SONUÇLAR
Sonuç olarak bu kapsamlı çalışmamızdan çıkaracağımız sonuçlar, elbette tartışılabilir sonuçlar olacaktır. Ancak insanlık tarihi, Kabil soyu Mu-Atlantis, ortaya çıkan Ye'cuc-Me'cuc ve Yaklaşansaat'le ilişkisi konularında ulaştığımız bu "sonuçlaryahut tezler sistemi" tartışılır olsa da; bizim için gerçeğe en yakın sonuçlardır. Ayrıca giderek artan bilimsel, arkeolojik araştırmalar ve Yaklaşansaat'in alametlerinin bu çalışmamızı doğrulayacağı kanaatini taşımaktayız. İşte vardığımız sonuçların bir özeti:
1) İnsanlığın kökeni, yaşadığı ilk Dünya bahçesi; "Mekke merkezli Aden-Yemen-Umman bölgesi"dir, yani "Güney Arabistan"dır. İnsanlık buradan Dünya'ya yayılmıştır ve üç yayılma yönü vardır: Birinci yön; Aden körfezinden Güneydoğu Afrika yönündedir. İkinci yön; Arabistan'ın ortasından Mekke-Medine istikametindedir ve buradan da Ortadoğu veMezopotamya'ya ya yayılmıştır. Üçüncü yön ki bu araştırmamızın temel konusunu teşkil eder; Umman körfezinden Doğu'ya;Kabil kapısından Asya yönünedir.
2) Kabil soyu, Asya'da yoğunlaşarak "Mu toplumu"nu ve daha sonra da "Atlantis toplumu"nu oluşturmuştur. Bu toplumlar, Adem- Nuh tufanı zaman aralığında yaşamış "kadim toplumlar"dır. Bu toplumlara, ikisinin ortasında Pasifik'te batmış olan "Lemurya kıtası"nda yaşayan "cin-şeytan toplumu" komşuluk ve rehberlik etmiş ve "İblis merkezli Güneş(Ra) dini ve kültürü" egemen olmuştur.
3) Bu kadim Mu-Atlantis toplumlarındaki tüm gizemli-şeytani semboller, törenler, dini ritüeller ve çok tanrıcılık; bu toplumlar, Tufan'la yok olmasına rağmen; Nuh tufanından sonraki toplumları; özellikle Eski Mısır, Eski Yunan, Sümer-Babil, Moğol, Çin, Hint, Japon toplumlarını da etkilemiştir. Bu etkilemenin iki yolu vardır: Birincisi; Nuh tufanından kurtulan yüksekte yaşayan az sayıda topluluklar, bu dini-kültürel aktarımı yapmışlardır. İkincisi; cinlerin, hatta cin-şeytanların hepsi ve tabii ki İblis, tufanda helak olmamışlardır ve bu "şeytani dini", Tufan sonrası Nuhoğullarına aktarma görevini hakkıyla(!) yerine getirmişlerdir.
Lemurya şeytanlarının dostlarına yazdırdıkları "Lemurya Yolu" kitabında bu gerçeği bakın nasıl itiraf ediyorlar:
"Ama bizim fikirlerimiz, yaşam tarzımız ve bilgimiz, Dünya'nın birçok bölgesinde, özellikle yerli halkların kültürlerinde, bazılarımızın yaklaşan felaketten kurtulmak için kaçtığımız topraklarda varlığını sürdürürler. Biz Amerikan yerlilerinin, Aborjinlerin, Peru yerlilerinin, Hawaililerin, Tahitililerin, Samoalıların, Tibetlilerin ve daha birçoklarının bizim soyumuzdan geldiklerine inanıyoruz."
Aslında burada, bu topluluklarla, özellikle yerlilerle bütünleştikleri, Nuh sonrası Mısır gibi antik toplumları manipüle ettiklerini itiraf etmiş oluyorlar.
Bugünkü masonluğun köklerini ve gizemli ritüellerinin kaynağını Mu-Atlantis'te ve elbette Lusifer(İblis)'de aramak gerekir. Bugün masonlar, bu bağlantıyı eserlerinde ilan etmekten şeref duyuyorlar. Masonluğun kurucusu Lusifer'dir. Masonluk,Süleyman Peygamberden ve müminlerden rövanş almak için organize edilmiş olsa da, masonik tarikatın sembolleri-ritüelleri ve kutsalları, köklerini Mısır'a, oradan da Mu ve Atlantis'e dayandırmaktadır. "Yüzüklerin Efendisi" filmi, bu rövanşın en açık belgesidir. Sitemizde bu filmin analizi yapılmıştır, dileyen bu analizi okuyabilir.
