Dışardan beynimiz kontrol edilebilir mi? Bunu çoktandır deniyorlar ve kısmen de başarıyorlar. En eski örneği hipnoz, bildiğimiz bir şey. Şunu pek duymamış olabiliriz: Bir insanın derin inançlarına zıt düşen bir şeyi ona hipnozla da yaptıramazsınız. Mesela, insan öldürmeyi büyük günah veya yanlış bilen birini hipnotize edip katil yapamazsınız.

Etkili diğer bir yöntem “sodivm pentolhal” iğnesi: Bu ilacın tesirinde kalanlar, sorulan suallere yalan cevap veremiyor. Batı’da polisler kullanıyorlarsa da mahkemeler kanıt saymıyor. Ama kanıtların yerini ilaç yüzünden söylememezlik edemezlerse mahkemede delil oluyor.

Çok eski olmayan bir başka yöntemin adı “subliminal conditioning” (bilinçaltını şartlandırma). Sinemaların birinde ekranda, gözün göremeyeceği kadar hızlı bir mesaj “flaş” edilmiş: “Çık Coca Cola iste ve iç”. Film bitmeden salondan çıkıp büfeden Coca Cola isteyenler her zamankinin üç katı olmuş. Niçin cola aldığı sorulanlar: “Birden içimden Coca Cola içmek geldi” demişler. Colorado Üniversitesi’nden Dr. Hal Becker bu denemesini saniyenin 1/60’ı kadar hızla yaptığını ve perdede 30 defa tekrarladığını belirtmiş. Fakat reklamcılar bunu televizyonda uygulamak isteyince devlet yasak koydu. (Şimdi yapılmıyor mu?)

AZGIN HAYVANIN BİRDEN SAKİNLEŞMESİ

1970’lerin başlarında Amerika’da çok çarpıcı bir başka “dıştan etkileme” deneyine tanık olundu. Deneysel psikolog Dr. Delgado, bir stadyumun ortasında, televizyon kumandasına benzer bir araçla, dörtnala saldıran bir boğanın gelişini kıpırdamadan seyrediyordu. 5-10 adım kala elindeki bir düğmeye bastı. Azgın boğa durakladı, sonra da sakin sakin etrafta gezindi. Delgado bir başka düğmeye basınca hayvan yine kızgın haline dönüştü, burnundan köpükler saçıyor, ön ayağıyla tepiniyor ve saldırıya hazırlanıyordu ki bir düğmeyle tekrar uslu öküz oldu! Bu farklı davranışlar, boğaya daha önce derialtına yerleştirilen cipler sayesinde, beyninin öfke ve huzur bölgelerine elektrik vermekle oluyor. Benzer deneme daha sonraki yıllarda “Rhesus” maymunlarının “ağababasına” uygulanmış. Kırmızı suratlı bu maymunları hayvanat bahçelerinde seyrederseniz, geniş bir aile topluluğu halinde yaşadıklarını ve “ağababa”nın daha yüksek bir yerde mevki aldığını görürsünüz. Bu diktatörün çevresinde çizilmemiş bir sınır vardır ve diğer maymunlara “yasak bölgedir”. İşte bu despota da cipler yerleştirilmiş, “huzur” düğmesine basılınca birden hoşgörülü olmuş; yavrular önce ürke ürke, sonra daha cüretlenerek “şefe” yaklaşmış, hatta tepesine çıkmışlar, ses çıkarmamış ne zaman ki öbür düğmeye basılıncaya kadar; birden çılgın gibi naralar atıp sınırı aşanları ısırıp kovmuş!

PSİKOMOTOR İLAÇLAR

Beyni etkileme sadece ciple olmuyor, gaz da kullanılıyor. Bir kediye ilaçlı gaz püskürtülüp hayvancık büyük bir kavanoza konmuş ve hemen ardından yanına bir fare bırakılmış. Kedi fareyi görünce ödü kopmuş, panik içinde camı tırmalayıp kaçmaya çalışmış. Fare de şaşkın tabiî. Bu da, beyindeki “korku” bölgesini, amigdala guddesini teknik yolla etkileme sayesinde gerçekleşen bir deney.

