Sadece kul olma sorumluluğunu taşıyanların sevgisine mazhar oluyor değildir En Sevgili. Allah’ın Habibi olmaklığıyla, Onu hayvanlar, bitkiler, madenler; kısacası insana varana dek her unsur, her zerre sevmeye istidatlıdır. Her şeyin sevgisini cem ederek, her varlığın şükrünü eda ederek yücelir Rabbinin katında En Sevgili.
Rivayete göre Hz. Peygamber “Kardeşlerimi ne zaman göreceğim” diye içini çektiğinde çevresindekiler: “Ey Allah’ın Rasûlü! Senin kardeşlerin biz değil miyiz” diye sorarlar. “Sizler benim ashâbımsınız. Kardeşlerim ise henüz gelmemiş olanlardır. Bana, görmeden iman edecekler” buyurur.
“Kardeşlerime selam olsun” diyen Hz. Peygamber’e duyulan sevgiyi en çok mü’minlerin yüzünde görürüz. Efendimiz’in selamını almıştır onlar. Camilerde, türbelerde, kutsal yerlerde, Kâbe’de, Ravza’da... Ya da yeryüzünün herhangi bir yerinde... Hep O’nu sevenlerle canlıdır Efendimiz. O’nu her sevenle, her sevende ‘görünür’ olur.
Sadece kul olma yükümlülüğünü şuurla taşıyanların sevgisine mazhar oluyor değildir En Sevgili. Allah’ın Habibi olmaklığıyla, O’nu hayvanlar, bitkiler, madenler; kısacası insana varana dek her mahlûkat, her unsur, her zerre sevmeye adaydır. Her şeyin sevgisini kendinde cem ederek, her varlığın şükrünü eda ederek yücelir Rabbin katında En Sevgili. O ki, Sevenle Sevilenin buluştuğu vücud...
Zamansız ve mekânsız bir aşktır bu güzelliğimizi tamamlayan. İçinde herkesin ve her şeyin kendi nuruyla yer bulduğu. Hz. Peygamber’i sevmenin ne demek olduğunu anlamayanlar, O’nu sevenlerin haline bakmalılar. O’nun hakikatini sevenlerinde göreceklerdir. Peygamber sevgisini insanın nefsinden kaynaklanan diğer tüm mecazi sevgilerden farklı kılan da bu işte; görmeden iman etme mahareti öncelikle.
Allah Rasûlü (sav)’nü sevmek, bir mü’min için giderek artan, çoğalan, yoğunlaşan bir sevgidir. Bıkılmaz bu sevgiden. Tekrara düşülmez. Kanıksanmaz bu sevgi. Hayretlere, hayranlıklara açıktır. Allah için sevmenin en somut kanıtı olarak kuşatır bizi; sonraki nesilleri. Ki bu bir ibadettir bütünüyle.
Efendimiz’i sevmenin hayata geçirilmiş her hali, imanın canlı kanıtını oluşturur mü’minler için. O’na olan sevginin hayat bulması, imanın insanda nasıl bir cevhere dönüştüğünün de göstergesidir.
Sonraki nesillerin gönlünde oluşan capcanlı sevgi herkeste biriciktir, ama kalbinden bağlar mü’minleri. Çağları ve toplumları aşar bu kalpten kalbe geçişler. Efendimiz’in bizi -sonraki nesilleri- kardeş olarak adlandırmasının inceliğini burada bulabiliriz sanırım. Kardeşlik, selam ile diri olandır.
O selamı, kardeş olmadan önce almıştır mü’minler. Ya da aslında ezelden ebede kardeş olduklarını tasdik etmektedirler. Gönüllerinde açan bu sevgiyle O’na “aleyküm selam” demektedirler.
Her birimizin şu kâinatta biricik olduğundan yola çıkalım, Rabbimizin nezdinde yine daima farklı farklı mertebelerde bulunacağız, öyle değil mi. Kulun zannı üzerine olduğunu bizzat Rabbimiz bize iletir. Ne kadar kalp varsa, o kadar derecesi var aşkın. Kulluk maharetimizin...
Yine herbirimiz farklı hiyerarşik sıralamalarda seyretmekteyiz. Bir seyrin diğerinkinden farkını yalnızca Yaratan’ın bildiği, takdir ettiği bir hiyerarşik düzen bu. Böyle bakıldığında ‘En Sevgili’ olmanın imkânlarına açılıyoruz usul usul. Kimse sevmede ve sevilmede eşitlik olamayacağını için için biliyor. Bir gönüle iki aşk sığmıyor ne yaparsak yapalım. Ne de aynı aşk iki gönüle birden yerleşebiliyor. Kısacası; her birimiz için ‘Sevgili’ gibi yaşamanın incelikleri sonsuz. ‘En Sevgili’ye benzeme gayretiyle yaşama üslubumuz ise bizi hem birleştiriyor, bir kılıyor. Hem de biricikliğimiz uyarınca sayısız kez ayrıştırıyor.
Allah Rasûlü (sav)’nü sevmek, bir mü’min için giderek artan, çoğalan, yoğunlaşan bir sevgidir. Bıkılmaz bu sevgiden. Tekrara düşülmez. Kanıksanmaz bu sevgi. Hayretlere, hayranlıklara açıktır. Allah için sevmenin en somut kanıtı olarak kuşatır bizi; sonraki nesilleri. Ki bu bir ibadettir bütünüyle.
Hurma kütüğünün O’na duyduğu özlemle ağlamasını hangimiz işitmeyiz? Hangimiz onun kederini paylaşmayız? Ya O’nun bir hareketiyle ikiye yarılan ayı hangimiz görmeyiz? Allah Habibi’ni sevdiği için, bu vesileyle biz yaratılmışlar olarak varlığa çıkıyor ve o sevgi ilişkisine dahil oluyoruz. Güzel Efendimiz’i severek Allah’ı sevmiş oluyoruz. O’nun Sevgilisi’ni sevmek, Allah’ın bizi sevgili kılması demekse eğer... Bir iman kardeşliğidir bu; zerreden küreye her şeyi kuşatan, esenlik içinde kardeş kılan... Ve ikinci doğuma bizi hazırlayan... Ölmeden önce ölmekle gelen bu kutlu doğumda, her birimizin sancısıyla... Bir övgü de kalemden gelsin o halde:
Seni dinleyip yaklaşan o ağaç gibi itaatkâr
O hurma kütüğü gibi Sensizliğe dayanamayan
İkiye bölünseydim parmağınla yardığın ay gibi (Leyla İpekçi)