4) Kabil'den itibaren cin-şeytanların etkisine giren bu Mu-Atlantis toplumlarının, bugün İblis'in medyumları ve ışık işçileri(!) tarafından açık ve gizli propagandası yapılmaktadır. Öyleki bu kadim toplumların, çok gelişmiş, bu çağın da ilerisinde; Güneş enerjisiyle gemiler işleten, ses enerjisini kullanan, DNA üzerinde çalışmalar yapan "altın çağ toplumları" olduğu yalanı, maalesef birçok yazarların kitaplarında flaş iddialardır. Bütün bunlar, aldatma aldanma sonucu ortaya çıkmış, birtakım Mu-Atlantis araştırmacılarını da etkilemiş yaldızlı palavralardır.
Mu-Atlantis toplumları, bu çağ teknolojisiyle hiçbir ilgisi olmayan, ilkel sayılabilecek ve elbette kendi çağlarına göre organize toplumlardır. Kaydettikleri en büyük gelişme; her türlü sihir-büyü tabanlı karanlık işler, şeytanlarla dostluklar kurmak ve onların manipülasyonunda; nesebi ve nesli bozarak Sonsuz Yüce Allah'ın azabını davet etmektir.
Bugün Yaklaşan saat'te dünya insanlığını tamamen ele geçirme peşinde koşan İblis, melek postuna bürünerek, önce Atlantis edebiyatıyla Atlantis'i göklere çıkarıyor; sonra da: "Ey insanlar sizler Atlantis çocuklarısınız, tekrar Dünya'da yeni Atlantis'i kurmak istiyorsanız, kalbinizi ve beyninizi bize teslim edin." diye her ay ışık işçilerine(!) mesajlar yayınlıyor.
5) Mitolojilerde "devler" olarak geçen Ye'cuc-Me'cuc, insanlık tarihinin birinci periyodunda; yani Adem-Nuh arasındaki dönemde; muhtemelen Enok(İdris) Peygamberin babası Yeret zamanında ortaya çıkmıştır. Mu-Atlantis toplumlarının kızlarıyla, Lemurya cin-şeytan toplumunun öncülerinin birleşmesinden Ye'cuc-Me'cuc devleri ve cüceleri ortaya çıkmıştır.Devler, oldukça boylu ve güçlü oldukları için insanlara büyük zararlar vermiş; Dünya'da kaos oluşturmuşlar ve mitolojilere geçmişlerdir.
"Texas'daki Mt Blanco Fosil Müzesi"nde bir Dev iskeletinin uyluk kemiği uzunluğu 47inç(120 cm). 1950'nin sonlarında, Türkiye'nin güneydoğusunda Fırat Nehri vadisinde yapılan çalışmalarda Devlere ait birçok mezar ve kemik bulunmuştur. Bu Dev ayakta iken uzunluğu 14-16 feet (427 cm-488 cm) dir. Devlerin soyları da zamanla insanlar gibi kısalmıştır. Bu kemik muhtemelen Dev soyundan birisine ait olmalı.
Bu insan-cin ilişkisinden ortaya çıkan insan benzeri yaratıkların, insanların ve cinlerin üstün özelliklerini toplayan "üstün insan" beklentisi,insanların da, cin-şeytanların da bir beklentisiydi. Böylece İblis, bu ara üretimle, insanlığı tamamen kontrol altına almayı ve kendisinin kölesi yapmayı planlamıştı. Ancak tüm planlar, "Allah'ın Planı"nın içindedir, Allahneyi dilerse o gerçekleşir; Allah'a köle olanlar kurtuluşa, İblis'e tabi olanlar ise yok oluşa sürüklenir. Böylece şeytani beklentiler suya düşmüş; akli melekeleri zayıf, bedensel yapıları anormal büyüklükte yahut küçüklükte; hem insanlara ve hem de cinlere düşman lanetli yaratıklarortaya çıkmıştır. İşte "Ye'cuc-Me'cuc milleti"nin aslı budur.
Bugün de "üstün insan" yaratma hevesinde olan evrimci-bilimciler, nasıl bir ateşle oynadıklarının farkında değillerdir. Şayet bu bilimciler; az bilgiyle, bazı deneysel başarılarla, evrimin kerametine(!) inanarak bu yolda hırsla ve hevesle çabalarını sürdürmeye devam edecek olurlarsa aynı akıbete uğrayacaklardır, bundan şüpheniz olmasın!