Bunlar hayvandı diyebiliriz. Ama biyolojik beynimiz de, özellikle duygular konusunda, dıştaki etkenleri algılamada hayvanlarınkinden pek farklı değil. Amerika’da, Avrupa’da, Rusya’da, Japonya’da da bunların silah olarak kullanımı elbette düşünüldü. Kedi-fare örneğinde olduğu gibi, insanlara göre ayarlanmış bir gaz, fark ettirmeden ordular, şehirler veya yöneticilere püskürtülürse teslimiyet, panik, her şeye boş verme gibi davranışlara sebep olur. Buna “psikomotor” ilaçlar deniyor.

Amerikan Devlet NİMH Enstitüsünden Dr. Goodwin, hormonlarla etkileme yolunu bulmuş. Beynin normal, mantıklı düşünme kanallarını, vücudun kendiliğinden ara sıra “bloke” ettiğini, hislere de meydan verdiğini fark etmiş ve aynı etkiyi dışardan uygulayabilmiş. Buna benzer psikomotor kimyasal maddeler savaş anında bir şehrin su barajlarına salıverilirse, iradedışı davranışlar düşmana yarayabilir.

BEYİN TEKNOLOJİSİ

Tabiî ki buluşların sadece olumsuz yerlerde kullanılması gerekmez. Syracuse Üniversitesi’nden Prof. A. Sehu, bilgisayarda depolanmış bilgileri, beynin alıcı reseptörlerine bağlamak için araştırmalar yapıyordu. Aynı üniversitede şimdi dekan olan Prof. Dr. Ceylan Türkkan, vaktiyle solucanlar üzerinde yaptığı bir deneyde, yuvasını ezberlemiş olan böceğin hafıza bölgesinden sıvı alıyor ve o yuvayı hiç bilmeyen bir başka solucana şırınga ediyordu. Bu “Yabancı” solucan ötekinin yuvasını, eliyle koymuş gibi buluyordu.

HAFIZANIN KİMYASAL NAKLİ!

Bio-Feedback aletiyle, beynimizin “Alfa” akımlarını artırarak sinirlilik hali giderilebiliyor ve huzura kavuşuluyor.

Bu iş o kadar ilerledi ki, psikoloji, biyoloji, fizyoloji, kimya ve elektronikcybernetik ilimlerinin birleşmesinden yeni bir büim dalı doğdu: “BrainTech” (Beyin Teknolojisi). Buna “Bio-Kimya” da diyen Prof. Dr. L. J. Perelman, “Öğrenim üzerindeki etkisi, bilgiyi aktarmada çığır açan elektronik ve gör-işit (audiovisual) araçlarınkini aştı” diyor. Tomografi ve MR araçlarıyla beynimizin dikkat, pür dikkat ve yorulmadan zihinsel çalışma bölgeleri keşfedildi, haritası çıkarıldı.

Sonuç: Şu muhakkak ki, hafızayı güçlendiren ve hatırlamayı hızlandıran yeni ilaçlar öğrenciye de, eğitime de büyük yarar sağlayacaktır. Ama bilgi ve irademiz dışında beynimizi etkileme çalışmalarını ihtiyatla takip etmeliyiz. Tıpkı “Tele kulak” olayları gibi. (sh,51-53)

MERYEM SURESİ VE OKSİTOSİN: SADAKAT HORMONU

İnsanların birbirine güvenmesinin temelinde oksitosin isimli hormon vardır. İsviçre’deki Zürih Üniversitesinden Thomas Baumgartner, 2008 yılında bu hormonla bir deney yaptı.

Deneye başlamadan önce katılımcıların bir bölümüne burun spreyinde oksitosin maddesi, diğer bölümüne plasebo verildi. OKSİTOSİN HORMONU VERİLEN DENEKLER, KENDİLERİNİ DEFALARCA ALDATAN İDARECİYE HALA İNANMAYA DEVAM ETTİLER. (??????)

PEKİ BU NASIL OLUYOR?

Oksitosin, siniı sisteminin ilgili bölümlerini ele geçiriyor ve onlara emniyet ve güven duygusu aşılıyor. Plasebo verilen denekler ise bir kaç yalanından sonra idareciye artık inanmamaya başladılar.

Bu deneklerin MR’ını çeken doktorlar, oksitosin hormonunun, beynin iki bölgesinin etkinliğini azalttığını gördü. Bu bölümlerden ilki, öfke, üzüntü, korku ve iğrenme gibi olumsuz duygulardan sorumlu amigdala, diğeri davranışları düzenleyen striatumdu.

