İnsanın kuruntu ettiği şeylerin yüzde 85’i gerçekleşmezmiş. Fullediğimiz bir kuruntu deposuyla hayat yolculuğunda ilerleyip duruyoruz. Otobüse bindim, inebilecek miyim? Sınava giren çocuğum, sınavı kazanabilecek mi? Tahlil yaptırdım iyi çıkacak mı? İş bulabilecek miyim? Evlenecek miyim? Mutlu olabilecek miyim? Çocuğum olacak mı? Âşık olacak mıyım? Okulu bitirebilecek miyim? Kuruntu kurtları beynimizi kemiriyor. Endişesiz bir hayat da bu çağ ve dönemde pek mümkün görünmüyor.

Uzaylıları görsem, gelmeyin dert çok, diyesim var. Var da bu can, bu tendeyken umudu kaybetmek olmaz. Yarınlardan beklenen umutlu pırıltılar günümü aydınlatsın istiyorum. Gecenin içindeki ateşböceklerinin ışığı, içimde şavkıyor. Mutluluk ipinin ucunu bulunca sımsıkı tutuyorum ki kaçmasın. Böyle bir ruh halindeyken gördüğüm, duyduğum ya da izlediğim tüm güzel şeylere kulak kesiliyorum. “Benden Sonra” şarkısını mutlulukla dinledim. Döndürdüm döndürdüm dinledim. Şarkının sözlerinde keder vardı. Kederi duydum. Yeteri kadar dinleyince umudu da buldum.

Rıza Tamer ve Zeynep Bastık düetini dinlemek, beni mutlu eden güzel bir sürpriz oldu. Çatallı seslere bayılıyorum. Çatlayan sesiyle söylediği bu kederli şarkılardan ve ona, bunu yazdıran aşkın büyülü tutsaklığından etkilenmemek mümkün değil. Rıza Tamer, modern bir Mecnun gibi geldi bana. Kays, şimdi yaşasa Leyla’sına: “Yan… Sen de benim gibi herkese kan.” derdi sanıyorum.

Aşk, insan duyguları içinde en karmaşık, en güçlü, en ilginç olanıdır. Masum bir tınıyla gelir kulaklara. Sadece gelir. Bu, bir sanrıdır. İstenir, özlenir, beklenir, bile bile ladeslenir. Tutarlı zerre tarafı yoktur. İkirciklidir. Takıntılıdır. Tutkuludur. İslidir ve kesinlikle mutluluktan yoksundur. İstenecek bir zıkkım da değildir. Aşkın, kızılcık şerbetini içtin mi zehirlendiğinin resmidir.

Genel kanaate göre, mutlu aşk yoktur. Hatta Charles Boudelaire’nin şeytani bir özellik olarak tanımladığı o histerik kahkahaları attırır insana. Psikologların takıntı hastalığı dedikleri o nevrotik ruh hallerini giydiriverir üstüne. Onca aşk hikâyesinin özeti, kalbinde taşikardi, aklında yankı, içinde sahte dopamin, zihinde yanılgıdır. Anlayacağınız, pek hayır hasenattan sayılmaz. Bütün bunlara rağmen tasavvuf ehli, illâ aşk der. İçten yanmanın dönüştürücülüğü vardır, besbelli. Bilen bilir.

Zirveye çıkıp oradan yuvarlanan, yuvarlandığı yerde şarkılar yazdıran, bir gecede tırmanışa geçen bu çılgın öykü, işte tüm bunları düşündürdü bana. Sonra durduk yere umutlandım. Üç umut ışığı belirdi kafamda: Birincisi, aşk acısı ile yanıp kül olsan da küllerinden doğma umudun var. İkincisi, acını milyonlarca insanla paylaşmanın hafifleticiliği mümkün. Üçüncüsü de meteliğe kurşun atarken bir gecede zenginleşebilirsin. Olasıdır.

Sinekten yağ çıkarır gibi noktalardan umutlar devşirmek ve kendi hikâyemizi yazmak hepimizin elinde. “Kendimizi teselli ederek iyileşiriz.” diyen La Bruyere, yerden göğe kadar haklısın.