6) O halde Ye'cuc-Me'cuc'un iki ana üretim merkezi vardır. Birincisi;Asya'da Mu toplumu, ikincisi; Atlas okyanusunda batmış bulunan Atlantis toplumu. Üçüncü bir merkez gibi gözüken Kafkasya'nın durumu bizce tartışmalıdır. Kafkasya'da cin-şeytanlarla böyle bir ilişkiye giren bir toplumun varlığı konusunda hiçbir kayıt, delil yahut işaret yoktur. Üstelikte burada ortaya çıkan ve Kafkasya'da yaşayan topluluklara zarar verendevler; Ye'cuc-Me'cuc, Nuh tufanından daha sonra ortaya çıkmıştır ve çıkış kapıları da Zu'l-Karneyn tarafından kapatılmıştır. Biz bu devlerin, Tufan'dan kaçıp Kafkas dağlarında saklanan "artık devler" olduğu kanaatindeyiz.
7) Nuh Tufanı, sadece Dünya'nın sular altında kalması değildir. Bu bir sonuçtur ve bu sonuç, Nuh öncesi uygarlıkların silinmesi ve örtülmesini sağlamıştır. Böyle evrensel bir Tufan'ın olması için; "çok sayıda kuyruklu yıldızın, Dünya'ya çarpması, atmosferde sürekli su buharı bırakması, magmanın hararetinin ve basıncının artması sonucu şiddetli depremler ve volkanik patlamaların oluşması; bazı karaların batması ve bazı karaların yahut dağların ortaya çıkması" gerekir. İşte Dünya sular altında kalmadan önce bu müthiş doğal felaketler gerçekleşmiştir. BugünKaradeniz gibi bazı iç denizlerin de Nuh tufanı sürecinde oluştuğu, konunun uzmanlarınca ifade edilmektedir.
Evet, Dünya, küresel çapta sular altında kalmadan önce Lemurya kıtasıbattı, Mu toplumu ve karasının bir kısmı helak oldu, arkasından daAtlantis kıtası battı. Kuyruklu yıldız darbeleriyle, hem Lemurya-Mu-Atlantis toplumları ve hem de yeryüzündeki "devler"in bir kısmı helak oldu. Diğer bir kısmı da yaşadıkları yer altı mağaralarıyla birlikte battı yahut da dağlara hapsedildi.
Allah'ın vaad ettiği gün gelinceye kadar çoğalacaklar ve Yaklaşansaat'in sonuna doğru, Nuh tufanı öncesine benzer şekilde; "şiddetli depremler-volkanik patlamalar, yarılan dağlar, yere batan yahut denizden yükselen karalar" süreciyle tekrar ortaya çıkacaklar ve her bir tepeden saldıracaklardır.
8) Devlerin ortaya çıktığı iki ana toplum merkezi yahut bölgeden birisi yukarıda belirttiğimiz gibi Asya, diğeri de Atlas okyanusuydu. O halde devlerden bir kısmı helak olurken, bir kısmının bu iki bölgede saklandığını düşündürecek işaretlermevcuttur. Böylece Ye'cuc-Me'cuc'un saklandığı üç muhtemel yerden söz edebiliriz: Birincisi; Dünya'nın çatısı olarak bilinen ve yüksek dağlardan oluşan Tibet platosu; özellikle Tibet'in güneyindeki Himalayalar serisi, yahut da Asya'nın doğusundaPasifik denizidir. İkincisi; Atlas okyanusunun kuzeyi; İzlanda-İskandinav-İngiltere üçgeni. Üçüncüsü ise; Derbent'e yakın Dağıstan-Azerbaycan sınırında; Şah-Tufan-Kızılkaya Kafkas dağları bölgesidir.
Ye'cuc-Me'cuc'un, "yeraltı"nda saklı olduğu Kur'an ifadelerinden anlaşılsa da; yerlerini tam olarak tahmin etmek oldukça zordur. Bu konuda bizim yaptığımız da, bazı işaretlere dayanarak kabaca tahminde bulunmaktır. Bu üçüncü merkez Kafkasyayahut "Kaf dağı" konusunda yazacağımız çok şey var, ancak bu konu, başka bir çalışmanın konusu olabilecek kapsamdadır. Biz burada kısaca bazı işaretlere dikkat çekeceğiz.