Hormon, beynin bu iki bölümünü, işlemez hale getirmiş, dolandırılan denekler, kendilerini dolandırana hala güvenmeye devam etmişlerdi.

Oksitosin düzeyi yüksek insanların uzun yıllar iyi giden ilişkilere, ömür boyu tek eşli yaşamaya eğilimli oldukları belirtiliyor. (Anadolu Ajansı-  30 Mayıs 2008)

Maryland Üniversitesinden Sue Carter, bu hormonu tarla faresi ile dağ faresi üzerinde denedi.

Tarla fareleri üremek için uzun süreli ilişkiler kurarken, dağ fareleri önlerine gelenle çiftleşmekteler ve babalar yavruların büyütülmesine katkıda bulunmuyorlar.

Carter bu iki türün farklı davranışlar sergilemesine yol açan asıl nedenin oksitosin olduğunu keşfetti.

Tarla farelerinin beyinlerindeki haz merkezlerinde çok sayıda oksitosin alıcısı varken, dağ farelerinde oksitosin alıcısının çok daha az olduğu, bu nedenle eşlerine daha az sadık olduğu tespit edildi.

Bir diğer ifadeyle, oksitosin hormonu düşük kimseler, eşlerinden güle oynaya boşanırken, oksitosin hormonu yüksek kimselerde ayrılık daha da sancılı olmaktadır.

Her iki örnekte de gördüğümüz gibi, oksitosin hormonu, kişinin, etrafındakilere güven duymasına sebep oluyor. Bu sebeple oksitosin hormonunun bir diğer adı, “SADAKAT HORMONU” dur.

Oksitosin hormonu, özellikle kadınlarda önemli görevler üstlenmiştir.

Bu hormon, kadınlarda

1-Hamile kalmayı kolaylaştırır

2-Doğumu kolaylaştırır

3-Annelik duygusunu güçlendirir, kadını, bebeğine ve eşine bağlar

4-Anne sütü üretimini artırır.

Doğum sancılarını başlatmak amacıyla damar yolu ile oksitosin verilmesine halk arasında suni sancı denir. Bu teknik bugün hastanelerimizde uygulanmaktadır. Sentetik olarak üretilen oksitosin hormonu çok düşük dozlarda damardan verildiğinde, rahimde kasılmalara neden olmakta, böylece doğumu kolaylaştırmaktadır.

Tam da bu konuda Kuran’ı Kerim’de Meryem Suresi’nde ilginç bir olay anlatılmaktadır.

22- Nihayet (Allah’ın emri gerçekleşti) Meryem İsa’ya gebe kaldı ve o haliyle uzak bir yere çekildi.

23- Sonra doğum sancısı onu bir hurma dalına tutunup dayanmaya zorladı. Meryem “Keşke bundan önce ölseydim de unutulup gitseydim” dedi.

24- Melek, Meryem’e, şöyle seslendi. “Sakın üzülme, Rabbin alt tarafında bir ırmak akıttı. Hurma dalını kendine doğru silkele, üzerine devşirilmiş taze hurmalar dökülsün. Ye, iç, gözün aydın olsun.”

Çok enteresan… Allah doğum yapmak üzere olan bir kadından, Hurma yemesini istiyor. Neden? Çünkü, bugün hastanelerde doğumu kolaylaştırmak için kullanılan oksitosin maddesi dünyada en bol miktarda hurmada bulunmaktadır.

Buradan da anlıyoruz ki, Melek, Hz. Meryem’in hurma yemesini sağlayarak, oksitosin maddesi aldırmış böylece Hz. İsa’nın doğumunun kolay olması sağlanmıştır.

Özetleyecek olursak OKSİTOSİN hormonu, insanın çevresiyle ilişkilerini ömür boyu etkileyen önemli bir hormondur

Bu hormonun suni yollarla verilmesi, suistimale açıktır ve kötü ellerde istenmeyen sonuçlar doğurabilir. Kişinin davranışlarını bir süreliğine de olsa bu yolla değiştirmek mümkündür.

MESELA BU HORMON, İLAÇ OLARAK VERİLDİĞİNDE CÖMERTLİĞİ KÖRÜKLEMEKTEDİR.

