Her şehri sevdiren insanlar vardır hayatta. Şehri, hayatı, dünyayı. Vefa abidesidirler onlar, vefa, saygı, sevgi. Ne zaman başınız sıkışsa, bir ele, bir rehbere, bir kolaylaştırıcıya ihtiyacınız olsa, bir bakarsınız onlar yanınızda bitivermiş, görevlerini üstlenmiş, sorununuzu çözüvermişlerdir. Pek görünmezler onlar ortalıkta; ihtiyaç anında ortaya çıkıverirler yanı başınızda.O kişiler bin bir zorlukları karşısında hayatınızı güzelleştiren kolaylaştıran ve anlamlaştıranlardır.  

Bu kişilerden birisi benim için Veysel Karafilik’tir.

Engürülü Veysel. Engürülü yani Angaralı, yani Ankaralı.

1950’lerin ortalarında, Kırıkkale’nin il olmasına şöyle böyle otuz, otuz beş yıl kala, henüz Kırıkkale Ankara’ya bağlı bir ilçeyken doğduğundan Angaralı Veysel diye tanıdık, bildik, hafızamıza yazdık biz onu.

Aslında Çorumludur o; Çorum Sungurlu Yorgalı’da İsmet Ağa’nın Zeynep Hanım’dan doğan üçü erkek biri kız, dört çocuğunun en büyüğüdür. Edebiyat öğretmeni Osman, şair, kişisel gelişim üstadı, teknik öğretmen Adem ile İşletme Fakültesi mezunu ev hanımı Mahi’nin ağabeyidir o.

Kale ve Kırık köyleri MKE fabrikasının kurulmasıyla, 1930’lardan itibaren, önce kasabalaşacak, sonra ilçeleşecektir. Köyde ise ekmek de imkanlar da sınırlıdır elbette.  İsmet Ağa, dört evladının rızkını Gırıkkale’de, fabrika dişlileri, tabanca tetikleri arasında aramaya karar verir. Artık komşu ilçe Kırıkkale’dedirler. İsmet Ağa da emekçilerin çok sevdikleri aşçı arkadaşlarıdır. Çocuklar 1962’den itibaren Kırıkkale’nin elbette plansız imarsız tozlu topraklı yollarında büyüyeceklerdir. O yıllarda bütün Anadolu şehirleri aynı değil midir zaten.

Ahmet Arıca’nın rahle-i tedrisinden geçerler bir grup arkadaşıyla. Ağbi ve arkadaşları arasında kimler yoktur ki Veysel’in: Bugünün öykü yazarları Hüseyin Su, Ömer Lekesiz, Necip Tosun, şair Cahit Yeşilyurt, yönetmen Mesut Uçakan, senarist Ahmet Tezcan… vedaha niceleri.

Güzel anılar güzel dostluklar güzel arkadaşlıklar biriktirerek bitirir Veysel Karafilik, ilk, orta, liseyi. Çok da başarılı bir öğrencidir; önce ODTÜ Sosyolojiyi kazanır. O yıllardasosyalist/komünist olmayana ODTÜ’de yaşam hakkı, nefes hakkı, hele diploma hakkıimkansız gibidir. O günlerde Sakarya nefes almaya daha müsaittir, onun gibi inananlar için; 1977 Ekiminde İşletme Mühendisliği bölümü açılmıştır, Veysel de en yüksek puana sahip birisi olarak elbette 1 (yazıyla bir) nolu öğrenci olacak ve bölümün tarihine geçecektir.

Türkiye’de hemen her gün üç beş üniversite öğrencisinin katledildiği, yaban güçlerle katlettirildiği demek daha doğru belki, o yüksek ateşli anarşili terörlü günlerde Adapazarı bir huzur yurdudur adeta.

Veysel Karafilik’in okuduğu bölümün yıldız hocası İktisat Profesörü Sabahattin Zaim’dir. Sabahattin Hoca, Anadolu’nun farklı farklı illerinden genç asistanları İktisat bölümünde göreve başlatır, sene 1977’dir; Kayseri’den Abdullah Gül, Konya’dan Sami güçlü, Gaziantep’ten Salih Şimşek, Osmaniye’den İbrahim Mete Doğruer’dir o asistanlar. Sınıfın/bölümün yıldız öğrencisi Veysel Karafilik’in bu dört isimle o yıllarda başlayan yakın dostluk/ağabeylik ilişkisiyaklaşık kırk yıldır eksilmeden devam edecektir

Bu fakirin de Veysel Bey’le kırık yıllık kadim dostluğu o günlerde başlayacaktır zaten. Tanıştığımız 1978 Ekiminde, hem İşletme Mühendisliği bölümünde üst sınıftan ağabeyimizdi, hem de fikren / ruhen ait olduğumuz MTTB’den (açılımı Milli Türk Talebe Birliği).