Nitekim KAF suresindeki 36. ayet oldukça anlamlıdır. Hem surenin ismi KAF'tır, hem de 36. ayette Ye'cuc-Me'cuc'un yer altı sığınaklarına bir işaret vardır. İşte ayetin ifadesi:
Biz, onlardan önce yakalayış bakımından daha şiddetli nice nesilleri helak ettik. (Onlar), kurtuluş-kaçış var mı diye sığınaklı beldeler oydular.
[KAF(50)/36]
Burada "Kaf" harfini-kelimesini incelediğimizde; "devler" kavramıyla bağlantılı ilginç bir durum karşımıza çıkmaktadır."Kaf/Kof/Kuf" harfi; Arapça, Aramice, Suryanice ve İbranice de benzerlik arzetmektedir. Özellikle Arapça ve İbranice'de kök anlamı ortak olup; şu kök anlamlara haizdir: "İğne deliği", "delik", "boş", "baş-ense", "kof" gibi. Ayrıca "Kaf"tan,Arapça'da "peşine düşmek", "izlemek" anlamına gelen kelimeler türetilirken; İbranice "maymun" anlamına da geldiği ifade edilir.
Özetle, "kof-kafasız-boş", "maymun" ve "delik" anlamları; "devler"e, onların açtıkları "yeraltı tunelleri"ne ve "mağaralar"ına doğrudan bir işarettir. Ayrıca, özellikle Kafkasya'ya devler, muhtemelen "yeraltı boşluklarını-tünelleriizleyerek-açarak" gelmişlerdir. Kafkas dağları; yani "Kaf" dağı bu bakımdan anlamlı bir isimdir ve "devler"in özellikleriyle ilgili mesajları kapsamında barındırmaktadır. Kafkasya'da, Rus bilim adamlarınca, yakın zamanda böyle "yeraltı tunelleri şebekesi" nin keşfedilmesi de bizce oldukça manidardır.
9) Nitekim Zu'l-Karneyn'in Batı'dan, Doğu'ya ve sonra da tekrar Batı'ya; muhtemelen Kafkasya'ya yolculuğunda bazı ima ve işaretler mevcuttur. Bu yolculukla ilgili ayetlerin bize verdiği haberlerin zamanı, amacı ve işaretleri nedir? İşte yorumumuz:
Bu yolculuk, Nuh tufanından sonra Dünya'dan sular çekilip, yaşam normalleştiği bir sırada, Ye'cuc-Me'cuc artıklarından az bir kısmının muhtemelen Kafkasya'da ortaya çıktığı bir zamanda yapılmıştır. Bu yolculuğu anlatan ayetlerin bize verdiği mesaj; Nuh tufanından arta kalan kavimleri, yurtlarını, durumlarını ve de Ye'cuc-Me'cuc'un saklı olduğu coğrafi bölgeleri ifşa etmektir. Nitekim biz 8. maddede; "Asya yahut Doğusu Pasifik ve Atlas okyanusunun kuzeyi"ndeki iki bölgeden söz ederken delillerimizin en önemlilerinden birisi, aşağıdaki ayetlerin verdiği mesajlar olmuştur. İşte Zu'l-Karneyn'in Kur'an'daki anlamlı yolculuğu:
(Ey Muhammed), sana Zu'l-Karneyn'den sorarlar. De ki: "Size, ondan bir hatırlatma ve açıklama yapacağım."
Gerçekten, Biz ona yeryüzünde imkan- güç ve her şeyden bir sebep verdik.
Ve arkasından o bir sebebe(yola) tabi oldu.
Güneş'in battığı yere ulaşıncaya kadar. Onu(Güneş'i) sıcak bir balçıkta batıyor buldu ve onun yanında bir kavim gördü. Dedik ki: "Ey Zu'l-Karneyn, istersen onlara azap et; istersen onlara güzel davran."
(Zu'l-Karneyn) dedi ki: "Kim zulmederse onu biz ileride azaplandıracağız; sonra Rabb'ine döndürülür; O da onu görülmemiş bir azapla azaplandırır."
"Kim iman eder ve salih amellerde bulunursa, onun için güzel bir karşılık vardır. Ona yakında emrimizden kolay olanı söyleyeceğiz."
Sonra o (yine) bir yol tuttu.
Sonunda Güneş'in doğduğu yere kadar ulaştı; onu (Güneş'i), o kavmin üzerine doğarken buldu. Öyleki kendilerini Güneş'ten koruyan bir örtü(perde) kılmadığımız bir kavim.
[KEHF(18)/83-90]
Sonra bir yol (daha) tuttu.
