şihabeddin Ömer Sühreverdî Hayatı, Eserleri, Tarikatı, İstanbul: İnsan Yayınları.

Uludağ, Süleyman (1991). Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, İstanbul: Yaylacık Matbaası.