Pehlivan Rüştü (Çilhoroz)

Fi Hakkı lakaplı sınıf arkadaşımız bazen konuşur: “Fahri, hatırlıyor musun, bizim sınıfta bir Rüştü Çilhoroz vardı hani…” Cevap veririm hemen: “Hakkı Ağbi, Rüştü Çilhoroz bizim sınıf arkadaşımız değil Beden eğitimi hocamızdı.”   

Aslında ikimiz de doğruyu söyleriz: Hakkı Yıldırım yedi yıllık Adapazarı İmam Hatip Lisesi’ni 11 (yazıyla on bir) senede bitirdiği için, Rüştü Çilhoroz, onun yüzlerce sınıf arkadaşından birisidir. Ben de - zaten - doğru söylemekteyim: Yedinci sınıfta, okulumuzun Kur’an-ı Kerim hocası Rüştü Çilhoroz, okulumuzun kıdemli Beden eğitimi hocası Recep Ali Küçük Arifiye Öğretmen Lisesi’ne tayin olduğundan bize derse girecektir.

Rüştü Hoca, orta boylu, tıknaz, mütebessim çehreli, her Kafkaslı gibi hafiften kırmızı yüzlü, temiz bakışlı  bir Gürcü delikanlısıdır. Bize derse girdiğinde - sanıyorum- ilk öğretmenliğiydi. Çömez bir öğretmendi yani. Öğretmenden çok ağabeydi bize. Çok güzel Kur’anı-ı Kerim okuyor, çok güzel ilahi söylüyor denirdi. Böyle nam salmıştı öğrenci arasında. İhsan Uzungüngör Hocamızın Akyazı’ya tayini üzerine okulumuzun güzide kurumu Mehter Takımını deruhte etmek de Rüştü Hocamızın üzerine kalmıştı. O da başarıyla üstlenmişti bu görevi.

Disiplinli ama güler yüzlü, ağır ama hedefe kilitli, sakin ama sonuç alıcı, güven abidesi bir adamdı Rüştü Çilhoroz. Yürüyüşünden özgüveninden, edasından şampiyon bir sporcu olduğu belli oluyordu hemen. Nitekim Türkiye şampiyonu bir güreşçiymiş zaten. Öğrenci arasında lakabı Pehlivan Rüştü’ydü.

Sonraki yıllarda dost olduk Rüştü Hoca’mla. Hendek Belediyesi’nde danışmanlık yaptı. Gezilere, inceleme araştırma seyahatlerine katıldık birlikte. Şakacı güvenilir ilahiler söyleyen örnek bir yol arkadaşımız oldu. Seviyoruz onu çok. Allah sağlıklı uzun ömürler versin.  

 

 Diriliş Yusuf (Şahin)

Şimdilerde Mehmet Bozdağ kardeşimin projesi/senaryosu ‘Diriliş Ertuğrul’ çok revaçta malum. Çarşamba akşamları millet misafirliğe gitmiyor, misafir kabul etmiyor, zira TRT1 ekranlarında Osmanlı devletinin kurucusu Osman Gazi’nin babası Ertuğrul Bey’in dönemini anlatan kendi tarihimizin gösterimi var.

Diriliş Yusuf diye bir hocamızdan söz edince ben, aklınıza o dizi gelmesin sakın. Bizimki kırk yıl öncesinin, 1977-78’in Diriliş Yusuf’u. Günümüzün bilge şairi Sezai Karakoç’un Diriliş Dergisi’ni bizlere getiriyor, abone yapıyor, okutuyor, siyasetin çok yoğun olduğu o dönemde Yusuf Şahin Hocamız ilgi ve ufkumuzu İslâm, düşünce, medeniyet, şiir ve edebiyat katmanı üzerine çekmeye çalışıyordu. Pek anlayamıyorduk Sezai Karakoç’u, Diriliş’i, yalan yok. Zira biz Büyük Doğucu, Necip Fazılcı, hece şiiri yanlısıydık o dönemlerimizde. Sezai Bey farklı yeni özgün bir gezegenden sesleniyordu sanki bizlere. Tabii ki Egeli, Muğlalı bir efe çocuğu olan Yusuf Şahin de.

Sadece son sınıfta dersimize girmişti Yusuf Şahin. Yeni öğretmendi. Bekârdı. Gece gündüz bizimleydi. Yurtta kalıyordu bizim gibi o da. Öğrenci dostu bir hocaydı. Mustafa Emircan ile çarşıda bir lokantada lahmacun, bir pastanede baklava ikram ettiğini, uzun uzun Sezai Karakoç’u anlattığını hatırlarım.