Ne zaman ki iki seddin arasına ulaştı, onun(iki seddin) dışında bir kavim buldu. Öyleki neredeyse bir sözü anlayamıyorlardı.
[KEHF(18)/92-93]
Yukarıdaki [KEHF(18)/83-90, 92-93] ayetlerinin verdiği mesajlar ve surenin ismi olan "Kehf" kelimesinin "mağara" anlamına gelmesi oldukça manidardır. İşte bu ayetlerin tefsiri ve bize verdiği mesajlar:
a) Zu'l-Karneyn, önce Batı'ya gidiyor, gittiği yer Atlas okyanusudur. Nuh tufanından önce kuyruklu yıldız vurması vevolkanik patlamalarla buradaki Atlantis kıtası batmıştır. Özellikle Atlas okyanusunun kuzeyi adeta çamurdan sıcak bir balçıktır. Platon'un ifade ettiği gibi "sığ bataklıklar" söz konusudur. Okyanusun yanında bulduğu kavim, Tufan'dan kurtulmuş ademoğlu "artık bir kavim"dir. Allah, Enok'a(İdris-Hızır) verdiği gibi Zu'l-Karneyn'e yetki veriyor; "ister azab et, ister güzel davran." Ancak Zu'l-Karneyn, azab etmiyor ve uzun bir gelecekte azaba uğrayacaklarını söylüyor, adeta bu azabıYaklaşansaat'e havale ediyor. Elbette Yaklaşansaat'e ulaşacak olan bu gibi artık zalim kavimlerin nesilleridir, kendileri değil. Bu yolculuğun Batı'ya; Atlas okyanusuna yapılmasında önemli bir işarette; Atlantis çocukları olan Ye'cuc-Me'cuc'un "yeraltı merkezi"ne yapılmıştır.
b) Sonra Batı'dan Doğu'ya gidiyor, Güneş'in doğduğu yere; yani Asya'nın doğusuna; Pasifik denizine. Öyleki orada da Güneş'in üzerine doğduğu bir kavim buluyor. Bu kavim de, Nuhoğlu değil Ademoğlu, Tufan artığı bir kavimdir. Bu kavmi de, Batı'daki kavim gibi ne uyarıyor, ne azab ediyor ve ne de salih bir kavim olarak nitelendiriyor. Ancak burada verilen mesaj, bu kavmi Güneş'ten koruyacak bir sütre; tepe ve dağın olmayışıdır. Burası Gobi çölünün doğu sınırıdır. Gobi çölü ile Pasifik okyanusu arasında; Gobi çölünden Pasifik'e doğru gidildikçe alçalır, denize ulaşır; bu arada Güneş'i engelleyecek hiçbir dağ-tepe yoktur. Bu yolculukta da ikinci bir işaret ise yine bu bölgede saklı Ye'cuc-Me'cuc'e bir göndermedir. Böylece biri Batı'da, biri Doğu'da olmak üzere; "yer altında iki Ye'cuc-Me'cuc saklanma merkezi"nden söz edebiliriz.
c) Neden "Güneş'in battığı", "Güneş'in doğduğu" diye sürekli Güneş'e vurgu yapılmıştır acaba? Elbette burada bir yön bildirimi olmakla beraber başka bir mesaj da vardır bizce. O da, bu iki "artık kavm"in ataları Atlantis-Mu ve dinleri de "Güneş(Ra) dini"dir. Güneş'in sürekli vurgulanması bizde Mu-Atlantis ve "Güneş dini" çağrışımı yapmakta ve adeta Ye'cuc-Me'cuc'un kordinatlarını vermektedir.
d) Doğu'dan sonra Zu'l-Karneyn, tekrar bir yol tutup, Kafkasya'ya gelmiştir. İki dağ arasına; yani iki sedde ulaşmış, bu seddin dışında bir kavimle karşılaşmıştır ki; neredeyse bu kavim, derdini anlatacak ve sözü anlayacak bir dilden mahrumdur.Yani dili gelişmemiş Tufan artığı bir kavim. Ancak bu kavim, diğer Batı'daki ve Doğu'daki kavimlere göre muhtemelen daha iyi ve yardımı hak ediyorlar. Zu'l-Karneyn'den, kendilerine zarar veren Ye'cuc-Me'cuc şerrinden koruyacak bir set yapmasını taleb ediyorlar, Zu'l-Karneyn de bu seddi yapıyor.
