Hep veren adam. Hep dağıtan adam. Vermeyi, dağıtmayı meslek edinen adam. Dağıtmayı hayat,
dağıtmayı sanat, dağıtmayı ilke edinen adam. Düşenleri kaldıran. Hem de bir ömür.
Şekerci Osman Baba. Böyle diyor onu uzaktan tanıyanlar. Zira yirmi seneyi aşkın, otobüste durakta,
yolda izde, düğünde bayramda, kim ona selam verse veya o kime selamün aleyküm dese, hemen
meşhur şekerini uzatıyor. Hayatı, çevresini, dünyayı şeker lezzetine çeviren adam.
Yakından tanıyanların Şıh Osman’ı o. Şıh Osman aşağı, Şıh Osman yukarı. Elini öpen öpene onun.
Sıraya giriyor dostları, kardeşleri. Kıskanmıyor o da elini, her öpene bir de şeker veriyor elbette.
Şekersiz el öptürmek yok onun kitabında. Özetlersek; Şekerci Şıh Osman Baba.
O ise iki sıfatından da hoşlanmıyor. İkisini de söyleyen var da ben dervişim daha tamam mı diyor.
Adı Osman soyadı Meğreli. Adapazarı, Ozanlarlı. Yirmi beş sene Zirai Donatım Kurumunda
çalıştıktan sonra, emekli oldu. Sekiz sene de Büyükşehir’de cenaze taşımışlığı var özel aracıyla.
Çocukluğu Ozanlar’da geçmiş. Evlendikten Depreme kadar da Şeker mahallesinde. 1999 Depreminde
evi yıkılınca, yirmi yılı aşkın süredir, devletin verdiği evinde, Adapazarı Karaman’da oturuyor, eşi
Hatice yengemiz ile birlikte.
İlginç bir aile hikâyesi var Osman abinin. Soyadından başlayalım: Meğreli. Meğreli ne demek Osman
abi? Diye soruyorum. Cevap veriyor: Biz Muğla Fethiyeliyiz. Fethiye’nin eski ismi Meğre. Osmanlının
ilk helikopter şehidinin adı Fethi beymiş. Ona hürmeten 1915’te Sultan Reşat Meğre’nin adını Fethiye
yapmış. Elinden pek eksik etmediği sigarasından derin bir nefes alıyor Osman abi, anlatmaya devam
ediyor, gözleri ta uzaklara bakarak: Rodos Adasında da akrabalarımız varmış. Çocukları olmamış.
Dedemler üç erkek kardeşmiş. Dedemin babasından, üç oğlundan birini istemiş Rodoslu akrabası. O
da dedemi vermiş. Dedem olmuş o tarihten sonra Rodoslu. Evlenmiş dedem. Babam Rodos’ta doğmuş
büyümüş. 1939’da Dedem ve babam İstanbul’a yerleşmiş. Bir sene sonra da Adapazarı’na. Soyadı
olarak da aslen Fethiyeli olduklarından Meğreli’yi almışlar. Babamın adı Hasan. Berber Hasan. On
numara adamdı benim babam. Ne on numarası, yüz numaralı adam. Ben onun yanında adam
sayılmam.
Bu sırada seksen yaşındaki kayınvalidem Resmiye Altay söze giriyor: Berber Hasan abi, çok iyi bir
insandı. Ozanlar’da bizim evimiz caminin karşısındaydı, oradan biliyorum. Beş vakit camiye gelirdi
Osman’ın babası Hasan abi. Altı çocuğu da çok iyidir Hasan abinin. Hepsi birbirinden farksız,
terbiyeli, merhametli, yardımseverdirler.
Osman abi anlatmayı sürdürüyor: Adapazarı’nda annemle evlenmişler. Biz altı kardeşiz. Mustafa
abim, Fatma ablam, ben, küçüklerimiz Şaban, İhsan, Ekrem. Ben 1951 Adapazarı doğumluyum.
Annem de mükemmel bir insandı. Ayaklarının altını öper yüzüme sürerdim. Ben onun dualarıyla
ayaktayım, tamam mı. Annemin duaları sayesinde seviliyorum ben.
Kulağıma gelenleri soruyorum Osman abiye: Güya sen evlenene kadar iyi içici ve kumarcıymışsın.
Mahallenden Kamyoncu Edip Amcanın kızı Hatice ablayla evlenmişsin. Sene 1976 Gelin öğleden
sonra alınmış. Davul zurna çalgı, gelsin rakılar çalsın davullar; yakın arkadaşların beş yüz metrelik
yolu yarım günde almışlar. Oyna babam oyna. Tıpkı senin onların düğünlerinde, gelin almalarında
yaptığın gibi. O gece içkiye kumara illallah etmişsin diye bir şehir efsanesi var. Doğru mu bunlar?
İşte cevabı: Hepsi doğru anlatılanların? İçtiğimde oynadığımda her akşam dua ettim Allah’ıma, kurtar
beni bu iki illetten diye. Rabbim dualarımı kabul etti, çok şükür. Evlendiğim gece bir tövbe ettim. Bir
daha da ne kumar oynadım, ne ağzıma içki koydum, tamam mı. Bin şükür.
