Mekkeli Müslümanların müşriklerin zulmünden  Habeşistan’a sığınmaları ve Necaşi’nin onları himaye etmesi, İslam tarihinde çok mühim yer tutar.Günümüze de ışık tutacak bu önemli hadise şöyle cereyan eder:                              

                   Amr b. Âs, Kureyş elçisi olarak Habeşistan'a gidip, hükümdar Necaşi ile görüşecek,bu ülkeye sığınmış Müslümanların Mekke'ye gönderilmesini isteyecekti. Kureyşliler ona çok güveniyor, Mekke’nin ilahlarını reddeden ve yeni bir din icat eden Müslümanları geri getirecek; böylece Kureyş’in ticari ilişkilerine zarar verebilecek, pırestijlerini sarsacak bu hicrete mani olacaktı.  Zira Amr, Kureyş’in seçkinlerinden ve her alanda bilgi ve beceriye sahipti. Necaşi ile de tanışıklığı ve dostluğu vardı.

              Arab’ın dâhisi işini şansa bırakmıyor, hem hükümdara hem de hükümdarı etkileyebilecek danışmanlarına ve din adamlarına hediyeler götürüyordu.   

                Amr b. Âs önce Habeşli yöneticileri, hükümdarın danışmanlarını ve din adamlarını ziyaret etti ve kendisine destek olmalarını istedi. Aldıkları hediyelerden pek memnun olan yöneticileri ikna etmek hiç de zor olmamıştı.

             Nihayet hükümdarın huzuruna çıkıldığında Amr b. Âs söz aldı ve:

           “Ey hükümdar! Bizden aklı ermeyen bazı gençler senin ülkene sığındılar. Onlar atalarının dinini terk ettiler. Senin dinine de girmediler. Bizim de sizin de bilmediğimiz yeni bir din icat ettiler. Onların babaları, amcaları ve yakın akrabaları onları geri yollaman için bizi sana elçi olarak gönderdi. Onlar bu kimselerin kusurlarını ve kabahatlerini sizden daha iyi bilirler.” dedi.

             Hükümdarın adamları tam bu sırada söz aldılar: “Bu adamlar doğru söylüyor. Kavimleri elbette ki onların durumunu bizden daha iyi bilirler.  Onları bu elçilere teslim edelim, kendi ülkelerine götürsünler, zaten onlar senin dininden de değiller.” diyerek Amr'a destek oldular.

               Müslümanlar Necaşi’nin  huzuruna çıktıklarında bir tarafta Kureyş elçileri diğer tarafta ise ellerindeki İncil sayfalarıyla hazır bekleyen din adamları vardı. Saray görevlileri,kıralın huzuruna çıkan Müslümanlara, Necaşi'ye secde etmelerini söylediğinde Müslümanların cevabı çok net oldu:

             “Biz Allah'tan başka kimsenin önünde secde etmeyiz.”

              MÜSLÜMAN BÖYLE OLMALI, HİÇBİR HAL VE ŞART ALTINDA İNANCINDAN TAVİZ VERMEMELİYDİ. Onların bu dik duruşu Amr ve arkadaşını çok sevindirdi. Necaşi bu saygısızlığı herhalde cevapsız bırakmayacaktı.

               İlk sözü Mekke hükümetinin elçileri aldı: “Bunlar atalarımızın dinini terk ettiler. İlahlarımıza hakaret edip onları alaya aldılar. Gençlerimizin inançlarını bozdular. Halkımızın arasına fitne sokup onları ikiye böldüler.”

              Amr b. Âs'ın suçlamalarını dinleyen Necaşi Müslümanlara sordu:

             “Siz benim dinime ya da başka bir milletin dinine girmediniz. O halde sizi kavminizden ayıran, onlarla aranızın açılmasına sebep olan bu din nedir?”

              Müslümanlar adına sözü Cafer b. Ebî Talib aldı. Peygamber Efendimizin amcasının oğlu Cafer ilk Müslümanlardandı ve yirmi beş yaşlarındaydı.  Cafer, hükümdarın sorusuna, bugüne örnek olacak şu muhteşem cevabı verdi:

             “Ey hükümdar!  Biz cahiliye zihniyetine sahip bir kavimdik. Ağaçtan ve taştan yapılmış putlara tapar, kendiliğinden ölmüş hayvanların etlerini yer, kız çocuklarını diri diri toprağa gömer, insanlık dışı bütün kötülükleri yapardık. Akrabalarımızla ilgilenmez, komşu hakkı tanımazdık. Kuvvetli olanlarımız zayıflarımızı ezer, zenginlerimiz fakirlerin sırtından geçinirdi. Hak hukuk nedir bilinmezdi. 

              Biz bu halde iken Allah celle, bizim içimizden asil soylu, doğru, güvenilir, iffetli olarak bildiğimiz birini peygamber olarak gönderdi. O bizi bir olan Allah'a inanmaya ve yalnızca O’na ibadet etmeye çağırdı. Atalarımızdan miras kalan putlara tapmaktan bizleri kurtardı. Doğru söylemeyi, emanete riayet etmeyi, akrabalarla iyi geçinmeyi, komşuları gözetmeyi emretti. Bütün kötülük ve günahları, kan dökmeyi, yalancı şahitlik yapmayı, yetim malı yemeyi ve namuslu kadınlara iftira etmeyi ise yasakladı.

               Biz de onu doğruladık ve ona iman ettik. Allah'tan ona gelenlere tabi olduk. Sadece Allah'a ibadet ederek O'na hiç bir şeyi ortak koşmadık. Onun haram kıldıklarını haram, helal kıldıklarını ise helal bildik. Halkımız bu sebeple bize düşman oldu, bize zulmettiler. Allah’ı bırakıp eskisi gibi putlara tapmamız ve önceden yaptığımız kötülükleri yeniden işlememiz için bize işkence ettiler. Hayat bizim için çekilmez bir hale geldi, dinimizi yaşayamaz olduk. Baskı ve zulümler dayanılmaz bir noktaya geldiğinde senin ülkene sığındık. Seni başkalarına tercih ettik. Senin himaye ve komşuluğuna can attık. Ey hükümdar, biz senin yurdunda hiç bir kötülüğe maruz kalmayacağımızı ümit ediyoruz.”

                  Cafer'in konuşmasını sükunet içerisinde dinleyen Necaşi: Allah tarafından Peygamberinize gönderilen vahiyden ezberinde bir şey var mı, diye sorduğunda Hz. Cafer; Hz. Yahya ve Hz. İsa'nın doğumları ile ilgili ayetleri ihtiva eden Meryem Suresi’nin ilk bölümünü okudu. Cafer (r.a) okurken Necaşi de  yanındaki din adamları da ağlıyor, gözyaşları mushaflarına dökülüyordu.

                  Necaşi heyecanla: “Allah’a yemin ederim ki bu sözler Hz. Musa ve Hz. İsa'ya gelen vahiylerle aynı kaynaktandır.” dedi ve Mekkeli elçilere dönerek: “Siz ikiniz gidin artık. Vallahi, ne ben onları size teslim ederim ne de kimse onlara dokunabilir.” sözleriyle taleplerini reddetti.

                Evet. Bugün Amr b.As’lar çok çok fazla ama, ne o Müslümanlar, ne Cafer b.Ebi Talip ve ne de o Necaşi’ler var!

               O günün şartlarından çok daha ağırına sahip mültecilerin, Necaşi’nin dindaşlarının kapılarından(AB) nasıl geri çevrildiklerine, en asgari  insan muamelesi dahi görmediklerine hep beraber şahit olmuyor muyuz!?