Oksitosin verilen kimseler “kendisini daha rahat ve güvenli hissettiğini, başkalarına ve doğaya yakın olmaktan hoşnutluk duyduğunu” söylemişlerdir. (Seçimlerde dağıtılan köfte dönerler vb. yiyecekler hakkında dikkat etmek gerekir mi?)

Manavda, bakkalda satılan kimi meyve ve sebzeler içindeki bazı maddeler, insan davranışlarım etkilemektedir. Çeşitli yollarla elde edilecek maddeler vasıtasıyla, daha büyük insan topluluklarının davranışları bir süreliğine de olsa değiştirilebilinir. Bu, planlı bir program dâhilinde daha geniş topluluklar üzerinde uygulanabilinir mi, üzerinde çalışılması gereken bir konudur.

BEYNİ “RESET’LEMEYE AZ KALDI

Bilim insanları, hafızadaki acı ve korku veren kötü anıları silecek ilaç geliştirdi…

ingiltere’de yayımlanan Daily Mail gazetesinin haberine göre, bilim adamları, geliştirdikleri ilacın özellikle kötü olayların ardından ortaya çıkabilen “travma sonrası stres bozukluğu”nun tedavisinde olumlu etki yaratabileceğini düşünüyor.

Hollandalı bilim adamları, kötü anıların genellikle kalp hastalarında kullanılan “beta bloke edici” ilaçlarla silinebildiğini öne sürüyor.

Hayvanlar üzerinde yapılan denemelerde, ilacın beyindeki kötü anıların canlanma mekanizmasına müdahale edebildiği görüldü. İlaç daha sonra 60 kadın ve erkek denek üzerinde denenirken, bu kişilere gösterilen fotoğraflarla önce hafızalarında rahatsızlık verici anılar oluşturuldu, sonra da bu anıların aynı fotoğraflar gösterilerek canlandırılmasına çalışıldı.

Deneklerin bir bölümüne ilacın kullandırıldığını, diğer gruba ise placebo verildiğini belirten uzmanlar, ilacı kullanan grubun korku uyandıran fotoğraflar karşısında az tepki verdiğini, diğer grubun tepkilerinin ise daha güçlü olduğunu belirtti.

Bir gün sonra ilaç kullandırılan deneklerin ilacın etkisinden çıkmalarından sonra aynı teste tekrar tabi tutuldukları, yine ilacı kullanan grubun, placebo kullanana göre çok daha zayıf tepki verdiği tespit edildi.

Bilim adamları, bu testler sonucunda ilacın kötü ve ürkütücü anılan silmekte etkili olduğu sonucuna vardı. Bilim adamlarına göre ilaç kötü anının yeniden canlanmasını önlüyor ve beynin bu anıyı tekrarlamasının önüne geçiyor.

İngiliz uzmanlar ise ilacın İngiltere’de büyük bir etik tartışmasına yol açacağına işaret ediyor. Uzmanlara göre, pek çok kesim, insanı insan yapanın yaşadığı acılar olduğunu ileri sürerek, ilaca etik açıdan karşı çıkacak.

Uzmanlar, ilacın ayrıca, insanların hatalarından ders alma imkanını da ellerinden alacağına işaret ediyor ve bunun da zararlı psikolojik etkilerini hatırlatıyor.

St. George’s Üniversitesi Tıp Etiği Bölümü öğretim üyelerinden Dr. Daniel Sokol, “Kötü anılan hafızadan kazımak bir siğili ya da et benini yok etmeye benzemez. Bu, insanı anılarından kopararak, kişiliğini değiştirir. Bazı durumlarda faydası dokunabilir, ama genelde anılan silmenin şahıslar, toplum ve insanlık üzerindeki yıkıcı etkilerinin iyi hesaplanması gerekir” dedi. (Ajanslar 16 Şubat 2009)

HAYVANLARA VERİLEN HORMONLAR, İNSANLARI VURDU! ERKEKLER, ‘KADINSILAŞTI’; KADINLAR ERKEKLEŞİYOR

Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Fethi Doğan, hayvanlarda gelişmeyi hızlandırıcı, et ve süt miktarını arttırıcı etkiye sahip hormonların karşı cinsin özelliklerinin görülmesine yol açtığını söyledi. Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof.Dr. Fethi Doğan, “Testesteron ve trenbolon asetat gibi androjenik hormonla beslenen hayvanları yiyen kadınlarda erkekleşme ve adet düzensizliklerinin geliştiğini, östrojenik hormon kalıntılarının kızları erken ergenliğe ulaştırdığı ve göğüs kanseri riskini arttırdığını, erkeklerde ise östrojenli hormon alan havvan eti yemekle kadınsılaşma. iktidarsızlık belirtileri görüldüğünü anlattı.. (Anadolu Ajansı:  30 Ocak 2008) (sh:135-138)