Benim Osman abiyle tanışmam, 1980’li yılların başı. Kabukçu Burhan abi ile birlikte Ozanlar
mahallesinin en yiğit, en yardımsever, en fakir fukara gariban dostu ağabeyleriydi ikisi. Bana da çok
sahip çıktılar. Ben ailemin tek erkek çocuğuyum. Eğer bir erkek kardeşim olsaydı, Osman abi ile
Burhan abi kadar sahip çıkamazdı herhalde bana.
Kırk yılı aşkın süredir tanırım Osman abiyi. Nerede bir yetim öksüz dul, bir fakir fukara, düşkün, bir
gariban varsa Osman abi yanındadır. Yakınında bitiverir. Önceleri işçi maaşı, sonraları emekli
maaşıyla, bazen dostlarından borç alarak yardım eder. Düşeni kaldırır daima.
Hep söylerim: Adapazarı’nda bir İyilik Çetesi vardı. Terzi Ali amcanın (Taşçeken) yönettiği.1970’ler,
80’ler, 90’larda. Osman abi ile Nuri abi (Kurukahveci) o Merhamet Çetesi’nin başkan yardımcılarıydı.
Onun tabiriyle hizmetkârları. O Güzellik Çetesi’nin, Adapazarı’nın neresinde evlenemeyen biri varsa
eşya bulup evlendirdiği, neresinde yeni evlenip de eşyası olmayan varsa, tabak çanak halı kilim koltuk
temin ettiğine şahidim. (1982’de evlendiğimizde bana da İskandinav modeli bir koltuk takımı temin
etmişti Osman abi, sağ olsun, 1999 Depreminden üç gün önce garibanlara verilmek üzere, ben de ona
bir koltuk takımı sağlayıp teslim etmiştim.)
Buydu Osman abi. Tam olarak buydu. Böyleydi. Buncaydı.
Geçen kırk yılda da neler yaşamıştı neler. Kaç borcu olanı kurtarmak üzere borç vermiş, geri
alamamıştı. Kaç yoksulu ayağa kaldırmıştı. Kaç evine icra geleni kurtarmıştı. Sayısını sorarsanız
hatırlamaz, bilmez, cevap vermez. Tabii ki borç alanlar geriye vermediği için kaç kere battığını da.
Sordum, abi, senin için, borç verdiğin kişiler geri getirmediği için en az beş kere battı diyorlar, doğru
mu? Cevap verdi: Ne beşi ne onu, çok… Saymadım, tamam mı. Çok iflas ettim ama. Paraya önem
vermediğim için saymadım. Batmanın da çıkmanın da bi’önemi yok, tamam mı.
Sohbetimizi işiten eşi Hatice yenge söze giriyor: Ben Osman’ın ne kadar maaş aldığını bilmedim
senelerce, şimdi de ne kadar emekli maaşı aldığını bilmiyorum.
Osman abi, o her zamanki hızlı konuşması ile cevap veriyor 46 yıllık eşine. Bilme, bilme, bilme, bilme
tamam mı? Ben de bilmiyorum zaten. Bilsek ne olacak. Para, beş para eden bir şey mi ki…
Şıh Osman’ı beş tanıyanından dinleyelim birer cümleyle: 1955 Ozanlar doğumlu Kabukçu Burhan’a
göre, önceleri yaramaz bir çocuk, büyüdüğünde herkese faydalı bir insan, örnek bir derviş. Dünyayı,
parayı dert etmez. Verir, alamaz, alamadığını de dert etmez. Dünya çıkarlarından vazgeçmiş güzel bir
dost. 1961 Reji sokak doğumlu İktisat profesörü Arto Mustafa’ya (Mustafa Kemal Aydın’a) göre,
sevilen, yardımsever, merhametli, cömert. Parayla pulla işi olmayan, olanı da dağıtan biri. 1962
Ozanlar doğumlu eşim Gülseren Tuna’ya göre, çaresizlerin babası. 1965 Adapazarı doğumlu,
Almanya’da işçi Ertan Gökmen’e göre de şeker tadında insan pırlantası. 1966 Sinanoğlu doğumlu
emekli askeri memur Bayram Akyüz’e göre, mütevazı, alçak gönüllü, cömert, tam bir gönül insanı.
Niçin şeker dağıttığını soruyorum, cevabı kısa ve net: Dua almak için.
Osman abinin en sık kullandığı kelime tamam mı. Üç cümlesinden birisi tamam mı ile biter onun.
Benim tespitime göre, onun dünyasında bir anlamı var bu tamam mının. Zira Osman abi, çevresindeki
insanların eksiğini tamamlamaya gelmiş birisi. Kimin ne eksiği varsa o tamamlıyor zira. Şahidiz. Onu
tanıyan herkes de şahit buna.
Osman Meğreli. Namı diğer Şekerci Baba. Şeker tadında bir dost, kardeş, abi. Hayatımızın şekeri o.
Dünyamızı tatlandıran Şekerci Baba.