Ünlü Şair Yahya Kemal’e sormuşlar, “Ankara’nın en çok nesini sevdiniz…”
Üstad “İstanbul’a dönüşünü…” diye cevap vermiş…
Ne zaman, nereye gitsem ve ne kadar mutlu olsam da dönüşte bana sorduklarında bu soruyu, hep aynı cevap gelir oturur aklımın bir köşesine…
“Bülbüle altın kafes mahpushaneden farksız değil miydi…”
Bu doğrultuda dile getirilen bir başka ve de ilginç cevap olsa gerek…
Fethiye, Ölüdeniz’i ve kilometrelerce uzayıp giden kordonu, tarihi ve turistik ilgi çekici mekanları, yemeyenlerin dövüldüğü portakal, dut, mandalina, liman ve greyfurt, özellikle de Malta eriği ağaçları arasındaki lezzet durakları…
Ellerin uzanabildiği noktalarda dalından koparılan bu yöreye farklı bir zenginlik aşılayan, bereket katan o güzelim bahçelerin, bırakın meyveleri dalından koparıp doya doya yemeyi, seyretmesi dahi insanı büyüleyen görüntüleri bir harika!
Bütün bunlara rağmen, Fethiye’nin en güzel yanı neydi senin için derseniz, bülbül misali “Adapazarı’na dönüşü” derim yine de…
Hele de formasını giydiğim, dönem dönem yöneticilik yaptığım, kalem elde peşinden koştuğum Sakaryaspor getirirse bir muhteşem kupa…
Doyum olur mu bu şehrin sokağına, caddesine, meydanına…
Türkiye Gazeteciler Konfederasyonu Başkanlar Kurulu 11. Buluşması için Türkiye’nin dört bir köşesinden meslektaşlarımızla buluştuk, üç kişilik Sakarya heyeti olarak Fethiye’de …
Ölüdeniz’e kuşbakışı bir otelde kaldık 4 gün boyunca…
Babadağı’na çıktık, bir keçi yolu misali kıvrımlı, virajlı yollardan geçerek…
Yamaç paraşütçüleri süzülüyordu havada…
Son günü Arda ile denizle buluştuk…
Mavi bayraklı denizinde yılın deniz sezonunu açmanın keyfi de bir başka oluyor hani…
Geziyle ilgili notlarımız devam edecek…
Dönüp gelince şehrimize, Bizim Bahçe’nin bugün düzeltmek zorunda kaldığım yanlışlık nedeniyle üzüntüm büyüktü…
O nedenle bir defa daha fotoğrafı yayınlayıp, yazısını düzelteyim istedim, affınıza sığınarak…