Yirmisine yeni basmış iki Türk genci olarak, üç yıl sürecek yakın arkadaşlığımız oldu Gırıkkaleli Veysel ile. O günlerden zihnimde kalan izlenimler: İç Anadolu şivesiyle konuşan, yani k’leri boğuk derinden içeriden bir g ile söyleyen karayağız, Neşet Ertaş türkülerine düşkün, Necip Fazıl’a hayran, MTTB’nin Büyük Doğu koluna mensup, İhvan Kitabevi’nin müdavimi, güzel pilav yapan, kendine özgü yazı stili olan, arkadaşları, kirada oturduğu yerlerdeki komşuları ve çevresi ile kolay diyalog kurabilen bir yiğit delikanlı. Bir de mezun olduğu günlerde bana söylediği, hatta yazdığı şu sözü: ‘Üç hedefim var Fahri gardaşım: İyi bir mühendis olmak, iyi bir baba olmak, güzel giyinen biri olmak!’’ Yaklaşık kırk sene sonra, bu üç hedefini de bihakkın gerçekleştirdiğine şahit olanlardanız.

Kader ağlarını örecek ya; Fatih Sultan Mehmed’le İslâm’ı ve Türklüğü tanıyıp da Müslümanlığı seçen Boşnaklar, dört asır sonra ata yurtlarında, sırf Müslüman oldukları için, aynı dilin konuştukları fanatik Hristiyanlarca bin bir cefaya tabi tutulunca, Yontaroviç Ailesi Bosna’dan Anadolu’ya hicret ederler. Osmanlı can çekişse de hâlâ büyüktür; Rumeli’den huzura koşan mazlum, mahzun, mağdur milyonlara kucak açar, Yontaroviçlerin nasibine de Adapazarı Karaağaçdibi düşer. Aradan üç çeyrek asır kadar zaman geçer. Yontarların incecik ipincecik, her Boşnak gibi bembeyaz tenli, akıllı, becerikli kızı Fatma da, Endüstri mühendisliği öğrencisidir; kader bir Anadolulu yiğitle bir Rumelikızçesinin kalbini gönlünü hayatını Ozanlar’daki barakalarda eğitim veren mühendislik akademisinde kesiştirecek, bir süre sonra da onlara nurtopu gibi üç kız evlat armağan edecektir: Sabanur, Betül, Beyza.

Unutmadan; bu mühendis karı-kocanın üç kızı da tıp doktorudur ya, Allah’ın tokadı yok, üç damatta mühendistir. Rabbim yuvalarını huzurlu, işlerini bereketli, gönüllerini mutlu kılsın.

O kara gece, elim 17 Ağustos 1999 faciasına kadar Adapazarı’nda her Cuma akşamı Birlik Vakfı muhabbetlerini birlikte telezzüz, tevarüs ve temellük ettiğim,her Cumartesi akşamı  yeşil sahalarda, yeşil saha dedikse halısı yeşil, çimeni değil elbet, birlikte top koşturduğum Veysel kardeşim, tam tamına lugattaki disiplin, cömertlik, fedakarlık, gösterişsizlik, daima hazır ve nazır olma, tedbirlilik, ihtiyatlılık, plan ve program, görev adamı kavramlarının bizzat yaşayanı, yaşatanı, yaşatıcısıdır.

Depremin vuku bulmasından dakikalar sonra, daha güneş aydınlanmadan üç kızını ve hayat arkadaşını arabasına atan Veysel Karafilik, gönlündeki vatan hasretini kana kana içercesine ve giderircesine başkente sığınmıştır; o gün bugün Ankara’dadır.

Hep mühendis, hep planlamacı, hep sistem kurucusu, hep sistem yürütücüsü. Bir süredir kalite, sistem, üretim denetcisi.