Naat
ipekler tel tel biraraya geldiler dokunmak üzere
lâle nerdeyse menekşeye, gül suya dokunmak üzere

kılıç kesti kan koktu bir atlı dörtnala uzaktan
günbatımının büyük eşitsizliğinden yakınmak üzere

bütün dertler söylendi çareleri bir bir yazıldı
son büyük toplantıda bir bir okunmak üzere

kimseye başvurulmadı herkes birbaşına kaldı, evet
sonradan hep birlikte kurtulunmak üzere

oysa bir çiçek vardı bahçelerde kendini dererdi
sevinçle. Kendini tek haklıya bir gün sunmak üzere
Turgut Uyar

HZ HASAN VE HZ HÜSEYİN 
Rasûlullah (sav)’ın erkek çocukları küçük yaşlarda iken vefat etmişler, kız çocukları ise büyümüş, evlenmiş ve çocuk sahibi olmuşlardır. Hz. Peygamber’in torunları olan bu çocukların bazıları onunla birlikte güzel günler geçirerek onun eğitim ve terbiyesinden nasiplenmişlerdir. Kaynaklarımızda bu torunlarından, özellikle Hz. Peygamber’in irtihalinden sonraki süreçte, etkili olup önemli gelişmelerde etkin rol üstlenen Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’in haricindekiler hakkında fazla bilgi bulunmamaktadır. Hadis ve tarih kaynaklarında Rasûlullah (sav) ile torunları arasındaki ilişkiler hakkında bilgi veren rivayetlerin hemen hemen hepsi Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin ile ilgilidir.

