"Yarım asır öncesinde ve herkesin birbirini tanıdığı bir dönemde Adapazarı'nda yaşamanın tadına doyum olmazdı" diyen yaşı dalyaya yaklaşmış bir eski futbolcu Hilmi Ungan'ı dinliyorum dikkatli bir şekilde...
Anlattıkları bu şehrin taşına toprağına, gülüne yaprağına yakışır şeyler...
İnsan bunları dinledikten sonra şimdiki bozulmuşluğun sırrına eriyor kolayca...
Çok gerilere gitmeye gerek yok...
Dinlediklerim bana yabancı konular değil...
Zira, olayın kahramanlarını hatırlıyorum, az da olsa...
Adapazarı denilince akla, ilk olarak Tarihi Uzunçarşı ve Çark Mesire gelirdi, o dönemde...
Uzunçarşı'ya uğrayıp da alışveriş yapmayan ve Çark Mesire'ye gidip de Türk Müziği dinlemeyip, dinlenmeyen "Adapazarı'na gittim, gezdim, gördüm" diyemezdi...
İşte o Uzunçarşı, esnafının omurgasını oluşturan güçlü, fakat son derece düzgün ve kanaatkar iş adamlarıyla tanınırdı...
Şehrin ilk Belediye Başkanlarından İzzet Şükrü Enez'in dükkanı ile başlayan çarşı, Sadettin Aker'in tuhafiye mağazası ile sona ererdi...
Zemini Arnavut kaldırımları ile döşeli, yayalar için iki kenarda dar, yüksek kaldırımlar vardı...
Ali Paker manifaturacı, oğulları Sabri ve Saldıray ise gömlekçi idiler...
Aldinçler geniş bir familyaydı...
Süleyman Aldinç Aile'nin babası, İsmet, Mithat, Fikret ve Özer ise çarşının sembol esnafı arasında yer alırdı...
Hemen yanlarında mazisi derin Girişkenler Ailesi'nin "Kuzulu Mağazası" vardı...
Hasan, Sabri, Fethi ve Faruk Girişken'in işyerine girip de boş dönen düğüncü sayısı azdı...
Süleyman Aldinç'in kuzeni Mustafa Aldinç ve oğlu Suat Aldinç (Tatar) aynı yolun yolcuları olarak Uzunçarşı ile bütünleşen bir ticari yaşam yürüttüler yıllarca...
Uzeller ve Yünüaklar iki akraba olarak Çarşı'nın vazgeçilmez manifaturacıları arasında yer aldılar...
Hamdi Uzel çarşının "sevimli delisi" olarak espri ve neşe saçan haliyle herkesin sevgilisi olup çıkmıştı...
Kundakçıoğlu ve Akaylar, Hendek Eşrafı'nın Uzunçarşı'daki temsilcileriydiler...
Emniyet Sandığı sahibi Cevat Adapazarlı, Alicanlar, çarşıya ve şehre damgasını vuran güçlü familyalar olarak bilinirlerdi...
Sakallıoğlu Mustafa ve kardeşleri Sabri ile Kenan Sakallıoğlu da Uzunçarşı ile anılan tanınmış ve güçlü firmalar olarak kaldılar hatıralarda...
Ömer Canlı bir düzgünlük abidesi olarak gelip geçti Uzunçarşı'dan...
Sadettin Aker kuzey çıkışına doğru babacan hali ile sözü sohbeti dinlenir bir iş adamı olarak anılır hâlâ...
Şapkacı Harun ile Sadettin (Karasulu) işyerleri aynı orijinallik içersinde kepenk açıyor, bugün dahi...
...Ve gelelim çarşının en güçlü firmaları arasında yer alan Berközler'e...
Saymakla bitiremeyeceğimiz sayıda kalabalık bir Aile'ye reislik yapan Kazım Berköz'e, 1943 depremiyle yıkılan ahşap Yeni Cami'nin yapılması için yardım istemeye gelir, semtin ileri gelenleri...
Derler ki:
"Biz Yeni Cami'yi betonarme ve kalıcı bir ibadethane olarak yeniden inşa edeceğiz, onun için yardım istiyoruz..."
Kazım Şakir Berköz, heyeti süzer bir güzel, sonra da "Size verilecek param yok" diyerek yolcu eder...
Gelenler şaşkındır...
En güvendikleri yerden eli boş dönmek onları perişan etmiştir...
Aradan altı ay geçer...
Kazım Berköz, Cami Yaptırma Derneği'ne haber salar, "Gelin" diye..
"Söyleyin bakayım benden ne kadar para istiyorsunz ya da ne kadar paraya ihtiyacınız var?"
Gelenler şaşkın, birbirlerine bakarlar hayretle...
Sonra neye ve ne kadar ihtiyaçları varsa söylerler...
Kazım Berköz kasayı açar ve istedikleri kadar parayı verir...
İçlerinden biri dayanamaz sorar:
"O gün bizi neden reddettiniz? Şimdi bu cömertlik niye?"
Kazım Berköz "O gün cami için verilecek para yoktu. Ticaretle gelen paraya haram karışmış olabilir diye şüphe düştü içime. Ama bu para Arifiye'deki çiftliğimde ektiğim patatesin, mısırın, pancarın paralarıdır. Şimdi içim rahat da ondan çağırdım sizleri" der...
İşte böyle duyarlı esnafların bulunduğu bir büyülü mekandı Uzunçarşı o dönemlerde...
Şimdi üstünü bir kirli yorgan örtmüş tarihi çarşının...
Altında birbirini tanımayan satıcılar yer almış, istisnalar haricinde...
Ne kaldırımı kalmış Arnavuttan, ne güneşi aydınlatır olmuş çarşıyı...
Bakalım bu şehre yabancılaşma daha ne kadar sürecek ve daha nereye götürecek tarihin bize mirası Uzunçarşı'yı...
Çarşıları ayakta tutan özellikler vardır... Uzunçarşı denince o dönemde akla; bir birini seven, dayanışmaya açık, yardımı ön plana alan, şen şakrak, yüzü gülen esnaflar topluluğu gelirdi...
O sihirli atmosfer kaybolalı yıllar oldu...
"Ben siftah yaptım, komşuya bir bak" anlayışı tarihe karıştı...
Şimdi acımasız bir rekabet oturdu işgalci bir kuvvet gibi çarşıya...
Bundan rahatsız olduğunu anladım, dinleyince yaşı bir asra yaklaşan Hilmi Ungan'ı...
Oktay Akbal "Önce Ekmekler Bozuldu" demişti bir kitabında...
Uzunçarşı'da ise; çok şey bozulup gitti, yılların acımasız çarkına yenik düşerek...