Dayanılmaz hafiflik derken, Başbakan Binali Yıldırım’ın, “Magazinleştirmeyin” uyarısıyla sonuçlanan “Ben evet diyorum. Sen de evet diyor musun?” kampanyasından söz etmiyorum.

Sosyal medyada futbolcuların başlattığı ve rektörlere kadar yayılan “evet videosu yayınlama furyası” gerçekten hafiflikti. Lüzumsuz. Faydasız. Küçük düşürücü ve itici... Evet diyecek olanlardan çok, hayır demeyi savunanların işine yaradığını görmek zor olmasa gerek.

Baştan söylemek lazımdır ki, referandumda yük, önceki seçimlerde olduğundan çok daha fazla, evet diyenlerin omuzlarındadır.

Unutmayalım ki, “Taşı atan bizden, taşı attıran bizden değildir!”

Evet diyecek olanların sorumluluğu, hayır diyecek olanları seçim sonuçlanıncaya kadar, incitmemek, kırmamak, itip kakmamaktan başlıyor. Bir tek kişinin bile hayır demesine sebep olacak her davranış, bu ağır sorumluluğun yükünü ve bedelini arttıracaktır.

Nisan’da halkın önüne konulacak olan referandum sandığı, bundan önceki bütün seçim sandıklarından farklı bir sandıktır. Bu bir seçim sandığı değil.

Nisan referandumunda ülkeyi kimin yönetmesi gerektiğini oylamayacağız. Ülkenin nasıl yönetilmesi gerektiğini oylayacağız. Referandum, adı üstünde, Cumhurbaşkanlığı Sistemi referandumudur. Kim Cumhurbaşkanı olsun oylaması değil, halkın seçtiği Cumhurbaşkanı, ülkeyi hangi sistemle yönetsin oylamasıdır. Cumhurbaşkanlığı Sistemi gelsin mi, gelmesin mi oylamasıdır. İktidarın kime verileceği değil, halkın seçeceği lidere, idareciye hangi hakların ve yetkilerin verileceğini oylayacağımız bu sandık, Türkiye’nin önümüzdeki yüzyıla dair kader seçiminin sandığıdır. 

Evet demenin dayanılmaz hafifliğinden kastım, Nisan’da vereceğimiz reyin “var olmak” kadar “ağır” bir sorumluluğu olacağını anlatmak. Milan Kundera’nın meşhur kitabı “Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği”ne yaptığım gönderme, kitabın adına telmihte bulunmaktan ibaret değil.

Bazen çok basit, çok hafif, çok sıradan (görünen) şeylerin, hayat gibi, var olmak gibi, dayanılması çok zor, sorumluluğu, bedeli çok ağır sonuçları vardır. Dünyanın gidişatı da, Türkiye’nin karşı karşıya olduğu sorunlar da, referandumu hafife almamıza izin vermiyor. Ciddi olalım.

Peygamberimiz Efendimiz, "Haberiniz olsun ki hepiniz çobansınız ve her biriniz idaresi altındakilerden sorumludur. İnsanların yöneticisi olan kimse çobandır ve eli altındakilerden sorumludur. Erkek, ev halkının çobanıdır ve eli altındakilerden sorumludur. Kadın, evi ve çocuklarının çobanıdır ve ailesinden sorumludur. Hizmetçi, efendisinin malının çobanıdır ve ondan sorumludur. Haberiniz olsun, her biriniz birer çobandır ve elinin altındakilerden sorumludur." buyuruyor.

Bu defa sadece kendi evimizin yönetiminden değil, dünyanın herkes için, adil ve huzurlu bir ev olabilmesi için üzerimize düşen yükümlülüğün ne olduğundan sorumlu olduğumuzu da açıkça ihtar eden bir sandığın önündeyiz.

Anadolu maceramızın en kritik evrelerinden birinde bulunuyoruz. Kurtuluş Savaşı gibi bir savaş zoru altında değiliz. Cumhuriyetin ilanı dönemindeki fakirliğimizden, çaresizliğimizden de eser yok. Elbette, bugün bir Mehmed Akif’imiz de yok. Kültürel anlamda, inançlarımız ve ahlakımız çerçevesinde, bilimin öncülüğü, hayat bilgisi, edep, adap, insan kaynağının fert fert kalitesi bakımından tarifi imkansız, içler acısı geri kalmışlığımızı bir kenara koyarsak, Vaka-i Hayriye’den daha hayırlı, Kanun-u Esasi’den daha esaslı, Tanzimat’tan daha intizamlı, Meşrutiyet’ten daha meşru bir düşünce, yaşayış, dönem ve imkan içinde olduğumuzu görmek zor değil.

Her büyüme, her değişim, her ilerleme sancılıdır. Türkiye, Asya ile Avrupa arasında köprü falan değildir. Türkiye, dünyanın merkezidir. Türkiye, eski dünya ile yeni dünya arasında, zenginlerle fakirler arasında, zalimlerle mazlumlar arasında, dünyayı yese gözü doymayacaklarla dünyaya gözü doymuşlar arasında, en köklü inançlarla en zıpçıktı modalar arasında bir denge merkezidir.

ABD’nin son yüzyıldaki en sıra dışı başkanı koltuğuna oturur oturmaz ziyaretine kim gitti? Teresa May. İngiltere Başbakanı. Peki Başbakan May, Amerika’dan nereye gitti. Türkiye’ye. Ne kadar görüştüler Cumhurbaşkanı Erdoğan’la? 3 saat 40 dakika. Sonra kim geldi Ankara’ya. Şansölye Merkel. Dün sabaha karşı Başkan Trump ile telefonda görüştü Cumhurbaşkanımız. Sabahına CIA Başkanı, ilk yurt dışı gezisini Türkiye’ye yaptı. Erdoğan-Trump telefonundan önceki haber, Putin’in Türk Akımı projesini imzaladığı haberiydi.

Hayırcılar hemen kızmasınlar, “Türk’e Türk propagandası” veya “evet reklamı” yapmak için yazmadım bunları. Şunun için yazdım. Türkiye, bizim zannettiğimizden çok daha güçlü, çok daha değerli, çok daha büyük ve dünya dengeleri açısından eskisinden çok daha iyi ve çok daha vazgeçilemez bir yerdedir artık. Yok sayılamaz ve baştan savılamaz bir Türkiye var.

 Evet diyecekler olanlar neden evet diyeceklerini anlatırken, hayır diyecek olanlar da, neden hayır diyeceklerini anlatırken bu Türkiye’ye yakışır şeyler söylemelidir.

 Türkiye’nin varlığı ne evete ne de hayıra mahkum ve mecburdur. Fakat evet diyenler de, hayır diyenler de, tercihlerinin, sosyal medya paylaşımlarındaki hafiflikten çok daha ağır bir sorumluluk taşıdığını bilerek evet ya da hayır demelidirler.

 Tercihimiz sadece kendi hayatımıza dair değil, Türkiye’ye, Anadolu’nun ve merkezinde adaleti temsil etme sorumluluğumuzun bulunduğu dünyanın geleceğine dairdir.

 Bu kadar mı önemli? Hayır! Daha önemli!