Hz. Fatıma, Bedir Harbi’nden sonra Hicret’in ikinci yılında Hz. Ali ile evlenmiş ve bu evliliklerinden Hasan, Hüseyin, Muhassin, Ümmü Gülsüm ve Zeynep isimlerinde çocukları dünyaya gelmiştir. Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’in dünyaya geldiği ev Hz. Ali ve Hz. Fatıma’nın evidir. Bilindiği gibi Hz. Ali, Rasûlullah (sav)’ın amcası Ebû Tâlib’in oğludur. Ancak küçük yaşlardan itibaren Rasûlullah (sav)’ın yanında ve onun evinde yetişmiş, âdeta onun ailesinden biri gibi olmuştur. İlk müslümanlardan olan Hz. Ali, Mekke dönemi İslam tebliğinde de önemli bir yere sahiptir. Hz. Fatıma ise Rasûlullah (sav)’ın en küçük ve en sevdiği kızıdır. Onun Hz. Ali ile evlenmesinden sonraki yaşamına dair birçok bilgi kaynaklarda yer almaktadır. Hz. Fatıma, Bedir Harbi’nden sonra Hicret’in ikinci yılında Hz. Ali ile evlenmiş ve bu evliliklerinden Hasan, Hüseyin, Muhassin, Ümmü Gülsüm ve Zeynep isimlerinde çocukları dünyaya gelmiştir. (İbn Sa’d, Kitâbü’t-Tabakâti’l-Kebîr, X, 27.) Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’in haricinde Muhassin, doğumunun hemen akabinde vefat etmiş ancak büyüyen kızları çeşitli evlilikler geçirmişlerdir. (İbn Kesîr, el-Bidâye, I, 1020.)

Hz. Ali-Fatıma ailesi Hz. Peygamber nezdinde farklı ve önemli bir konumda olmuştur. O, onların her türlü ihtiyaçlarıyla ilgilenirken onları eğitmekten de geri kalmamıştır. Rasûlullah (sav)’ın bu aileye gösterdiği hassasiyet gerek o günlerde ashabın, gerekse tarih boyunca bütün müslümanların onlara sevgi ve saygı temeline dayalı ilgilerine sebep olmuştur. Hasan, Hüseyin ve Muhassin isimlerinin cahiliye döneminde bilinmediği ve ilk olarak Hz. Peygamber tarafından torunlarına verildiği kaynaklarda yer almaktadır. İmran b. Süleyman: “Hasan ve Hüseyin cennet ehlinin isimlerindendir. Bu isimler cahiliyede yoktur.” demektedir.

Hz. Hasan, Hicret’in üçüncü yılında Hz. Hüseyin ise dördüncü yılında dünyaya gelmişlerdir. (İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğâbe, II, 10,18.). Aralarında sadece bir yaş bulunan Hz. Hasan ve Hz.Hüseyin birlikte büyümüşler, günleri hep birlikte, bir arada geçmiştir. Bu nedenle özellikle çocukluk yıllarında Hz. Peygamber’le geçen günleri hakkında bilgi veren rivayetlerin birçoğunda her ikisinin de ismi geçmektedir. Hz. Hasan’a ismini bizzat Hz. Peygamber vermiştir. Hz. Ali’nin Harb ismini sevmesi nedeniyle dünyaya gelen oğluna Harb ismini vermek istediği, ancak Rasûlullah (sav)’ın onu kucağına alarak onun ismini Hasan koyduğu bildirilmektedir. Bu bilginin devamında aynı konuşmaların Hz. Hüseyin ve Muhassin’in doğumlarında da meydana geldiği, Rasûlullah (sav)’ın onlar için de Harb ismine rıza göstermeyip “Hüseyin” ve “Muhassin” isimlerini verdiği, daha sonra da: “Onları Harun’un evlatları Şibr, Şübeyr ve Müşebbir gibi isimlendirdiği” ifade edilmiştir. (İbn İshâk, es-Siyer ve’l-Meğâzî, s. 247.)

Hasan, Hüseyin ve Muhassin isimlerinin cahiliye döneminde bilinmediği ve ilk olarak Hz. Peygamber tarafından torunlarına verildiği kaynaklarda yer almaktadır. İmran b. Süleyman: “Hasan ve Hüseyin cennet ehlinin isimlerindendir. Bu isimler cahiliyede yoktur.” demektedir. (İbn Sa’d, Kitâbü’t-Tabakâti’l-Kebîr, VI, 357.)

Hz. Peygamber’in, torunları Hasan ve Hüseyin’in doğumundan sonra kulaklarına ezan okuduğu ve her biri için de akika kurbanı kestirdiği nakledilmektedir. Her ikisinin de doğumlarının yedinci günlerinde sünnet edildiği ve Rasûlullah (sav)’ın Hz.Fatıma’ya onların saçlarının kesilip ağırlığınca gümüş tasadduk etmeyi emrettiği, Hz. Fatıma’nın da öyle yaptığı belirtilmiştir. (Tirmîzî, Edâhî, 17; Ebû Dâvud, Edâhî, 21; İbn Hanbel, Müsned,VI, 390-392.)