İLGİNİN SIRRI TER KOKUSUNDA

Bilim adamları kanıtladı; erkeğin kadınla ilgilenip ilgilenmediğinin sırrı ter kokusunda. Yapılan araştırmalar gösteriyor ki, bir erkeğin tahrik olup olmadığını ortaya koyan en büyük ayrıntıyı erkeğin ter kokusu oluşturuyor.

Teksas’ta yapılan bir araştırmaya göre erkeğin ter kokusu, kendisinin hangi ruh halinde olduğunu gösteriyor. Buna göre tıpkı hayvanlar gibi insanlar arasındaki iletişimde de ter bezlerinin rolü büyük. Kokunun da!

Rice Üniversitesi’nde psikoloji alanında çalışmalar yapan Denişe Chen, 20’li yaşlardaki 19 kadın üzerinde yaptığı araştırmada, kadınların erkeklerin ter kokusunu ikiye ayırdığını ortaya koydu; normal ve seksi.

Araştırmada, 20 dakika boyunca eğitim konusunda video izleyen erkeklerin salgıladıkları ter kokusunun ‘normal’ bulunduğu, yine aynı süre zarfında porno film izleyenlerin ter kokusunun ise olduğundan daha seksi olduğu tespit edildi.

Kadın katılımcılara koklatılan kokular sırasında Profesör Chen de onların beyin aktivitelerini MRI tarayıcısıyla taradı. Buna göre ‘seksüel’ ter, katılımcıların beyninin farklı bölgelerini harekete geçirdi.

Profesöre göre kadın beyni, erkeğin kendisini çekici bulup bulmadığın da yine ter kokusu sayesinde anlayabiliyor. Müşteri çekmenin yeni yolu: Koku tuzakları Tüketicinin satın alma arzusunu tetiklemek için mağaza sahiplerinin bulduğu son yöntem, müşterileri kokularla baştan çıkartmak. Bu yöntemin ne denli etkili olduğunu ilk keşfedenlerden biri ABD’li yatak üreticisi Select Comfort. 400 mağazadan oluşan çok geniş bir perakende zincirine sahip olan şirket, mağazalarında kullandıkları sakinleştirici bir kokunun müşterileri şilte ve yatak takımı satın almaya özendirdiğini keşfetti.

Bu koku karışımını geliştiren şirketin adı ScentAir. Ürüne özel koku tasarlayan şirketlerden biri olan ScentAir, kehribar, kakule ve bergamot kokularından elde edilen bu karışımın insanlarda istirahat etme, uzanma arzusunu artırdığını keşfetmiş.

ANILARI TETİKLİYOR

Koklama duygusuna hitap eden bu hizmetten yararlanmak isteyen mağaza, otel, gazino hatta müzelerin sayısı giderek artıyor.

Bunun nedeni kokuların tüketici davranışlarını nasıl etkilediğini araştıran bilim adamlarının son yıllarda ortaya çıkarttığı ilginç sonuçlar.

Ünlü pazarlama uzmanı Martin Lindstrom, “Brand SenseMarka Duygusu” adlı kitabında, günümüzün ticari mesajlarından pek çoğunun gözleri hedef aldığını, ancak gün içinde insanların duygu yüklü anılarını tetikleyen en önemli etmenin koku olduğunu söylüyor.

Bilimsel araştırmalar da benzer şekilde kokuların bir dizi duyuyu aynı anda uyandırdığını ortaya koyuyor. Örneğin turunçgillerin kokusu enerji ve zindelik verirken, vanilya rahatlık ve sıcaklık duygusu uyandırıyor.

DOĞRU AROMAYI BULMAK

Doğru aromayı bulmak karmaşık bir süreç gerektirir. ScentAir, Westin otel zinciri için geliştirdiği kokuda yeşil çay, sardunya, sarmaşık, sedir ağacı ve frezya karışımından yararlanıyor. Uzmanlara göre bu koku otel lobilerinde huzur verici bir atmosfer yaratıyor.

