16 Temmuz 2025’te İsrail savaş uçakları, Suriye’nin başkenti Şam’da Genelkurmay Başkanlığı karargahını ve Cumhurbaşkanlığı Sarayı yakınındaki askeri bir noktayı vurdu. Saldırılar, “Dürzileri koruma” gerekçesine dayandırılsa da uluslararası hukukun açık ihlaliydi. Üç kişi öldü, 34 kişi yaralandı, Savunma Bakanlığı binası ağır hasar gördü.

Tırmanan Gerilimin Perde Arkası:

Süveyda Provokasyonu:

Saldırılar, 13 Temmuz’dan beri Süveyda’da Dürzi gruplar ile Bedevi aşiretler arasında süren ve 300’e yakın can kaybına yol açan çatışmaların ardından geldi. Şam yönetiminin bölgeye asker göndermesi, İsrail’e “müdahale” fırsatı sundu. Bundan birkaç ay önce İsrail Başbakanı Netanyahu’nun sarf ettiği şu cümle, birçok kişi tarafından basit bir siyasi çıkış gibi algılandı:

“Osmanlı’yı geri getirmeyeceğiz.”

Oysa bu söz, basit bir tarih göndermesinden çok daha fazlasını içeriyordu. Aslında bir itiraftı. Bir korkunun dışavurumuydu. Çünkü Netanyahu, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın geçtiğimiz cumartesi yaptığı tarihi konuşmanın satır aralarını çok iyi okumuştu.

Ortak Varoluş Bilinci:

İsrail’in Gazze, Lübnan ve Suriye’yi hedef alan saldırıları, Türkler, Kürtler ve Araplar arasında “ya birlik ya yok oluş” gerçeğini dayattı. Artık bu halklar, Siyonist tehdide karşı tek blok olmanın kaçınılmazlığını anlamış durumda.

Osmanlı Boşluğu:

Osmanlı’nın bölgeden çekilmesinden bu yana Ortadoğu’da kalıcı barışın sağlanamaması, Türkiye’yi dengeleyici güç rolüne zorluyor. İsrail’in Şam saldırısı, bu rolün meşruiyetini perçinliyor.

Türkiye Cumhuriyeti artık sadece bir “Türkçü ulus-devlet” refleksiyle hareket etmiyor. Cumhuriyet’in başından beri Batı’nın biçtiği dar kalıplardan çıkıp, ümmet perspektifini yeniden merkeze aldı. Bu, bir siyasi tercih değil; zorunlu bir stratejik dönüşümdü.

Çünkü:

  • PKK içeride etkisiz hale getirildi.
  • Irak’ın kuzeyi Türkiye’nin güvenlik parametrelerini kabul etti.
  • Suriye’de fiili kontrol bölgeleri kalıcı hale geldi.
  • Amerika dahil bütün Batı, Türk-Kürt-Arap ortaklığının kaçınılmaz hale geldiğini artık kabul etti.
  • İsrail’in yürüttüğü yayılmacı siyaset, Ortadoğu halklarının topyekûn yok oluşu anlamına geliyor.

İşte bu tabloda artık şu gerçek net bir şekilde görülüyor:

Türklerin, Kürtlerin ve Arapların birlikte hareket etmekten başka hiçbir seçeneği kalmadı.

Bugün Suriye’de yaşanan her olayın, Lübnan’daki her patlamanın, Irak’taki her çatışmanın ucu Türkiye’ye dokunuyor. Ve Erdoğan, bunu çok iyi biliyor.

Türkiye artık bir “izleyici” değil.

Bir “arabulucu” da değil.

Türkiye artık oyun kurucu olmak zorunda.

Bunun için Cumhurbaşkanı Erdoğan son yıllarda çok cesur adımlar attı. Ancak bu yetmez. Yeni dünya düzeninde Türkiye lider bir ülke olacaksa, bu üç temel reform acil olarak yapılmalıdır:

1. Eğitim sistemi değişmeli

Köksüz, evrensel diye sunulan ama yerli ve milli olmayan eğitim politikaları artık terk edilmelidir. Gençlik, büyük hedefler için yetiştirilmeli.

