İnsanlık ailesi olarak, tüm dünyada baş gösteren bir salgının etkisi ile son derece zor ve buhranlı günlerden geçiyoruz.
İnsan gözü ile algılanamayacak kadar küçük olan, ''0,08-0,16'' mikron boyutlarındaki bulaşıcı bir virüs, tüm dünyanın kader çizgisini  değiştirirken; diğer yandan küresel boyutta çok önemli sosyolojik, siyasal ve iktisadi gelişmelere sebebiyet vermektedir. 
Adeta, pandemi ile birlikte yeni bir dünya düzeni inşa ediliyor diyebiliriz. Güç, terörizm, güvenlik, biyoteknoloji, üretim, tüketim, sanayileşme, sağlık gibi hayatımızı şekillendiren önemli kavramlar, küresel güçler tarafından, farklı bir bakış açısı ile yeniden tanımlanıyor, yeniden masaya yatırılıyor. 
Mikrobiyoloji uzmanları, dünyada var olan tüm Covid-19 virüsünün toplam ağırlığının, sadece  iki gram civarında olduğunu belirtiyorlar.
Topu topu iki gram ağırlığında  olan bir virüs kolonisi karşısında, insanoğlu ne kadar da aciz ve savunmasız... 
Pandemi ile birlikte ırk, uyruk, ideoloji, cinsiyet gibi ayrımlar bir anda  ikinci plana düşerken; yeryüzü vatandaşları olan bizler, insanlık denizinin küçük bir damlası  olduğumuzu, sağlık mevzubahis olduğunda, bizi biz  yapan kimliklerimizin  ve vasıflarımızın hiçbir öneminin olmadığını, ölümün soğuk yüzünün herkese aynı şekilde göz kırptığını  bir kez daha müşahede etmiş olduk. 
Dünyanın diğer  ucunda, kıtalar ötesi mesafelerde, yüzünü hiç görmediğimiz, adını dahi bilmediğimiz, bir insanın hastalanması, tüm insan soyunu olumsuz olarak  etkileyebiliyor. 
Bu durum, yedi milyarı aşan  insanlık ailesinin  kaderinin, tıpkı tek bir  zinciri oluşturan  halkalar gibi, birbirine bağlı ve tek vücut olduğunu gösteriyor. 
Modern Fiziğin  '' Kelebek Etkisi'' teorisine (Kaos Kuramı) göre; Amazon' da yaşayan bir kelebeğin kanadının oluşturacağı hava akımı, Los Angeles' ta kasırgaya neden olabilecek bir potansiyele sahiptir...
Bu şu demek oluyor ki; başlangıç şartlarında meydana gelebilecek minimal düzeyde bir değişiklik, öngörülemez ve farklı sonuçlar doğurabilir. 
Bu teori üzerinden bir analoji yaparsak, Çin' in Wuhan kentinde yer alan Huanan balık pazarında çalışan,   57 yaşındaki Bayan   Wei Guixian ' ın   öksürüğü, adeta bir kelebek etkisi yaparak; dünyanın üzerine  karabasan gibi çöktü ve  domino taşları gibi viral bir döngüye sebebiyet verdi. 
İnsanlık ailesi, tabiatın geometrisi olarak da adlandırılan fraktal şekilleri andırıyor adeta... 
Bütün (İnsanlık Ailesi) ve parça (Fert) arasında inanılmaz bir ilişki, esrarengiz bir etkileşim söz konusu. Parça bütünden, bütün parçadan etkileniyor. Adeta, kuantum mekaniğindeki dolanıklık gibi, sanki herkes birbirine görünmez bir iple bağlı...
Bu pandemi vakası bizlere şunu bir kez daha  göstermiştir ki; kişinin fert olarak tek başına mutlu, güvende ve sağlıklı olması   bir anlam ifade etmemektedir. 
Ferdiyetçi zenginlik, kişisel yüksek  yaşam standardı ve ben merkezci/egoist hayat tarzı insanlık ailesine mutluluk ve huzur getirmediği gibi, bu durum toplumsal ahengi de bozmaktadır. Refah ve gelişmişlik yeryüzünün tamamına dengeli  bir şekilde yayılmazsa,  uluslar arasında kaos ve çatışmalar  boy göstermektedir. 
Sonuç olarak farklı ülkelerde, farklı kıtalarda  ortaya çıkan '' Sars, Ebola, Mers, Marburg, Covid... '' benzeri bulaşıcı hastalıklar, sınırları  aşarak, tüm dünyaya yayılabilir ve bir gün ansızın isimsiz  bir mektup gibi  kapımızı çalabilir. 
Bir başka ilginç husus da şu; birçok konuda ortak noktada buluşamayan dünya milletleri, pandemi konusunda müthiş bir dayanışma ve yardımlaşma içerisinde hareket ediyorlar.