“Çay hakim bir kokudur ve huzur ve rahatlık hissi uyandırır” diye konuşan ScentAir CEO’larından David Van Epps, “Sedir ağacı dolgunluk verir; yani aromanın içini doldurur. Karışımın içerdiği diğer kokuların her birinin kendine özgü bir karakteristiği vardır. Koku karışımı yaratmak sanat olduğu kadar bir bilim dalıdır” diyor.

Sony da koku modasına uyan şirketlerden biri. Geçen yıl elektronik ürünlerini daha çok erkeklerin satın aldığını fark eden şirket yetkilileri, kadınları da müşterileri arasına katmanın yollarını aramış. “Bizim ürünlerimiz görme ve işitme duyularına hitap ediyor” diye konuşan Sony Satış Mağazaları yaratıcı tasarımcısı Christine Belich, “Bu durumda duyusal deneyimi tamamlamak için koku ilavesinin gerekli olduğunu düşündük” diyor.

KOKU MÜHENDİSLERİ İŞBAŞINDA

Sony mağazalarına “koku tuzakları” yerleştirme projesini de üstlenen ScentAir’in “koku mühendisleri”, müşteri profilini ortaya çıkartmak için Belich ve elemanlarını soru yağmuruna tuttular.

Aslında hedefleri kadınları mağazalarına çekmek olduğu için daha çok kadınlar ile ilgili konulara odaklandılar.

“Sizin ürünlerinizi kullanan kadınlar tatil için özellikle nereleri tercih eder?”, “Kadınlar yer döşemesi için genellikle ne renk yer karosu seçer?” gibi sorulara verilen yanıtlardan çıkarttıkları müşteri profiline göre ellerindeki 1.500 çeşit aromatik yağ envanterinden yararlanarak dükkanlardaki ambiyansı koku ile tamamlamaya çalıştılar.

Doğru karışımı bulmak için geliştirilen 30 örnekten 5’i aday olarak seçildi. Bu beş aday koku önce mağaza çalışanlarına, daha sonra şirket yöneticilerine koklatıldı. Sonuçta portakal, vanilya ve az miktarda sedir ağacı kokusu karışımı üzerinde karar kılındı.

FARKLI KOKULAR, FARKLI ÇAĞRIŞIMLAR

Herkes mağaza yöneticilerinin tüketicileri burunlarından “tavlama”sına sıcak bakmıyor.

 “Birine hafif ve keyifli gelen bir koku başkasında migren ağrılarını tetikleyebilir” diye konuşan “The Nose :A Profile of Sex, Beauty and Survival-Burun: Seks, Güzellik ve Hayatta Kalma Profili” isimli kitabın yazarı Gabrielle Glaser, “Sony’nin kadınları kokular ile kandırması bence aşağılayıcı bir tutum. Sizi en zayıf tarafınızdan yakalayıp bundan çıkar sağlıyor” diyor.

Ancak perakendeciler Glaser’in niyetlerini yanlış değerlendirdiğini söylüyor. “Biz insanları kandırmaya çalışmıyoruz” diye konuşan Belich, “Üstelik bu yöntemi kimsenin gözüne sokmadan uyguluyoruz. Kimse kokunun farkında bile olmuyor. Bizim amacımız insanlara keyifli bir deneyim yaşatmak” diyor.

Sony bu kokuyu şu anda ABD’deki 37 mağazasında deniyor. Billboarding

Diğer iş yerleri de koku yöntemini denemek için istekli. Bu mağazaların pek çoğu tüketiciyi koku yardımı ile belirli bir ürüne doğru yönlendirmeyi amaçlıyor. Bu tekniğe “billboarding” deniyor.

Bloomingdale isimli ABD’nin ünlü perakende mağaza zinciri bebek giysileri satan bölümde bebe pudrası kokusunu öne çıkartırken, iç çamaşırı ve mayo reyonunda leylak ve hindistan cevizi karışımını tercih ediyor.

ScentAir’in en fazla tercih edilen aramalarının başında gelen fırından yeni çıkmış kek ve kurabiye kokusu emlakçıların favorisi. Amaç, potansiyel bir müşterinin bu kokunun etkisiyle kendisini evindeymiş gibi hissetmesi.