2. Anayasa değiştirilmeli

Bu millet, kendine ait olmayan bir anayasa ile yüzyıldır zincirlenmiş durumda. Yeni anayasa, milletin ruhunu ve coğrafyanın gerçekliğini yansıtmalı.

3. Millet, büyük bir savaşa hazırlanmalı

Bu hazırlık sadece silahla değil; fikirle, bilinçle ve birlikle yapılmalı. Bedeni olduğu kadar fikri eğitim de seferberlik içinde olmalı.

İsrail neden çıldırıyor?

Çünkü İsrail için tehdit sadece bir füze değil, ümmetin yeniden dirilişidir. Kudüs sokaklarında Filistinli çocuklardan daha çok “Recep Tayyip Erdoğan” ismi duyuluyorsa, bu artık bir devlet krizidir İsrail için.

Netanyahu bunu görüyor. Bizim içeridekiler hâlâ görmüyor.

Devlet demle birlikte masaya oturup PKK’ya silah bıraktırdı. CHP demle masaya oturup PKK’yı siyasallaştırdı. Farkı burada aramalı !

Türkiye büyük bir savaşa hazırlanıyor. Bunu anlamayan her muhalefet, bu millete ihanete ortaktır.

İsrail’in Suriye’deki saldırısı bir öncü sarsıntıdır. Türkiye, yakın gelecekte Suriye’de bir askeri yapılanmaya gidebilir. Suriye ordusunu modernize etmek, İsrail tehdidine karşı hava savunma sistemleri kurmak bu senaryonun parçası olabilir. Yunan basınına göre, ABD bölgedeki iki müttefiki (Türkiye ve İsrail) arasında sıkışmış durumda. Washington, Türkiye’nin Suriye’de askeri üs kurma planlarına tepkili, ancak İsrail’in saldırganlığını da dizginleyemiyor.

Bu süreçte Türkiye’nin İletişim Başkanlığı’na çok iş düşmektedir.

Dezenformasyonla mücadele edilmeli, devletin attığı her adım doğru bir şekilde halka anlatılmalıdır. Örneğin bugün devletin DEM Parti ile oturmasının nedeni terörle pazarlık değil; sıfırlanmış ve dağılmış bir terör yapısının halk üzerindeki son etkilerini silmek ve Kürt halkıyla gerçek bir barışı tesis etmektir.

Cumhurbaşkanı Erdoğan ve MHP lideri Devlet Bahçeli’nin bu noktada gösterdiği irade, Türkiye’nin geleceği adına tarihe geçecek bir duruş olmuştur. Tamam, bazılarımız gerçekten PKK’nın silah bırakmasına inanmıyor. Fakat şunu bilmemiz gerekiyor: İsrail tarafından Yapılacak bir saldırı, Türk-Kürt-Arap ayrımı olmaksızın hepimize karşı yapılacak. Devlet, DEM ile silah bırakma sürecini yürütürken aynı zamanda yeni anayasa için önündeki bir engeli daha ortadan kaldırıyor.

Bugün Ortadoğu’da tarihi bir kırılma yaşanıyor.

Siyonist zincirin ilk halkası, bu topraklarda kırılacak.

Bu kırılma Türklerle, Kürtlerle ve Araplarla birlikte olacak.

Ve dünya, yüzyıllardır özlenen adaleti yeniden görecek.

Türkiye, 100 yıllık zincirleri kırmak üzere. İsrail’in saldırıları, bu dönüşümün aciliyetini gösteriyor. Eğitim reformu, anayasal dönüşüm ve askeri hazırlık olmadan liderlik iddiası boş bir hayaldir. Bahçeli’nin PKK tasfiyesindeki rolü ve Erdoğan’ın ümmet vizyonu, bu yolda atılmış dev adımlardır. Şimdi sıra, Birleşik Ortadoğu Cephesi’ni inşa etmekte.