İnsanın korku ile ümit arasında olmasını ifade eden bir deyimdir. Kur'ân'da insanın Allah'ın azabından korkması (Nûr, 24/52) ve rahmetinden de ümitvar olması (Bakara, 2/218) istenmiştir.
Allah kendisini hem rahmet ve mağfiret sahibi hem de azap edici olarak tanıtmıştır: "...Şüphesiz Rabb'ın insanların zulümlerine karşı mağfiret sahibidir, fakat Rabb'inin azabı da çok şiddetlidir." (Ra'd, 13/6), "İyi biliniz ki Allah'ın cezası çok şiddetlidir ve gerçekten Allah, çok bağışlayan, çok merhametli olandır." (Mâide, 5/98), "(Ey Rasûlüm!) kullarıma haber ver; ben gerçekten çok bağışlayan, çok merhamet edenim ve gerçekten benim azabım da çok acıtıcı bir azaptır." (Hicr, 15/49-50), "Âhirette şiddetli azap, Allah'tan mağfiret ve rıza vardır." (Hadîd, 57/20)
Bu âyetler insanın korku ile ümit arasında olmasını ön görmektedir. İnsan Allah'ın azabından korkacak ama rahmetini de umacak, ümitsiz olmayacak fakat ilâhî azaptan da tamamen güven içinde bulunmayacaktır (A'râf, 7/97-99). İkisi arasında dengeli olacaktır. Peygamberimiz Hz. Muhammed (a.s.), Allah'ın rahmet ve azabının çokluğunu şöyle bildirmiştir: "Mü'min, Allah katındaki azabı bilseydi cennetini ummazdı. Kâfir de Allah'ın rahmetini bilseydi cennetinden ümit kesmezdi." (Müslim, Tevbe, 23. III, 2109), "Allah, cennet için; sen benim rahmetimsin, cehennem için de sen de benim azabımsın" demiştir (Buhârî, Tevhîd, 25. VIII,186).
Kur'ân'da peygamber ve sâlih insanların korku ve ümit arasında olduğu, "korkarak ve umarak Allah'a dua ve ibâdet ettikleri" (Enbiyâ, 21/90; Secde, 32/16) bildirilmiştir.
Allah'ın rahmetinden ümit kesmek de azabından güven içinde olmak da mü'mine yakışan bir davranış değildir. Bunu ancak, kâfir, sapık ve hüsrana uğrayanlar yapabilir (Hicr, 15/56; Ankebût, 29/23; A'râf, 7/97-99). (bk. Havf, Reca) (İ.K.)
BUĞZ
Sevmemek, kin gütmek, hoşlanmamak demektir. Başkalarına buğz edip düşmanlık beslemek, İslâm ahlâkıyla bağdaşmayan bir davranıştır. Kur'ân'-da mü'minlerin birbirleriyle kardeş oldukları ilân edilmiş (Hucurât, 49/10), Hz. Peygamber de çeşitli vesilelerle kardeşlik duygularını yok edecek davranışlardan kaçınmaları hususunda mü'minleri uyarmıştır: "Birbirinize buğz etmeyiniz, birbirinize haset etmeyiniz, birbirinize sırt çevirmeyiniz. Ey Allah'ın kulları kardeş olunuz..." (Buhârî, Edeb, 57; Müslim, Birr, 24-28). Bir âyette, "Şeytan, içki ve kumar ile sadece aranıza düşmanlık ve nefret (buğz) sokmaya çalışır..." (Mâide, 5/91) buyrulmak sûretiyle kin ve düşmanlığa vesile olacak her türlü davranıştan uzak durulması istenmiştir. Başka bir âyette ise, "Ey îmân edenler! Sizden olmayan kişileri sırdaş edinmeyin. Onlar sizi yoldan çıkarmak için ellerinden gelen hiçbir çabayı esirgemezler ve sizi sıkıntıda görmekten hoşlanırlar. Şiddetli öfke (buğz) ağızlarından taşmaktadır..." (Âl-i İmrân, 3/118) buyrularak mü'minler kendilerine kin ve düşmanlık besleyen topluluklardan gelebilecek kötülüklere karşı dikkatli olmaları konusunda uyarılmaktadır.
Buğz, nefreti, nefret de düşmanlığı doğurur, sevgi ve dostluğu yok eder. Mü'min, başkasına kızarken de, başkalarını severken de ölçülü olmalıdır. Bir hadiste, "Sevdiğin kimseyi ölçülü sev, belki bir gün ona buğz edersin; buğz ettiğine de ölçülü buğz et, olur ki onu bir gün seversin" buyrulmuştur (Tirmizî, Birr, 60). (M.C.)
BÜYÜK GÜNAH
Günah kelimesi Kur'ân'da cünah şeklinde geçmiştir.
Meyletmek, bir tarafa eğilmek anlamındaki "c-n-h" kökünden türeyen cünah, doğru yoldan sapmak demektir. Kur'ân'da cunah kelimesi "lâ cunaha aleyküm" ve "leyse aleyküm cünahun" formuyla günah olmayan şeyler zikredilmiştir.