Evet, söz konusu olan bu bölge neresidir? "Büyük Hadis Külliyatı"nda yer alan bir hadiste anlatılan; demir ve demirciliğin eski zamanlardan beri yaygın olduğu yer, bizce Kafkasya; Kafdağı'dır. İşte bir sahabenin anlatımı:
"O, Ebu Bekre'ye, ahalisi sadece demir ile uğraşan bir ülkeye gittiğinden söz etti. Bir eve girmiş. Güneş batarken o güne kadar duymadığı bir ses duymuş. Adam korktum derken, ev sahibi korkma! Bu sana zarar vermez. Çünkü bu, şu anki Seddin yanından ayrılan Kavm'in(Ye'cuc-Me'cuc'un) sesidir. Onu görmekten hoşlanır mısın, deyince; 'evet' dedim. Hemen ona gidip baktım ki; yapısındaki demir kerpici kocaman bir kaya gibi duruyor. Sanki mürekkep renginde bir buz gibiydi. Çivileri ise büyük kalasları andırıyordu. Peygamberi (s.a.v.) gördüm ve bunu ona bildirdim. Bana: 'Onu anlat' buyurdu: O'na dedim ki: 'Sanki o mürekkep renginde bir buz gibiydi.' Şöyle buyurdu: 'Seddi gören birini kim görmek isterse bu adama baksın.'" (Rudani, C.5, Hno: 9191)
10) Zu'l-Karneyn'in Doğu'dan dönüp geldiği yer Kafkasya'dır. Ye'cuc-Me'cuc'un, bir setle, muhtemelen Kafdağı'nda bir setle kapatılması, dağlarda-mağaralarda saklı olduklarının başka bir kanıtıdır. "Kafkas", esasında "Kaf-kas" gibi iki heceden oluşmaktadır. Birincisi yani "Kaf", dağların adıdır ki mitolojilerde "Kafdağı", "Kaf dağının arkası" olarak geçer. "Kas" ise orada yaşayan halklardır. Etimolojik olarak da "ketş, ketiş, kedş, kedoş" kelimeleriyle bağlantılı olduğu ileri sürülmüştür. "Kedoş" ise İbranice kutsal anlamına gelmektedir. Ayrıca "kas" kelimesi; İbranice'de "taht, saltanat, şah" anlamına gelir ki,Kafkas dağlarının en meşhurlarından biri olan Şah dağıyla bağlantılıdır. Hatta bugün Azerbaycan'da; Şah dağının yakınında "7 köy" vardır ki; her birinin dili-geleneği kendine hastır, benzeri yoktur ve tarihsel köklerine de ulaşmak mümkün değildir. Bu oldukça kadim olan köylere Şahdağı halkları denmektedir. Bu "7 köy"den özellikle Şah-Tufan-Kızılkaya dağları üçlüsünün yakınında bulunan "Kınalık" köyü incelendiğinde, tarihlerinin Nuh tufanından önceye gittiği izlenimi doğar. Azeri kaynaklarının tamamında, Şah halkından olan "Kınalık köyü" şöyle anlatılır:
"Nuh tufanının devrinde Ketş halkı, Ketş dağlarında yaşardı. Allah tarafından başveren zelzele zamanı orada hiçbir ev salamat kalmamıştır, bütün evler yıkılmıştır. Sağ kalanlar ise çayı geçerek küçük bir tepeye sığınmışlardır, böylece Kınalık ortaya çıkmıştır."
İşte Zu'l-Karneyn'nin, geldiği bu "iki sed"din yakınında "bulduğu kavm"in isteğini yerine getirirken Kur'an diliyle verdiği mesajlar:
Dediler ki: "Ey Zu'l-Karneyn, şüphesiz Ye'cuc ve Me'cuc, Arz'da(Yer'de) fesat çıkarıyor. Bizimle, onlar arasında bir set yapman için, sana bir haraç verelim mi?"
(Zu'l-Karneyn) dedi ki: "Rabb'imin bana verdiği imkan-güç daha hayırlıdır. Siz bana kuvvetinizle yardım edin, sizinle onlar arasına aşılmaz bir engel yapayım."
"Bana, demir kütleleri getirin." Nihayet dağın iki yamacı arasını, bir seviyeye kadar (demirle) doldurunca. "Bu (kütleler) kor haline gelinceye kadar üfleyin(körükleyin)! Bana getirin, üzerine erimiş bakır dökeyim" dedi.
(Artık bundan sonra Ye'cuc-Me'cuc) onun üzerinden aşmaya ve onu delmeye güç yetiremezler.