Dondurma zinciri Emack&Bolio da son günlerde el yapımı dondurma külahı kokusunu tüm dükkânlarında yaygın olarak kullanıyor. Sonuç: Dondurma satışları yüzde 30 oranında artmış. Aynı kokuya iki dakikadan fazla maruz kalınca insanların kokuyu fark etmemeye başlamaları “Koku yorgunluğu” olarak nitelendirilir. Bu etkiyi ortadan kaldırmak için bazı perakendeciler ortamı “dekore” etmek için zaman ayarlı farklı aramalardan faydalanıyor.

KOKU DEKORASYONUN MALİYETİ

Sony veya Westin’in kullandığı “imza” kokuların maliyeti, tasarımın zorluğuna bağlı olarak 5.000 dolar ile 25.000 dolar arasında değişiyor. Şirketler ayrıca kokuları havaya yaymakta kullanılan vantilatörlere de her ay belirli bir kiralama ücreti ödüyor. (Hürriyet 11 Kasım 2006)

PARMAK İZİ YERİNE, KOKU İZİ

Bilim adamları, havadaki kokuyu algılayabilen elektronik burun sistemi geliştirdi. Projenin bir sonraki aşamasında sistem sayesinde suçlular parmak izi yerine koku izi ile yakalanabilecek.

ABD’deki Yale Üniversitesi ile İspanyol bir şirket, İspanya’nın Valladolid şehrindeki Boecillo Teknopark’ında yeni bir sistem geliştirdi.

İnsan vücudundan yayılan kokunun, ağırlıklı olarak yağ asitlerinden kaynaklandığından hareket eden bilim adamları, bu kokuyu algılayabilen bir elektronik burun sistemi yaptı. Sistem, elektrosprey ile buharın iyonlaştırılması ve bunun tayf ölçer ile incelenmesi ile çalışıyor. Elektronik burun, hemen hemen hiç uçucu olmayan en az 18 karbon atomlu yağ asitlerine rağmen kokuyu anında tespit edebiliyor.

Şimdilik hacim olarak büyük yer kaplayan sistem, bir sonraki aşamasında el izinin bıraktığı bileşiklerin incelenmesi için de kullanılabilecek. Böylece suçluların yakalanmasında parmak izi yerine koku izi kullanılabilecek. Cihazın, küçük bir parça patlayıcının bile kokusunu alarak yerine sesli ya da görsel olarak belirleyebildiği de ifade ediliyor. (Anadolu Ajansı  24 Temmuz 2009)

ANTİDEPRESAN KULLANAN ÖNÜNE GELENE ÂŞIK OLUYOR

Sosyal Güvenlik Kurumu çalışanlarına konferans veren Psikiyatrist Prof. Dr. Nevzat Tarhan, ilaçlar ve yan etkileri konusunda önemli bilgiler verdi. Salondaki dinleyicilerin soruları üzerine antidepresanlann yan etkilerini anlatan Tarhan, her ilacın kimyasal bir silah olduğuna dikkat çekti. “Silahı doğru amaçla kullanırsan zararlıyı yok eder. Hastalığı yok eder. Yanlış kullanırsan faydadan çok zararı olur” diyen Tarhan, gereksiz kullanımdaki yan etkiler konusunda şaşırtıcı bilgiler verdi. Antidepresanlarm erkeklerde ‘beni kısırlaştırmaya mı çalışıyorlar?’ tedirginliğine sebebiyet verdiğini aktaran Tarhan, hastalarda ise antidepresanların maniyi tetiklediğine vurgu yaptı. İlacı kullanan bazı kişilerin rastgele önüne gelene âşık olduğuna dikkat çeken Tarhan, hastalardan şu örnekleri verdi: “Tüpçüye aşık olmuş kız. Baktım hanım hanımcık örtülü bir kız tüpçüye aşık olmuş. İlacı kestik düzeldi. Kızın elinde değil. Öyle bir işadamı biliyorum. Antalya’ya gitmişti ilacı aldıktan sonra hemen orada bir Rus ile tanışmış doğru nikah dairesine gidiyor. Yanındaki şoförü aradı hemen ilacı kestik nikah dairesine gitmesini önledik. Antidepresanlar bağımlılık yapmıyor ama aileyi yıkıyor. Masum ilaçlar değil bilinçli kullanılması lazım” diye konuştu. (Cihan Haber Ajansı-  20 Ocak 2011)

M I6’İN LSD’Lİ DENEY SKANDALI

İngiliz Dış İstihbarat servisi MI6, 50’li yıllarda yürüttüğü gizli deneyler sırasında üç eski askere izinlerini almadan LSD verdiği için tazminat ödüyor. Günümüzde kokain ya da esrar gibi yasaklı maddeler arasında bulunan LSD, beyinde yoğun halüsinasyonlar, yani renkli hayaller kurduran bir madde.