Hz. Hasan gelince hemen onu odasına götürmüş, onun elini sakalına dokundurmuş, sonra yüzünü ona iyice yaklaştırarak “Allah’ım ben onu seviyorum, sen de onu ve onu seveni sev.” demiştir. Yine onun “Kim Hasan ve Hüseyin’i severse beni sever, kim de onlara buğz ederse bana buğz eder.” dediği nakledilmiştir.

Hz. Peygamber’in Hasan ve Hüseyin’i sevmesi ve insanların da onları sevmelerini istemesi ile onlar için yaptığı dua birçok rivayete konu olmuştur. Ebu Hureyre’den nakledilen bir bilgide, Hz. Peygamber Hz. Hasan’ı aramak için Ebu Hureyre’nin elinden tutarak Benî Kaynuka çarşısına gitmiş, dolaşmış bakmış onu bulamamış, sonra oradan ayrılarak mescide gelmiş ve Hz. Hasan’ı kendisine bulmalarını istemiştir. Hz. Hasan gelince hemen onu odasına götürmüş, onun elini sakalına dokundurmuş, sonra yüzünü ona iyice yaklaştırarak “Allah’ım ben onu seviyorum, sen de onu ve onu seveni sev.” demiştir. Yine onun “Kim Hasan ve Hüseyin’i severse beni sever, kim de onlara buğz ederse bana buğz eder.” dediği nakledilmiştir. (İbn Sa’d, VI, 360, 362.) Bir defasında Rasûlulla(sav) mescitte onların birini sağ, diğerini sol dizine oturtmuş, bir ona bir diğerine sevgi gösteriyor idi. Sahabeden birisi “Ya Rasûlullah (sav), onları seviyorsun herhalde?” deyince “Kim onları severse beni sever, kim onlara buğz ederse bana buğz eder.” buyurmuştur. “Ehl-i Beyt’inden en sevimli olanlar kimlerdir?” diye sorulunca Hz. Peygamber: “Hasan ve Hüseyin’dir.” diye cevap vermiştir. Hz. Fatıma’ya onları çağırmasını söylemiş, onlar gelince de kucaklamış ve öpmüştür. Hasan veya Hüseyin’in ağladığını duyduğu anda hemen onların yanına koşan Hz. Peygamber, etrafındaki insanlara da, onların sesini duyunca elinde olmadan kalktığını söylemiştir. (İbn Kesîr, el-Bidâye, I, 1208; Zehebî, Târîhu’l-İslam, (41-60), 36,37.)

Bir gün Rasûlullah (sav)’ın Hasan’ı öptüğünü gören Akra b. Hâbis ona: “Benim on çocuğum var ama daha hiç birini öpmedim.” deyince Hz. Peygamber: “Merhamet etmeyene merhamet edilmez.” buyurmuştur. Başka bir rivayette ise “Allah senden rahmet duygusunu almışsa ben ne yapayım.”demiştir. Hz. Peygamber, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’e olan sevgisini onların “Cennet ehli gençlerin efendileri” olduğunu müjdeleyerek vurgulamıştır. Onları bulduğu her fırsatta kucağına alıp öpmüştür. Ebu Seleme b. Abdurrahman, Rasûlullah (sav)’ın dilini çıkarıp Hasan’la oynaştığını ifade etmektedir. Ebu Hureyre ise Rasûlullah (sav)’ın onu ağzından zaman zaman da karnından öptüğünü bildirmiştir. Bu nedenle o, Hasan’a rast geldiğinde “Bana müsaade et, Rasûlullah’ın seni öptüğü gibi öpeceğim.” der, yeleğini kaldırır ve karnından öperdi.(İbn Sa’d, VI, 359-361.)