Orta boylu, uzunca dalgalı saçlı, koyu çerçeveli gözlüklü, Egeli olmasına karşın sarışın, tane tane konuşan, sakin akyavaş sevimli bir hocamızdı. O sene okulumuzun Edebiyat Kulübü sorumlusu oydu. Okulun genelinden seçilmiş kırk kadar öğrenciden oluşan Edebiyat Kulübü’nde bizi tahtaya çıkarttı. Yüzümüzü tahtaya döndürdü. Başkan adayı olarak seçim yaptırttı. Ben sıra arkadaşım yakın dostum çok sevdiğim şair Mustafa Emircan’dan bir oy fazla almışım. Yusuf Hoca beni başkan ilân edeceği sırada itiraz ettim: ‘Mustafa arkadaşımız şairdir biliyorsunuz, bu göreve benden daha lâyık. O başkan olsun, ben yardımcısı olayım’ dedim. Yusuf Hoca kabul etmedi. ‘Oylama ne sonuç verdiyse o uygulanır’ dedi. Benim sorumluluğumda ‘Sesimiz’ diye okul tarihinde ilk olan bir duvar gazetesi çıkarttık o sene. Okul genelinde şiir ve kompozisyon yarışmaları düzenledik, Mehmet Akif, Necip Fazıl geceleri yaptık. Benim belediye kültür müdürlüğüme, belediye kültür daire başkanlığıma giden yollun başlangıcı, yol ayrımı, Yusuf Şahin Hoca’mızın beni Edebiyat Kolu Başkanı yapıp desteklemesidir aslında. Kendisine çok minnettarım.

Bizler mezun olduktan sonra birkaç sene içinde duyduk ki tayini memleketine çıkmış. Kaybettik birbirimizi sonraki yıllarda. Bir duydum Muğla İl Milli Eğitim Müdürlüğü’nde şube müdürüymüş. Aradım buldum ulaştım. Hâl hatır sorduk, eski günleri yad ettik. Zaman içinde üç beş kere daha telefonlaştık haberleştik. Güzel hocalarımızdan biriydi bizim Diriliş Yusuf’umuz. Kısa sürede güzel izler bıraktı.

 

Şakırşukur Şükrü (Şükür)

1974’te okula başladığımızda en meşhur hocalarımızdan birisiydi: “Şakır şukur şükrü şükür.” Neden böyle dendiğini bilmez, bilemezdik. Zira bizim hocamız değildi kendileri. Bir tekerlemesi de meşhurdu öğrenci milleti arasında: ‘Kuş dala konmuş, konarsa konsun, konmuş da ne olmuş, bize ne kuştan…’ 4/A ve 4/B şubelerine Arapça dersine giriyordu, sanıyorum bir dersteki konuda kuş mevzuu geçmiş olmalıydı. Oradan yaygınlaşmış olmalıydı bu tekerleme.

Son sınıfta bizim Hitabet dersimize girdi. Sen derece sakin güler yüzlü esprili bir hocaydı. Ama disiplinliydi de. Notu çok kıttı. Daha doğrusu öyle şöhret bulmuştu. Öğrenciyi şaşırtan, galiba o şakacı adamdan daha bol not beklentisiydi. Titiz düzgün giyimi, sükuneti, espritüelliği, kravatı, elinde çantası bugün gibi aklımda.

Sonraki yıllarında Söğütlü ilçemizde Müftü Vekilliği de yaptı. Allah rahmet eylesin, mekânı cennet olsun şakacı hocamızın.

 

Olasılık Mehmet (Bozoğlu)

Altıncı sınıftaki (şimdi gençler ona on birinci sınıftaki diyorlar) Edebiyat hocamızdı. Ortadan biraz uzunca boylu, kıvır kıvır saçlı, gözlüklü, beyaz tertemiz yüzlü, özenli ve güzel giyimli bir hocamızdı Mehmet Bozoğlu. Dikine çizgili açık yeşil takım elbise ce yeleğini hatırlıyorum mesela.

Hızlı sosyalistti. Cumhuriyet Gazetesiyle derse giriyordu. Ve o zamanlar uydurukça diye dalga geçilen Öztürkçe düşkünüydü Mehmet Hocamız. Ecevitçe de denilen, Türk Dil Kurumu’nun (TDK) o günlerde piyasaya yeni sürdüğü üç kelimeyi çok sık kullanması, kullanmamızı da istemesi hâlâ hafızamdadır: Olanak, olasılık, yanıt. En çok ihtimal yerine olasılık kelimesini kullanması öğrenci milleti tarafından ‘Olasılık Mehmet’ lakabının verilmesine yetti. Ondan zayıf alan öğrenciler ise ‘Bozeşşek Mehmet’ derlerdi. Yabanıl, uzak, başka, öteki görülüyordu okulumuzda Mehmet Hoca.

Benim aram çok iyiydi. Kompozisyonlardan hep dokuz veya on alıyordum. Sınıf arkadaşlarım bana kızıyor, “Ne yazsan dokuz on alıyorsun, senin hocan o, sen de gizli solcu oldun galiba’ diyor, dalga geçiyorlardı. Titiz iyi ders anlatan özgün biriydi aslında Mehmet Hoca.

Mezuniyetten on sene kadar sonra Necati Mert Ağabeyin kitapçı dükkânında karşılaşır olduk, sevgiyle kucaklaşarak. Ali Dilmen Lisesi’ndeydi o döneminde artık. Meğer Göynüklüymüş Mehmet Hoca. Bizler gibi Manav’mış o da. İyi okuyan edebiyatı, kitap dünyasını yakından takip eden bir öğretmendi Mehmet Hocam. Uzun sağlıklı ömürler diliyoruz kendisine.    