(Zu'l-Karneyn) dedi ki: "Bu Rabb'imden bir rahmettir. Ne zaman ki; Rabb'imin vaadi gelir, o engeli yerze bir eder. Rabb'imin (Ye'cuc-Me'cuc) vaadi gerçekleşir."
O gün, bazısını(Ye'cuc-Me'cuc'u), bazısının(o Hakk'ı örtenlerin) üzerine dalga dalga bırakırız. Arkasından Sur'a üfürülür ve onları, bir toplayışla toplarız.
[KEHF(18)/94-99]
Kaf dağında ortaya çıkan ve Zu'l-Karneyn tarafından çıkış yerleri yahut mağaraları kapatılan Ye'cuc-Me'cuc olayı, doğru sonuçlara ulaşmamız için bize ışık tutmaktadır. Özetle insanlıktan kaçıp kuzeye dağlara; dağlardaki dev mağaralara sığınanYe'cuc-Me'cuc'un(devlerin) bir kısmı, Tufan öncesi felaketlerle ve Tufan'la helak olurken; diğer bir kısmının, saklandıkları "yeraltı mağara şehirleri"yle birlikte battıklarını söyleyebiliriz.
Kaf dağındaki "devler"in ise buraya Tufan'dan kaçarak sığındıklarını ve Tufan'dan kurtulduklarını düşünebiliriz. İkinci bir durum ise 8. maddede açıkladığımız "Kaf/Kof/Kuf" kök harfinden; "izlemek", "ardına düşmek" anlamına gelen türemiş kelimeler; bize "devler"in, Kuzey Doğu'dan veya Kuzey Batı'dan; ancak "yeraltından boşlukları-tünelleri izleyerek-açarak"Kaf dağındaki çıkış mağaralarına gelmiş olmalarıdır. Sonuç olarak Kaf dağında Tufan'dan sonra ortaya çıkan "devler"in, bu bölgede üremediklerini ve burada "saklanan artık devler" olduğuna inanmaktayız.
11) "Zu'l-Karneyn" kimdir? Zu'l-Karneyn iki çağın adamıdır. Nuh öncesi Nuh sonrası çağın birleştiği yerde bulunuyor. Zu'l-Karneyn, Arapça bir kelimedir ve "Zu" ve "Karneyn" kelimelerinin birleşmesinden meydana gelmiş bir sıfattır. "Zu", bir şeyin sahibi demektir. "Karneyn" ise tekil olan "Karn" kelimesinin tesniye(ikili)sidir. "Karn"; "boynuz, nesil, asır, çağ, zaman" anlamlarına gelir. Dolayısıyla "Karneyn"; iki boynuzlu, iki nesilli, iki zamanlı demektir. Biz bu karşılıklardan "iki zamanlı"anlamını tercih ediyoruz ve "Zu'l-Karneyn"e, Sonsuz Yüce'nin ilim verdiği "iki zamanlı bir nebi" diyoruz.
Batı'ya ve Doğu'ya gidiyor; adeta zamanda ileri ve geri gidiyor. Ancak esas anlamı, iki zamanı yaşamış, iki zamanlı birisi ki; bize göre Enok'tur(İdris). Yazımızın başında da ifade ettiğimiz gibi Kur'an, insanlık tarihini ikiye ayırıyor. Birinci zaman Adem'den-Nuh'a; ikincisi Nuh'tan-Yaklaşansaat'edir. İdris, bu iki zaman periyodunda bulunan ve "melek boyutuna yükseltilmiş bir nebi"dir. Yukarıda 10. maddede de zikrettiğimiz [KEHF(18)/83-90] ayetleri dikkatle okunacak olursa; Zu'l-Karneyn'in konuşma tarzı ve kendisine verilen yetkiler, Enok'la(İdris) tamamen örtüşmektedir. Kendisine Allah katından birilim, imkan-güç verilen ve her bir sebebi işletebilen Enok'tur(İdris-Hızır). İdris(Hızır)-Musa kıssası incelenecek olursa; yetkinlik ve konuşma tarzı; "biz şöyle yaptık" gibi ifadeler, bizi İdris'e götürmektedir. Ayrıca, Zu'l-Karneyn bir isim değil sıfattır ve bu sıfat, en güzel şekilde İdris'i tarif etmektedir.
