Gelin sizinle birlikte bir beyin fırtınası yapalım.

Bu milletin artık asfaltta palet sesine karşı aşırı bir duyarlılığı var. Bu millete kolay kolay askeri bir darbe yapamazlar. Yıllarca orduyu kullanarak ideolojisini ,sermayesini koruyan zengin iş adamlarına ve taraftarlarını koruyan, ordunun Demokrasinin üzerinde demir bir yumruk gibi durmasını isteyen zihniyet artık son oyununu oynuyor.

Peki, şimdi bir düşünelim nasıl bir ortam olmalı ki Ordu’nun darbe yapmasına kimse ses çıkarmamalı hatta biz yani halk bile desteklemeli? Başlayalım.

1908’de II. Meşrutiyetin ilanına yol açan Jön Türk darbesi zaman içinde adeta bir gelenek halini alarak cumhuriyet dönemine de sirayet etmiştir. Silahlı kuvvetlerin gerek yasalarda gerekse sivil hükümetler karşısında kendisini mutlak bir güç olarak tanımlaması, devletin asli unsuru ve koruyucusu olduğunu iddia etmesi ama daha da önemlisi siyasetin kurucu bir öznesi gibi hareket ederek hem modernleşmenin öncülüğünü hem de Kemalist rejimin koruyuculuğunu üstlenmesi, sadece sivil otorite nezdinde değil aynı zamanda toplum karşısında da hegemonik konumunun güçlenmesine neden olmuştur. Ordu, geleneksel ve kurumsal gücünü sivil irade üzerinde bir baskı unsuru olarak kullanmıştır. Ta ki 15 Temmuza kadar.

Altılı masadan bir sonuç çıkartamayacaklarını anlayan muhalefet hala aday arama peşinde,

bana sorarsanız şu an bir tiyatro oynanıyor daha önceki yazdığım yazılarda olduğu gibi gün sonunda oraya terlik de koysanız seçecek bir kitleye oynuyorlar.

Ben bunların amaçlarının ülkeyi yönetmek olduğunu düşünmüyorum evet iktidar olmak istiyorlar ama ne için istiyorlar bunu iyice bir düşünmemiz gerekiyor. Çünkü ellerinde Erdoğan düşmanlığından ve klasikleşmiş seçim cümlelerinden başka ne bir proje ne de bir çözüm yöntemi duyabildiniz mi?

  Türkiye’de gerçekleşen darbelerin gerekçelerine baktığımızda ordunun her zaman rejimin tehlikede olduğu savını öne sürdüğünü görürüz. Ordunun bu türden bir savunma yapmasının temel nedeni, Türk Silahlı Kuvvetlerinin dönüştürücü bir kamu felsefesinin (Kemalizm’in) kurucu, taşıyıcı ve yayıcı bir ajanı olarak, laiklik, modernlik ve çağdaş medeniyete ayak uydurma şeklinde algıladığı rejimin temel payandalarının muhafızlığı rolünü tarihsel olarak özümsemiş ve içselleştirmiş olmasından kaynaklandığını ve bu payandaların tehlikeye girdiğini gördüğü anda da, biçimi ne olursa olsun müdahale etmekten çekinmediğini görüyoruz. 15 Temmuzda ise Fetö terör örgütünün kendi pis çıkarları için yapılan darbe girişimine hepimiz şahit olduk. Allah  o gece Tankların önünde şahadete koşan Şehitlerimize rahmet yaralılarımıza şifa versin.  

Şu sıralar yana yana Hamburgercide para arayan, kraliyet topraklarında ipek gibi akın akın görüşmeler yapan muhalefet partisinin seçimi kazanması halinde HDP‘ye bakanlık vermesi söz konusu. Bunu tartışmaya açarak toplum üzerinde alıştırma ve kabullendirme psikolojisi yürütüyorlar.

Peki eski bir asker olarak soruyorum milli Savunma Bakanlığının başında veya içişleri Bakanlığında HDP”li bir bakan olması durumunda Türk Silahlı kuvvetlerinde veya iç işlerine bağlı emniyet ve jandarma da görev yapan hangi personel bu duruma sessiz kalabilir?

Sizce böyle bir durum darbe girişimine sebep olmaz mı? Lütfen düşünün Yapılacak darbe girişimine hiçbir vatandaş ses çıkartmayacağı gibi aksine destek verir. Tankların karşısında değil Tankların yanında durur. Çünkü bu toprakların evladı olan hiç kimse terörle arasına mesafe koyamamış bir kişiyi başında bakan olarak görmek istemez.

Darbeden sonra ne olur? Asıl soru bu.

Peki Ordu demokrasiye geçişi tıpkı geçmiş darbe dönemlerinde ki gibi yaparsa ve gelir gelmez ilk olarak TSK İç Hizmet Kanunu'nun 35. maddesini değiştirip  "Silahlı kuvvetlerin vazifesi; Türk yurdunu ve anayasa ile tayin edilmiş olan Türkiye Cumhuriyeti'ni kollamak ve korumaktır" ifadesi tekrar yasalaştırır ve 20 yıl önce olduğu gibi demokrasi üzerinde yine bir demir yumruk gibi durursa sizce hangi partinin, hangi baronların, hangi kurumların,hangi ülkelerin ve Hangi iş adamlarının istediği olmuş olur? Öyle uzun uzun yazmayacağım, Akparti öncesi Türkiye nasıl ise aynısına hatta bu sefer daha da kötüsüne çevrilir diye düşünüyorum

Uyanık olmak zorundayız, bu seçim Erdoğan’ın zafer mücadelesi değil, bu secim Erdoğan’la birlikte büyüyen Türkiye’nin, ümmetin, mazlumların ve dünyanın vicdani olan bu toprakların varoluş ve beka meselesi.