 

Sarıkız Gülşen (Sarıöz)

Okulumuzun İffet Parlak ile beraber iki bayan öğretmeninden birisiydi Biyoloji öğretmenimiz Gülşen Sarıöz.  Bayanlar için uzunca sayılabilecek boyda, herhalde bir altmış sekiz, bir yetmiş, oval yüzlü, güzel giyimli, şehirli bir bayan hoca. Söze daha çok ‘çocuklar’ diye girişini hatırlıyorum.

Biyoloji, hele de Darvin’in ‘insan maymundan türemiştir’ esasına dayalı yaratılış teorisi nedeniyle İmam-Hatiplerde aforoz yemiş derslerden birisiydi aslında. Ama Gülşen Hocamız sevimliliği ve öğrencilerle iyi iletişimi nedeniyle bu potansiyel krizi bir nebze aşan hocalarımızdandı.

Sarışın olmadığı hâlde, soyadından mülhem Sarıkız Gülşen namıyla bilinirdi.

Yazılı yaptığının haftasındaki derste tek tek notlarımızı okumuştu. ‘Notuna itirazı olan var mı?’ diye sordu, ben parmağımı kaldırdım: “Söyle Fahri” dedi. Notlar onluk sistemdi o zaman. “Üç bekliyordum beş geldi. Fazla geldiği için itiraz ediyor, kâğıdımın yeniden okunmasını istiyorum hocam” deyince ben, “otur oturduğun yere bakayım sen” diye hafif çıkışarak cevaplamıştı sorumu. “Seni doktor yapacağım ben” derdi sık sık bana. Mezuniyetimizden on sene kadar sonra bir akşamüzeri Karaağaçdibi’nde elinde bir litre süt ile karşılaştık hocamla. Annesine süt almış evine dönüyordu. “Ne oldun bakayım sen?” diye sordu Gülşen Hoca’m. “Hocam özür dilerim, doktor olamadım ama mühendis oldum” diye cevaplayınca da “Tamam tamam, o da kabul” diye gülmüştü.

 

Eşekoğlum Recep (Küçük)

Okulumuzun en kıdemli ve en meşhur Beden eğitimi öğretmeniydi. İlginçtir dört sene de bize ders gelmedi nedense. Tabii koca okul, 7 sınıf, beşerden 35 şube. En az dört beş Beden eğitimi hocası gerekir. Bize hep branşı Beden eğitimi olmayan hocalar gelirdi her sene. İhsan Uzungüngör, Ali Gezici, Rüştü Çilhoroz. Çocukların dersi boş geçmesin diye herhalde.

Karasuluydu Recep Ali Hoca. Esmer uzunca boylu ciddi hep ciddi suratlı karagülmez adamdı. Çok sertti. Bağırması çağırması ve adam dövmesi ile ünlüydü. Ülkücü kökenliydi. Bizim okulda da Ülkücü kökenli öğrenci yok denecek kadar azdı. Bin kişilik okulda belki beş on tane. Bizler hep MTTBLiydik çünkü. Şöyle bir şayia vardı öğrenci milleti arasında: ‘Recep Hoca bizler Ülkücü değiliz diye her fırsatta bizleri dövüyor.” Aslı olamazdı herhalde. Ama öğrenci milleti bu, çuval değil ki ağzını büzesin. Konuşur işte.

Hep de eşofmanlı hatırlıyorum. Branşı gereği doğaldı bu elbette.

Özellikle Cuma ikindiye yakın, okul çıkışı İstiklal Marşı töreni olurdu. Müdürümüz Şener Şentürk uzun uzun konuşurdu. Bazı uyanık öğrenciler de çaktırmadan okul duvarını aşar sıvışırlardı. Veya müdür sözünü bitirip ‘dağılabilirsiniz arkadaşlar’ dediği anda bazı arkadaşlarımız uçarcasına koşmaya başlarlardı. İşte bu iki kesimin korkulu rüyası Recep Ali Küçük’tü. Bir köşeye gizlenir saklanır, ilk kaçanları enseler. Sonra da yer misin yemez misin, basardı dayağı. Dayağı ünlüydü Recep Ali küçük Hocamızın.

Bir de bir sözü: “Eşekoğlum!” Her dayak attığına azarladığına bu sözü söylerdi nedense.

Öğrenci milleti arasında da lakabı buydu. Bugün 1970’lerde Adapazarı İmam Hatip Lisesi’nde okumuş, dersine girsin girmesin, kime “Eşekoğlum” deseniz, hiç düşünmeden adını söyler: “Recep Ali Küçük!”

Öğrenci milletinin de sessiz intikamı budur işte.

Duyuyoruz Recep Ali Hocamız Karasu’ya yerleşmiş. İlçe Halk Eğitimi Merkezi Müdürlüğü yapmış uzun süre. Şimdilerde emekli olmalı. Rabbim sağlıklı uzun ömürler versin. Ve de dayak attığı öğrencilerden helallik almayı nasip etsin ona. Ben iç dayağını yemedim. Hakkım helaldir de. Diğerleri ne der bilemeyiz değil mi ama.