Ha unutmadan; bizim mühendis Fatma Karafilik’ten ise örnek mi örnek, başarılı mı başarılı, faydalı mı faydalı bir sınıf öğretmeni oldu. Hatta ortaokullara Türkçe yardımcı ders kitabı yazacak kadar. Tabii ki benim dilimden de hiçbir zaman kurtulamadı: ‘Nasılsın Fahri?’, ‘İyiyim Fatma, yoğunum, yeni bir kitap hazırlıyorum’, ‘Aaaa, öyle mi, ne güzel. Hangi konuda?’, ‘Balkanlarla ilgili ders kitabı Fatma’, ‘Hangi dilde?’, ‘Boşnakça!..’, ‘Ama sen Boşnakça bilmezsin ki Fahri’, ‘Sen bir Boşnak olarak Türkçe ders kitabı yazıyor, milyonlarca Türk çocuğu da okulda okuyor da, ben niye Boşnakça yazmayayım’; her seferinde hane halkının kahkahası ile sona eren konuşmalarımızdandır Fatma kardeşimle bunlar bizim.

Kızım Ayşenur, daha lise öğrencisiyken kış tatilinde Ankara’ya gitmiş, yaşıtı Beyza Karafilik’le yedi gün yedi gece, bu cadde senin şu kültür merkezi benim, Ankara’yı yaşamışlardı.

Dönüşte kızımın ilk sözleri şu oldu: ‘Veysel Amca ile çok birbirinize benziyorsunuz baba; ikiniz de her şeyi yazarak çizerek anlatıyorsunuz, ikinizin de kütüphanesinde yüzde seksen aynı kitaplar var, ikiniz de ‘bu üç nedenle şöyledir böyledir’ diye sayılarla anlatıyorsunuz, ikiniz de günü detayları ile programlıyorsunuz, ikiniz de çaktırmadan her şeyi ve herkesi kontrol ediyorsunuz…’

Analitik bir zekaya sahiptir bizim Veysel. Günlük hayattan iş hayatına, siyasetten ekonomiye; en basit bir konuyu bile mantıkî bir analizle, tahlille, örgüyle anlatır bizlere.

Ve bir grupta o varsa, bir kurumda o varsa, bir mekanda o varsa, sessiz sedasız iletişimi, organizasyonu, ayarlamaları o düşünmüş, tedbirini almış uygulamaya geçmiştir bile.

Ankara’da Hece’nin, Yükseliş’in, Sakaryalılar Grubu’nun perde arkasındaki kahramanlarındandır; sessiz sedasız birçok kırgını, dargını, mesafeliyi bir mekanda bir iklimde bir amaçta buluşturur. Bu nedenle ona ‘404 Veysel’ bile denilse yeridir.

Birçok kişinin sır katibi, sır küpü, sır dostudur. Az ve öz konuşur.

Mükrimdir; ikramı, yedirmeyi içirmeyi, mutlaka bir şeyler ikram etmeyi çok sever.

Altmışına yaklaştığı şu günlerinde, upuzun lüle lüle saçlarının hâlâ simsiyah oluşunu kudret marka saç boyası kullanıyorumsözleryle izah eder. 

Ona, onun ağzına, onun telaffuzuna en çok yakışan kelimeler: ‘Üstadım’, ‘Güzel akşamlar’, ‘yaklaşık eşit.’

Kendisini Ankara’nın sahibi, Ankara’nın vekili, Ankara’nın temsilcisi hisseder. Ankara’ya gideceksiniz diyelim; artık onun emin ellerine teslimsiniz demektir; hangi kurumlarda işiniz varsa randevularınızı alır, Ulus’ta sizi karşılar, gideceğiniz yerlere en kısa en etkin en yararlı biçimde ulaştırır, yeme içmenizi konaklamanızı organize eder, TYB’ye mi, Hece’ye mi, hangi dostlarınıza uğrayacaksınız bizzat refakat eder… Ankara’dan ayrılana kadar ona emanetsinizdir; sizi şehrin çıkışında uğurlamadan da evine dönmez. Kişisel şahitliğim ve gözlemim kadar, daha kaç arkadaşımdan işitmişimdir bunları.

VeyselKarafilik bizim Ankara’mızdır; Hacı Bayram Veli’mizden renk, Aslanhane Camiinin banisi Ahi Şerafeddin’den koku, Ankara Kalesi’ndeki Erzurumlu Hasan Dayı’nın çayında bizlere kalan demdir.

O bizim ortalıkta görünmeyen, ama her zaman tam zamanında ve kıvamında yanımızda oluveren kahramanımızdır.

Veysel Karafilik; gösterişsiz kahramanımız bizim!