Günah olan inanç söz, fiil, amel ve davranışlar isim (kasıtlı ve bilerek işlenen günah), zenb (kasıtlı ve kasıtsız işlenen günah), hatîe (kasten ve bilerek işlenen günah), hata (kasıtsız işlenen günah, kusur), vizr (günah, ağır yük), hıns (günah), kebîre (büyük günah), lemem (küçük günah), masiyet (günah, isyân), seyyie (kötülük, küçük ve büyük günah), fuhş ve fahşâ (çok çirkin olan günah, isyân) vb. kavramlarla ifade edilmiştir.
Büyük ve küçük günah ayırımı Kuran'da yer almıştır (Nisâ, 4/31; Şûrâ, 42/37; Necm, 53/32). Kur'ân'da, küfür/inkâr (el-hınsü'l-azim) (Vakı'a, 56/46), haksız yere yetim malı yemek (hûben kebîren) (Nisâ, 4/2), açlık korkusuyla çocukları öldürmek (hıt'en kebiren) (İsrâ, 17/31), zinâ (fevahiş) (Necm, 53/32), içki ve kumar (ismûn kebirun) (Bakara, 2/219), Allah'a ortak koşmak/şirk (zulmün azim) (Lokmân, 31/13), (ismen azimen) (Nisâ, 4/48), haram aylarda savaş (kıtalün kebirun) (Bakara, 2/217), iftira etmek (bühtânen azimen) (Nisâ, 4/156), Allah, meleklerden kızlar edindi demek (kavlen azimen) (İsrâ, 17/40) büyük günah olarak zikredilmiştir. Buna göre her türlü inkâr, şirk ve nifak büyük günahtır. İnkâra varmayan fısk ve ma'siyetlerden de büyük günahlar vardır.
Büyük günah; Allah'ın yapılmasını yasak ettiği her fiil, haram olduğuna dair Kur'ân'da âyet bulunan yasak fiil, işleyene had / ceza gereken suç, hakkında kıyamet gününde cehennem olduğu bildirilen, Allah'ın gazap ve lanetini gerektiren, hakkında şiddetli va'îd bulunan, Allah'ın failini fasık ve âsi vasfı ile nitelediği günah şeklinde farklı şekillerde tanımlanmıştır. Büyük günahların sayısı konusunda farklı rakamlar zikredilmiştir. Kur'ân'da olduğu gibi hadislerde de büyük günah kavramı geçmiştir (Buhari, Hudud, 44; Müslim, Îmân, 144). Namaz, oruç, hac, zekat gibi farz görevleri terk etmek; içki, kumar, zina, hırsızlık, yalan, yalancı şahitlik, iftira, zulüm, adam öldürme ve gıybet gibi haramları işlemek büyük günahtır.
Büyük günah işleyen kimsenin durumu hakkında İslâm kelam ekolleri farklı görüşler serdetmişlerdir: 1) İnkâra varmayan günah işleyen mü'min, îmândan çıkmaz, kâfir ve münafık olmaz; ancak fâsık ve âsi olur. Tevbe etmeden ölürse ya Allah bağışlar ya da günahı nispetinde cehennemde cezalandırır, sonra cennetine koyar (Ehl-i Sünnet); 2) büyük günah işleyen îmândan çıkar, kâfir olur (Haricîler); 3) îmândan çıkar fakat kâfir olmaz. Bu kimse ne mü'mindir ne de kâfir. Tevbe etmeden ölürse, ebedî cehennemde kalır (Mutezîlîler); 4) kâfire itaat fayda vermediği gibi mü'mine de büyük günah zarar vermez (Mürcie).
Bu görüşlerin Kur'ân ve sünnete en uygun olanı Ehl-i Sünnetin görüşüdür. (İ.K.)
BULÛĞ
Sözlükte "ulaşmak, yetişmek, iş gayesine varmak gibi" anlamlara gelen bulûğ, fıkıh terimi olarak, bir kimsenin çocukluk dönemini bitirip, ergenlik çağına ulaşması demektir. Bulûğ çağına ulaşan kimseye bâliğ denir.
Ergenlik yaşı çocuğun vücut yapısına ve iklim şartlarına göre değişebilir. İslâm hukukçularınca bulûğ çağının alt sınırı, erkekler için 12, kızlar için 9 yaş olarak belirlenmiştir. Bu yaşa ulaştıktan sonra erkeğin ihtilam olması, baba olabilme devresine girmesi; kızın da adet görmesi, gebe kalabilme çağına ulaşması fiilî olarak bâliğ olmalarıdır. Ancak erkek ve kızlar 15 yaşlarına ulaştıklarında, kendilerinde bu erginlik alametleri görülmese de bâliğ olduklarına hükmedilir.
Buluğ, kişinin dinen mükellef sayılıp, yetişkin insan statüsünü kazandığı dönemdir. Bu çağa ulaşan ve akıllı olan kimse artık tam edâ ehliyeti kazanır. Böylece, ibâdet, helal ve haram gibi dinî hükümlere muhatap; cezâî, malî ve hukukî yükümlülüklere ehil olur. (İ.P.)