Zu'l-Karneyn'in, İskender olduğunu söyleyen müfessirler, külliyen hata etmişlerdir. Hem de yaptıkları azim bir hatadır.İskender ile Zu'l-Karneyn, Doğu ve Batı kadar birbirine uzaktır. İskender'in, bırakın peygamberliğini, "İslam Milleti"yle uzak-yakın bir ilgisi yoktur. Bu yaygın aldanış, Eski Yunan'ın ve şeytani felsefesinin, İslam bilginlerini nasıl etkilediğinin bir kanıtıdır. Yine Moğollar, Çinliler, Türklerin; yani Nuh oğlu Yafesoğullarının Ye'cuc-Me'cuc sanılması da büyük bir yanılgıdır ve tarihsel bir hatadır.
Aynı şekilde diğer din mensupları; özellikle Yahudiler-Hıristiyanlar, kendilerini Yaklaşanssaat'te kurtarılmışlar olarak gördükleri gibi; kalplerindeki kinle orantılı olarak da düşmanlarını Ye'gog-Me'gog ilan etmekten geri durmuyorlar. Bunların hepsi bir aldanma ve aldatmadır ve gerçekte "O Gün"ün bir adı da unutmayalım ki "Aldanma Günü"dür.
12) Son olarak deriz ki, Yaklaşansat'te Sonsuz Yüce Allah'ın takdir ettiği vakit-aşama geldiğinde; kuyruklu yıldız darbeleriyle arz yarılır, dağlar batar, dağlar yükselir ve Ye'cu-Mecuc ortaya çıkar. Adeta geometrik olarak çoğalan, "O Gün" için hırsla bilenen bu insanlık düşmanı yaratıklar ortaya çıkacaklar ve herbir tepeden saldıracaklardır. İşte "O Gün" gelmeden bizi şiddetle uyaran konuyla ilgili Kur'an ayetlerinin az bir kısmı:
(Zu'l-Karneyn) dedi ki: "Bu Rabb'imden bir rahmettir. Ne zaman ki; Rabb'imin vaadi gelir, o engeli(seti) yerle bir eder. Rabb'imin (Ye'cuc-Me'cuc) vaadi gerçekleşir."
O gün, bazısını(Ye'cuc-Me'cuc'u), bazısının(o Hakk'ı örtenlerin) üzerine dalga dalga bırakırız. Arkasından Sur'a üfürülür ve onları, bir toplayışla toplarız.
[KEHF(18)/98-99]
Bir 'Karyete'(İsrailoğulları) ki, onları helak etmeyi haram (kıldık). Şüphesiz onlar, (Hakk'a) dönmezler.
Ta ki Ye'cuc, Me'cuc çıkıncaya ve her bir tepeden akın edinceye kadar!
Hak 'vaad'(helak) yaklaşmıştır. O zaman, Hakk'ı örtenlerin gözleri, bir noktaya dikilecek ve: "Vay başımıza, biz bu şeyden(Ye'cuc-Me'cuc'dan), gaflet içindeydik. Bilakis bizler, zalimleriz" (diyeceklerdir).
[ENBİYA(21)/95-97]
Evet, Yaklaşansaat'te ortaya çıkacak olan "Ye'cuc-Me'cuc saldırısı"nın ne derece muhkem ve şiddetli bir hak tehdit olduğunu bilmek isteyenler; Sitemiz'in "YE'CUC-ME'CUC" bölümündeki "KUR'AN'DA YE'CUC-ME'CUC", "HADİS'TE YE'CUC-ME'CUC"ve "TEVRAT'TA YE'CUC-ME'CUC"; "ayet, hadis ve haberler"ini bu yazıdan sonra tekrar okuyabilirler.
Sonuç olarak şunu da herkes bilmelidir ki; sözünü ettiğimiz; Kur'an'da ve hatta Tevrat'ta sıkça bahsedilen "O Gün"; "Fiili kıyamet olan 2. Saat" değildir, "1. Saat"tir ve Ye'cuc-Me'cuc saldırısından sonra da elbette Dünya'da hayat devam edecektir. Ve elbette bu zalim yaratıklar, helak ettikleri zalim kafirler gibi helak olacaklardır.
Ey! Her şeyin en doğrusunu bilen ve yarattığı her varlığa layıkı vechiyle muamele eden Rabb'imiz, "Sen Sonsuz Yüce"sin! EyLatif sıfatıyla her şeye nüfuz eden, tüm varlıkların hayatı-ölümü ve cezalandırılması elinde olan Sonsuz Yüce, yaklaşmakta olan "O Gün'ün azabın"dan ve "Deccal Fitnesi"nden, Sen'in Rahmet'ine sığınır, Sen'den yardım dileriz!
Dr. Halil Bayraktar
Kaynak: http://dunyagerceklerim.