Yine bir gün Rasûlullah (sav)’ın Hasan’ı öptüğünü gören Akra b. Hâbis ona: “Benim on çocuğum var ama daha hiç birini öpmedim.” deyince Hz. Peygamber: “Merhamet etmeyene merhamet edilmez.” buyurmuştur. Başka bir rivayette ise “Allah senden rahmet duygusunu almışsa ben ne yapayım.” demiştir.(İbn Sa’d, VI, 362.) Hz. Peygamber’in namaz kılarken gerek Hz. Hasan’ın gerekse Hz. Hüseyin’in onunla oynaşmaları rivayetlere konu olmuştur. Ebu Bekre’den nakledildiğine göre Hz. Hasan, Rasûlullah (sav) namaz kılarken onun üzerine çıkmış, o ayağa kalktığında onu düşmemesi için tutmuş, tekrar ikinci defa eğildiğinde ise onu bırakmıştır. Diğer bazı rivayetlerde ise Hz. Peygamber namaz kılarken Hasan onun altından girip, üstüne çıktığı ve Hz. Peygamber’in ona bir şey yapmadığı bildirilmektedir. Namaz dışında ise Rasûlullah (sav)’ın onları sırtına alarak dizlerinin üzerinde dolaştırdığını görüyoruz. Onları bu durumda gören birisi: “Çocuk ne güzel bir bineğin üzerindesin.” deyince Rasûlullah (sav) da: “O da ne güzel bir binici.” diye cevap vermiştir. Hz. Peygamber halkın arasında iken dahi onları omuzlarına almış ve gezdirmiştir. Ebu Hureyre (r.a.) onun bir omzunda Hz. Hasan, diğer omzunda Hz. Hüseyin, bir ona bir diğerine oyun yaparak yanlarına geldiğini ve “Kim onları severse beni sever, kim de onlara buğzederse bana buğzeder.” dediğini nakletmiştir. (İbn Sa’d, VI, 360; İbn Hacer, el-İsâbe, I, 329.)

Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin zaman zaman Hz. Peygamber’in huzurunda güreş yapmışlardır. Ebu Hureyre’den nakledilen bir rivayette onların Hz. Peygamber’in huzurunda güreşirlerken Rasûlullah (sav): “Haydi Hasan!” diye heyecana ortak olunca Hz. Fatıma: “Niçin ‘Haydi Hasan’ diyorsun?” diye sormuş. O da: “Cebrail de ‘Haydi Hüseyin’ diye sesleniyor da onun için.” buyurmuştur. Bir defasında Hz. Peygamber mescitte Müslümanlara hitap ederken geri taraftan Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’in düşe kalka geldiklerini görmüştür. Sözünü keserek hemen minberden inmiş ve onları kucağına alarak evine götürmüş, tekrar gelerek: “Allah mallarınız ve evlatlarınız sizin için birer fitnedir.” (Enfal, 28.) derken ne kadar doğru söylemiştir. Onların düşe kalka geldiğini gördüm ve daha fazla sabredemedim” demiştir. (İbn Sa’d, VI, 361.)

Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin zaman zaman Hz. Peygamber’in huzurunda güreş yapmışlardır. Ebu Hureyre’den nakledilen bir rivayette onların Hz. Peygamber’in huzurunda güreşirlerken Rasûlullah (sav): “Haydi Hasan!” diye heyecana ortak olunca Hz. Fatıma: “Niçin ‘Haydi Hasan’ diyorsun?” diye sormuş. O da: “Cebrail de ‘Haydi Hüseyin’ diye sesleniyor da onun için.” buyurmuştur. (İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğâbe, II, 20.) “Hz. Peygamber’e hurma dolu bir sepet getirilmişti. Hasan ile Hüseyin bu hurma ile oynaşıyorlardı. Onlardan biri bir hurma tanesini alarak ağzına götürdü. Rasûlullah (sav) bunu görünce onun ağzından hurmayı çıkarmış ve: “Sen Âli Muhammed’in sadaka yemediğini bilmiyor musun?” demiştir.”

Onların isminin geçtiği yerlerde yine çok zikredilen diğer bir olay Hz. Peygamber’in onlardan birinin ağzına aldığı sadaka hurmayı onun ağzından çıkarması olayıdır. Ehl-i Beyt’e ait bir özelliği belirleyen bu durum, sonraki dönemlerde fıkhî hükümlere delil olmuştur. Konu ile ilgili nakledilen bir rivayete göre “Hz. Peygamber’e hurma dolu bir sepet getirilmişti. Hasan ile Hüseyin bu hurma ile oynaşıyorlardı. Onlardan biri bir hurma tanesini alarak ağzına götürdü. Rasûlullah (sav) bunu görünce onun ağzından hurmayı çıkarmış ve: “Sen Âli Muhammed’in sadaka yemediğini bilmiyor musun?” demiştir.” (Buhârî, Zekat, 58.)

