Cioran, ‘Bir virgül için ölünen bir dünya’ düşlüyordu. Evet, ‘bir virgül’ için… Kemal Yanar’sa o ‘dünya’nın ‘virgül’ünü yeni kitabı Karanlıkta Çiçekler’e taşıyor ve o ‘düş’ün düşünü kuruyor.
Granada Yayınları Şiir Dizisi’nden yayımlanan kitap, Tarkovsky’den bir epigrafla açılıyor: ‘Başlangıçta neden söz vardı, baba?’. Öyleyse bir yönüyle gös/ztergebilimsel bir yolculuğa çıkıyoruz. Söz ile Dil arasına, Baba ile Çocuk arasına, Karanlık ile Çiçekler arasına ve dahi Dünya ile Kurban arasına konulmuş o âteşîn virgülü okumalı öncelikle. Yanar, ilk kitabı ‘Ağır Havuz’a yaptığı atıflarla bana öyle geliyor ki Çocuk’a değil Baba’ya geri dönüyor; şiirini, öznenin geçmişine yaptığı atıflarla ilerletiyor. ‘Bulantı’ ile ‘Bunaltı’ arasında Dünya’nın sözsüz şarkısını dinleyen bir şair için ‘gece, büyük lâciverdî bahçe’ değil. Manânın harflerin içinde yürüyüşü gibi hiçliğin derinliğine doğru yürüyor Yanar. Esrimek ile ilenç aynı anlama geliyor orda.
Kendini ‘ezelî mağlûp’ olarak tanımlayan Cioran, bir söyleşinde şöyle diyordu: ‘Fakat hep içimde iki çağrı olduğunu söyledim. Baudelaire’i hatırlarsınız, tam da vecd ile yaşam tiksintisi arasındaki o çelişik dilekleri.’ Kemal Yanar da Cioran gibi ‘vecd ile yaşam tiksintisi arasında’ mı gidip geliyor? Karanlıkta Çiçekler’de yaptığı, söylediği bu mu?
‘Yani rüyâlarıma kardeş olur musun’ diye soruyordu Yanar ilk kitabı ‘Ağır Havuz’da meçhûl okura. Çünkü ‘Dünyadan mahrum olma veya dünyanın çöküşü asla geri döndürülemez.’ diyen Heidegger’in ‘dünyaya fırlatılmış varlık’ olarak nitelendirdiği şairdi o. Dünyadan mahrum olan bir şair olarak dünyanın asla geri döndürülemeyecek çöküşünün şiirini yazıyordu. Ağır Havuz’daki ‘su’ imgesinin yerini ‘çocuk’ almış gibi görünüyor Karanlıkta Çiçekler’de. İşte o çocuğun gözünün yaşı gibi düşüyor Yanar’ın gözünden Dünya. Rilke demişti, o ‘görerek’ yaptığı şiirde: ‘Dünya yok az ötede.’ Yanar’sa Rilke’nin söylediğini karanlıkta söylemeyi deniyor; ‘görme’yerek: ‘yeryüzünün aynada yansımadığını gördüm./bakabilir miydiniz, siz hiç?..’
‘büyük körleşmeden başlıyoruz,/konuşmaya. gözlerimiz sonsuza kapalı’ diyen bir şairin ‘karanlık’ ile ‘körlük’ü imâ ettiği söylemek bilmem mübalâğa olur mu? Tanpınar gibi ‘en uyanık bir gayret ve çalışma ile’ değil, bir esrime ile Dil’in ötesinde oluşmaya başlayan bir rüyâ hâlinin kafesinde deyiş yerindeyse bir ‘kaplan’ gibi dolaşıyor Yanar; -‘kurutulmuş kâğıtlardan bir kaplan’.
‘seraphim’ şiirinde ‘çiçeklerin çocukluğundan konuşuyorduk./içlerinden birinin sırrı vardı.’ diyor Yanar. ‘Çocuk’u Dağlarca’dan, ‘Çiçekler’i Baudelaire’den, ‘Karanlık’ı Hâşim’den, ‘Melekler’i de Rilke’den temellük ediyor. ‘Dünyada-olmak’ın sıkıntısını, tekdüzeliğini imgelemini kışkırtan bir büyüye dönüştürmeyi biliyor: ‘ışık toplayan ağaçlar gibiyim/kaslarım kelebek ölülerinden./duyuyor musun huş ağaçlarının/şarkısını çelişkiler meleğim?.. bir oğlun/kimsesiz geçen saatlerini söylüyor’.
Chateaubriand ‘Atala’da şöyle der: ‘Varolduğumu ancak sıkıldığım zaman fark ediyordum.’ Dünyada-olmak sıkıntısı, Yanar için varolanın algılanması, varoluşun gerçekleşmesidir bir bakıma. Çünkü sıkıntı akmayan zamanın tasviridir. Akmayan, bir başka deyişle donan zaman şaire vecde benzer bir boşluk hissi verir. Dünyanın kötücül büyüsüne karşı muskaları vardır onun: Sözcükler.
Bloom’un ‘bir baba hep vardır’ dediği ‘baba’ hep var mıdır bilmem. Ama Yanar için bir anıdan ibarettir artık ‘baba’. İmgelere ‘kurban’ edilendir. Kanı ‘ağır havuz’a akıtılan bir kurban. ‘Kara’ya vurmuş bir balığın şarkısı bu. ‘Yaşamamaya/devam eder/gibi yaşamaya vedâ ediyorum’ diyen bir balığın.
‘Bilinçdışının meyvesini yiyen’ bir şairdir o. Yüreğinde ‘lâ’ olan bir çocuk düşü. ‘Ölüme kanat germek’ böyle bir şeydir: ‘Dünya, ağladığım yerdir. gazâl kanı ve fesleğen taşınan gemiler/de, kalbini bir şarkıya saklayan çocuğum hâlâ. göğün oğlu değilim.’
Karanlıkta Çiçekler’i Cioran’ın ‘Burukluk’u eşliğinde okudum. Okurken Haydn’ın ‘Vedâ Senfonisi’ni dinledim. Sık sık mimoza çiçeği kolonyası kokladım. Anladım ki ‘Bir virgül için ölünen bir dünya düşleyen’lerden biridir Kemal Yanar. ‘Rilke’nin Meleği’nin eteğinden buğdaylar biçmek isteyen… Benzi safrandan daha sarı, hakikate kelimelerden daha yakın…
Şimdi karanlıkta bir ‘virgül’, bir ‘gül’…