Adeta, mavi gezegenimizi istila eden bir uzaylı kolonisi ile ölüm kalım  mücadelesi veriliyormuş  gibi, tüm uluslar beraber ve senkronize bir şekilde hareket ediyor; istilacılara karşı topyekün bir dünya savaşı veriyor.
Gerçi, salgın gelişmiş ülkelere sıçramamış olsaydı, özellikle batılı ülkelere, bu dayanışmayı görmek pek de mümkün olamayacaktı. 
Amiyane tabiri ile ucu onlara da dokununca, işin rengi farklılaşmaya başladı ve  gelişmiş ülkeler salgın yönetiminin  kontrolünü, yavaş yavaş ellerine geçirmeyi başardılar. 
Salgının bir de psikolojik boyutu var tabii. Herkesin yüzünde aynı tedirgin  ve ürkek bakış, sanki tek bir ressamın elinden çıkmış, hüzünlü  portreler gibi. 
Resmi bir üniforma taşırcasına, tüm dünyanın ağzında renk renk, boy boy   maskeler; çantalarda antiseptik  ürünler, kolonyalı mendiller... 
Toplumda nevrotik düzeyde bir hijyen ve hastalık kapma takıntısı/korkusu  yaşanıyor adeta...
Bir öksürük, bir hapşırık sesi, artçı deprem gibi titretiyor dizleri... 
Pandemi bitse bile, bu salgının psikolojik etkisi uzun yıllar devam edecek gibi gözüküyor.
Bakalım, büyük  insanlık ailesi, bu travmayı nasıl ve ne zaman atlatabilecek? 
                                       
                                       .......... 
Belki de, ademoğlunun, hastalık ve korku saçan, günahkar ağzının kapanma vakti çoktan  gelmişti, ne dersiniz?
Zehrini, kinini, nefretini, şiddetini, öfkesini, saldırgan duygularını kusmamak için karşı tarafa, ağzı kapatılmalıydı bu eşref-i mahlukatın(!)... 
Ama bu da yetmezdi tabii, ağızlara takılan maskeden bir tane de, yüreklere takmak gerekirdi... 
Kalplerde yuva kurmuş kötü, kıskanç, kibirli, suizan ve fesat  düşüncelerini topluma bulaştırmasın diye... 
Sadece hasta bedenleri değil, hastalıklı zihinleri de karantina altına almak elzemdi, sonsuza dek...
Ve herkese bir iyilik aşısı yapılmalıydı, en ağır dozundan; çocuklar ve masumlar   ölmesin, daha çok yaşasınlar diye...
                                          **
Köşe yazılarımı yakından takip eden ''Berna TARIM'' adındaki bir kadın okurum, kendi kaleme aldığı bir yazısını bana  gönderdi. Yazının bir bölümünü sizlerle paylaşmak istiyorum. 
'' Becuente Bir Bakış... 
......... Ambulanslar geçiyor her saat başı.
Tıpkı ambulansların, “yol verin!” çağrısı gibi, yürekler de aman diliyor, şifayı arıyor...
Bazen eli kolu bağlanıyor insanın, hiçbir şey yapamadan, çaresizlik içinde, bomboş sokaklarda son sürat giden ambulansın iç acıtan  sesini dinliyor sadece... 
Bu hastalık sayesinde,  çok şey öğrendiğimizi düşünüyorum. Bunlardan belki de en önemlisi; empati kurabilme becerisi... 
Çaresiz kalmak, yüreğimizi yaktı  belki ama, bu sayede  görmemezlikten geldiğimiz yardıma muhtaç  insanların  içinde bulunduğu sıkıntılı durumu ve bu dünyada  kimsesiz kalmanın  nasıl bir duygu olduğunu  anlamış olduk.
Tat ve koku duyumuzu ansızın kaybedince, yemek yemek, su içmek işkence oldu insanoğlu için... 
İşte o zaman, aç, susuz ve hasta insanların yerine koyabildik kendimizi...
Nefes almak, sağlıklı olmak ne büyük hediye, ne büyük nimet, bunu şimdi anlayabildik... 
Ne önemliydi özgürlük, bizim için... Özgürce dolaşmak sokaklarda, kuşlar gibi kanat çırpmak uzaklara...
İnsanları sevebilmek, sevdiğini  aramak, sormak, şefkatle yüzüne bakmak, gülümsemek en afillisinden, ne kadar da değerliydi...
Engelli olan insanların yerine koyabildik kendimizi, karantina günlerinde. Dışarı çıkamamak, bir odaya hapsolmak ne beter bir duygu, bu durumu deneyimledik. 
Sıkıntı içinde  yanımıza gelen ve dışarıda  maske takmak zorunda kalan hasta insanların ne hissettiğini belki birazcık da olsa kavrayabildik.
Sağlığın ne kadar mühim bir nimet olduğunu görmüş olduk...''