Bazı rivayetler, onların Hz. Peygamber’e olan benzerliklerinden bahsetmektedirler. Tirmizî’de nakledilen rivayet Hz. Hasan’ın baş ve göğüs arası, Hz. Hüseyin’in de göğüsten aşağısının, Hz. Peygamber’e çok benzediğini ifade etmektedir. (Tirmîzî, Menâkıb, 31.) Bir defasında Hz. Hüseyin arkadaşları ile oynarken Hz. Peygamber ona rast gelmiş, onu yanına çağırmış ancak o gelmemiştir. Bunun üzerine Rasûlullah (sav) onu yakalamak istediyse de o, bir o tarafa bir bu tarafa kaçmış, Rasûlullah (sav) gülerek onun peşinden koşmuş onu yakalamış, sevmiş öpmüş ve: “Hüseyin benden ben de Hüseyin’denim. Hüseyin’i çok seviyorum, o benim torunumdur.” demiştir. (İbn Mâce, Mukaddime, 11.)

Hz. Peygamber’in Hz. Hasan için sarf ettiği “Şu benim oğlum Seyyid’dir. Umulur ki Allah onunla iki Müslüman grubu barıştıracaktır.” (Buhârî, Fiten, 20; Sulh, 9.) ifadesi birçok kaynak tarafından nakledilen bir bilgi özelliğine sahiptir. İbn Abdilber konu ile ilgili: “Hz. Peygamber’in Hasan’a seyyid dediğini nakleden rivayet tevatür derecesindedir. Sahabeden bir grup bunu nakletmişlerdir. Ebu Bekre bununla ilgili olarak Rasûlullah (sav)’ın başka hiç kimseye “Seyyid” ismini vermediğini belirtmektedir.” demektedir.(İbn Abdilberr, el-İstiâb, I, 369.) Söz konusu ifade, çok daha sonraları Hz. Hasan ile Muaviye taraftarlarının karşı karşıya gelip çarpışma için hazırlık yaparlarken, Hz. Hasan’ın bir barış anlaşması yaparak hilafeti Muaviye’ye devretmesi, böylece iki Müslüman grubu barıştırarak can ve kan kaybını önlemesi olayıyla çok daha önemli ve meşhur hale gelmiştir. Bu nedenle Hz. Peygamber’in bir mucizesi olarak kabul edilmiş ve Hz. Hasan’ın faziletiyle ilgili olarak en çok zikredilen rivayet olmuştur. (Suyûtî, Târîhu’l-Hulefâ, 214.) Hz. Ali, Haricîler tarafından bir suikastle şehit edilirken, Hz. Hasan Müslümanların kanlarının dökülmemesi için hilafetten ferâgat ederek Muaviye’ye biat etmiştir. Muaviye’nin vefatından sonra onun oğlu Yezid’e biat etmeyen Hz. Hüseyin ise, Kerbela’da yakınlarıyla birlikte şehit edilmiştir.

Hz. Peygamber ile torunları Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin arasındaki ilişki, temeli sevgiye dayalı dede ile torun arasındaki bir ilişkidir. Hz. Peygamber onlara olan sevgisini her zaman izhar etmiş, öpmüş, okşamış, kucağına almış ve omzuna bindirmiştir. Bunların yanında onları terbiye açısından da ikaz ve uyarılar yeri geldiğinde devreye konmuştur. Bütün bu davranışlar insan olarak fıtrî bir durumu göstermesinin yanında, Rasûlullah (sav)’ın etrafına vermek istediği mesajlar açısından da önemlidir. Ashab ve dolayısıyla Müslümanlar; sevgi, merhamet, fedakarlık ve çocuklarına karşı muamelenin nasıllığını onda görmüşlerdir. İslam Tarihi’nin devam eden sürecinde hilafet çevresinde cereyan eden hadiselerde Hz. Ali ile oğulları Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin taraf olmuşlar, bu da istenmeyen görüntülerin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Hz. Ali, Haricîler tarafından bir suikastla şehit edilirken, Hz. Hasan Müslümanların kanlarının dökülmemesi için hilafetten feragat ederek Muaviye’ye biat etmiştir. Muaviye’nin vefatından sonra onun oğlu Yezid’e biat etmeyen Hz. Hüseyin ise, Kerbela’da yakınlarıyla birlikte şehit edilmiştir. Onların karşı karşıya kaldığı bu üzüntü verici durumlar o gün olduğu gibi günümüze kadar devam eden süreçteki bütün Müslümanların gönüllerini dağlamış, onlara olan sevgi, saygı ve bağlılığı bir kat daha artırmıştır. (Prof. Dr. M. Bahaüddin Varol)