99 Depreminde Adapazarı’ndaydım. O gece çok geç yatmıştım. Aşırı sıcaktı. Durduğumuz yerde ter damlıyordu üstümüzden. Deprem olduktan sonra bu olağanüstü sıcağı da biriken enerjiye yordular. Köpek havlamalarını da hayvanların depremi hissetmesine bağladılar. Bu yüzden uzun bir süre her havlayış beni tedirgin etti. Olağanüstü bir dönemdi. En sıcak yaz günlerini de en soğuk kış günlerini de o sene yaşadım.  Sokakta kalmak ne demek, yakınlarını kaybetmek ne demek, memleketini, anılarını kaybetmek ne demek, o zaman öğrendim. Deprem tüm şiddetiyle hayatımızı tarumar etti.

Kahraman Tazeoğlu, bir dizesinde “Ben seni yaralarından tanıdım.” diyor.  Aynı yerden yaralıyız artık. Sadece kabuk bağlamıştı bizim yaralarımız. Yine kanadı, daha çok kanadı.

Deprem coğrafyasının hüzünlü insanlarından biri olarak “Coğrafya kaderdir.” sözüne inansam da ihmal edilen, iyi yapılmayan, liyakate önem verilmeyen bir yerde yaşamayı kabul etmiyorum.

Bir ütopyam var: Zemini kötü olmayan topraklarda, kolonları sağlam ve doğru ellerde yapılmış binalarda, geniş caddelerde, parkı ve yeşilliği bol olan mahallelerde yaşamak istiyorum. Kızım, benim mutlulukla hatırladığım çocukluk günlerindeki gibi erik, kiraz, dut ağaçlarına tırmansın istiyorum. Dalından meyve yerken sincap, kaplumbağa, kuş görsün istiyorum. Yaşar Kemal’in dediği gibi o iyi insanlar o güzel atlara binip gitmesinler istiyorum. Kapımda kilide, bahçede köpeğe, sitede güvenliğe gerek kalmasın istiyorum. Emniyetle, huzurla, sevgiyle yaşamak istiyorum. Başkalarının fotoğrafının altına kötü yorum yapılmasın, haberlerde ölüm, yıkım, cinayet yer almasın istiyorum. Dilimizden acı, keder, gözyaşı, elem, yokluk değil; mutluluk, saygı, güzellik, bolluk gibi kelimeler dökülsün istiyorum. Kendini bilen, Rabbini bilen, farklılığın güzelliğini, zenginliğini bilen insanlarla yaşamak istiyorum. Paylaşmanın, anlaşmanın, çalışmanın, yardımseverliğin, alın terinin, hoş görmenin alkışlandığı bir yerde olmayı öyle istiyorum, öyle çok istiyorum ki…

Bu hafta Mevlana’nın bir sözünü okudum: Dün akıllıydım, dünyayı değiştirmek istedim; bugün ise bilgeyim kendimi değiştirdim. Belki de herkes kendini değiştirerek başlamalı işe.

Depreme engel olamayabiliriz. Ama bu hayatı daha güzel bir yer yapabiliriz. Hep birlikte…

Depremde hayatını kaybedenlere Allah’tan rahmet, sağ kalanlara ecir, sabır ve ilerleme gücü diliyorum. Tüm kayıplarımıza ithafen 99 depreminden 15 gün sonra bir gece yarısı yazdığım şiiri sizinle paylaşıyorum.

Depremin Ardından

Sıcak bir ağustos akşamında

Her şey değişti bir anda.

Bu, hayatın bir kuralı.

Tohum ağaç, insan toprak olmalı.

Değişmeli her şey, hayat yeniden başlamalı.

Her şey sallandı o gece.

Yer, gök deniz sallandı.

Yıktı evleri, ümitleri, yarınları.

Topu topu 45 saniye içinde aldı hayatları.

Bir komşu teyzemiz vardı.

Evine yeni koltuklar almıştı.

Nice yıllar öğretmenlik yapmış,

Çile çekmiş, rahat etmeyi,

Emekliliğine bırakmıştı.

O gece şehit oldu.

Geride yaptığı kurabiyelerin lezzeti,

Yeni koltukları, bir de felçli annesinin kızını soruşları kaldı.

Bir Esra’mız vardı.

Dünyalar güzeli, 17’sinde.

Bakmaya kıyamazdık deniz gözlerine,

Sarı saçlarına.

İçi de dışı gibi güzeldi.

Yahya Kemal’in sesiz gemisine bindi.

Annesi ve kız kardeşiyle.

Uhrevi bir yolculuğa çıktı,

Hiç dönmemecesine.

Gemiyi uğurlayan gözü yaşlı,

Boynu bükük, göğsü özlem dolu insanlar kaldı sahilde.

Değişti her şey bir anda.

Evleri yıkık, hayatları karmakarışık

İnsanlar kaldı geride.

Her son, yeni bir başlangıca gebe.

 Yeniden başladı her şey ince ince.

Arzuhan Kocabaş