"Aynı şaraptan içtik, onlar bir kaç kadeh evvel sarhoş oldular..."

Kimin bu mısra, hatırlamak gereksiz... Ne şarap orada anlatılan, ne
sarhoş olmak çünkü... Bu mısrayı sen, bir ölen oldu mu, ölümden söz
açıldı mı söylerdin... Ne zaman söz açılmazdı ki ölümden?

"Toprak üstünde yürümek, kabul/ Toprak altında çürümek, kabul..." Her
gün söylerdin... Bize mi öğretiyordun, hatırlatıyordun, kendini mi
hazırlıyordun ölüme, bilmiyorum... Çok kalmadın, gittin. "Bir kaç
kadeh evvel..."

Hastalığını öğrenenler seni teselli etmek istemişti de "Sakın beni
teselli etmeyin" demiştin, "Kimin malını kimden kıskanıyoruz... Veren
O, alan O... Ne hakkım var ki, davacı olayım? Bu kadar kitabı iş olsun
diye mi okuduk?"

Bahçendeki o küçücük, sarı aşı boyalı, tek katlı, demir kapılı evin
önünde, galiba incir ağacının altında, son kez gördüm yüzünü...
Sabahattin ağabey, "Açın, yüzünü görsün" dedi, gördüm...

Hiç ölmeyecekmiş gibiydi yüzün, hiç ölmemiş gibi, hakikat gibi...
Eğilmemiş bir başın yüzüydü, bükülmemiş bir sözün yüzüydü yüzün, büyük
bir kapıda karşılanmış bir misafirin yüzüydü, "uğrunda öldüğünün
uğrunda yaşadığının" yüzüydü yüzün...

"İnsanlar O'na benzesinler diye yaratılmıştır!" "Göklere giden yolu
bulmak isteyenler Allah'ın elçisinin (sav) yerdeki ayak izlerini takib
etsin!"

Yolda bir yol bulmuştun, yolda ilerlemiştin... Gidiyordun... Benzemek
mi? Benziyordun... İfadelerin kadar benziyordun, ben şahidim, sen O'nu
anlamayı ve anlatmayı hayatının ifadesi bilmiştin, sanki hep O'ndan
bir ifadeydin...

Tıpkı beynindeki tümörü ilk duyduğunda bana anlattıklarını sakladığım
gibi, senin acını saklıyorum, kendime acıyarak... Yüzüne dünya gözüyle
son kez bakarken gördüklerimi de saklıyorum...

Bilmeni isterim ki, senin yanında yürümenin yürümek kadar güzel bir
tadı vardı, çayın ve dumanın bize öğrettikleri vardı, sıcaklık gibi,
erimek, kaybolmak, hayata karışmak gibi...

"Taş merdivenler gibi aşınmış ayaklardan/ Alnım secde yerine çarpa
çarpa aşınsa!/ Göklerin kamçısiyle yediğim dayaklardan/ Erisem de,
tabutum boşmuş gibi taşınsa!" Ne çok okurdun bu mısraları.... "Şu
derinliğe bak, şu yüksekliğe bak, şu samimiyete bak, şu ifadenin
benzeri yok, şu teslimiyete bak.. " diyerek...

Baktığın, gördüğün kendini bulduklarındı... Sen onlardın...

Ne kibar, ne cesur, ne içli, ne mert, ne utangaç ve ne anlaşılmamış adamdın.

Bir yerde durmak zorundayım... Her gün içimden konuştuklarımızı mümkün
olursa bir Ş. Kitabı derleyerek bir araya getireceğiz... Posterlerin,
notların, yazıların, anekdotların, hatıraların, seni tanıyanların,
akrabalarının yazıları olacak bu kitapta... Mümkün olduğu kadar sade,
titiz... Merak etme, konuştuğumuz gibi olacak, hep konuştuğumuz
gibi... Senin çocukların, şimdi Mehmed Kısakürek'in yazdığı senaryoyu,
doğumunun 100. yılı için Necip Fazıl belge-filmini çekiyorlar...
Üstadı okumamış, anlamamış, sevmemiş kimse yok içlerinde... Ve
yetiyorlar... Sevindin mi?

Mehmet Barlas, o günlerde, bir yazısında senin cümlene benzer bir
cümle kurmuştu... Üzülmüş, hemen değiştirmiştin posterindeki
cümleyi... "Aynı şey değil ki, neden biz değiştirelim" demem
durdurmamıştı seni... Bu kadar doğru, orijinal ve hayatına
saygılıydın. Geçenlerde gazetedeki köşesinde, senin bir özdeyişini
aynen yayınladı Mehmet Barlas, hiç değiştirmeden...

Tesirin artarak sürecek, benim canım hocam, fikir kadar ince dervişim.
Seni hiç unutmadık, hep anıyoruz... Saygıyla, sevgiyle, rahmetle...

"Öleceğiz; müjdeler olsun, müjdeler olsun!/ Ölümü de öldüren Rabbe
secdeler olsun!"

"Ölüm güzel şey; budur perde ardından haber/ Hiç güzel olmasaydı ölür
müydü Peygamber?"

(2004'te yazılmış bir yazı. Kitabı yazamadık, ayıbımızdır. Selahaddin
Şimşek için kaç yazı yazdım hatırlamıyorum. Yetmez. Onun için yapılan
her şey az gelir bana. Övüyor gibi yapıp, başka şeyler anlatıp,
anlatılması gerekenin saklandığı yazılar da giran gelir. Yer nerede,
gök nerede? Sayemizde ölmeden önce beş tane "Salahaddin" yazısı yazdı
Necati Mert. Sapla samanı birbirine karıştırmaya devam etti ama. Ben
ne diyorum, Necati Mert ne diyor? Sadık Canlı'dan da destek alıyor,
"Salahaddin"in kendisine darılmasında haksız olduğunu ima ederken.
Adımı da vermiyor ama yazılarımın beni utandıracağını söylüyor.
İddiamda ısrarcıyım. "Salahaddin"le "darılış"madınız, Selahaddin
Ağabey "Olmadı Necati!" dedi çıktı dükkandan. "Bu adamın çayı içilmez"
dedi. Başka şeyler de dedi. Haksız mıydı? Acaba? Hadi Necati Mert gibi
bitireyim: Anlatacağım!)