Bu hayaller bazen korkunç bir kâbusa dönüşebiliyor. Her biri yaklaşık 17 bin dolar tazminat alan eski askerlere 50 yıl önce İngiltere hükümetine bağlı bir kimyasal savaş laboratuvarında bildiğimiz grip virüsüne karşı bir tedavi arandığı söylenmişti.

Ama işin aslında, gizlice LSD verilerek, sakladıkları sırları bu maddenin etkisi altında itiraf edip etmedikleri gözleniyordu.

Porton Down kentindeki laboratuvara gittiğinde daha 19 yaşında bir er olduğunu söyleyen Don Webb, grip virüsüne karşı araştırmalarda yer alacak bir gönüllü arandığı için başvurduğunu belirtiyor. Kendisine ve birlikte gittiği bir diğer ere, berrak bir sıvıdan içmeleri söyleniyor:

“İlk etki olarak kahkahalarımızı kontrol edemez duruma geldik. Aslında korkunç bir yanı vardı. Neye güldüğümüzü bilmiyorduk ve kendimizi durdurmamız imkânsızdı. Bunun ardından arkadaşımın gözlerine bakınca sanki her ikisinin de kanlı birer pamuk parçası olduğunu sandım.”

Don Webb, neler olup bittiğini anlayamasa da, gerçek çok sonraları ortaya çıktı. MI6 ajanları, deneklere sunulan sıvıya gizlice LSD katarak etkilerini gözlemliyordu.

Bu deneyler, Soğuk Savaş yıllarının en gerilimli günlerine rastlıyor. O yıllarda bir yanda ABD ve İngiltere, diğer yanda Sovyetler Birliği, düşmandan rahatlıkla istihbarat toplayabilecekleri bir sihirli maddenin peşindeler.

Bir ara hem VVashinton hem de Londra, Sovyetlerin beyin yıkamayı sağlayan bir ilaç keşfettiğine inanıyor. İngiliz Dış İstihbarat Servisi MI6, buna en yakın maddenin LSD türevi bir şey olduğundan neredeyse emin.

Porton Down’daki laboratuvardan on yıllar boyunca kimyasal ve biyolojik silah deneylerinde kullanılan binlerce genç er ve kadın geçmiş. Geçen yıl İngiltere hükümeti, burada hardal gazı deneylerine tabi tutulan eski bir askerin insan haklarını çiğnemekten suçlu bulunmuştu. Don Webb, 50 yıl önceki LSD deneyinden dolayı aldığı tazminatın çok büyük olmadığını, fakat yetkililerin bir hata yaptıklarını kabul etmesinin kendisi için çok daha önemli olduğunu söylüyor, (bbc  24 şubat 2009)

EN AKILLI SIÇAN ÜRETİLDİ, SIRA İNSANDA

Tek bir gende yapılan modifikasyonla dünyanın en akıllı sıçanı üretildi. Aynı teknik insanın beyinsel işlevlerini güçlendirmede de kullanılabilir. Çinli bir çizgi karakter olan HobbieJ’in adı verilen deney sıçanı, türdaşlarına kıyasla cisimleri üç kat daha uzun süre aklında tutabiliyor ve labirentlerde yolunu daha çabuk buluyor.

Georgia Tıp Okulu’nda sürdürülen çalışmada, henüz embryo aşamasında HobbieJ’ye belleği kontrol ettiği düşünülen NR2B geninin işlevini artırıcı ilaçlar enjekte edildi. Sıçanın doğumundan sonra belleğinin daha güçlü geliştiği, yolunu daha kolay bulduğu ve cisimleri hatırladığı tespit edildi.

Daily Telegraph gazetesine açıklama yapan deney yöneticisi Dr. Joe Z. Tsien, NR2B geninin bellek performansı üzerinde etküi olduğunun kesin kanıtlandığını, elde edilen bilgilerin bunamaya karşı belleği güçlendirici ilaçlar geliştirilmesinde yararlı olacağını söyledi.

Dr. Tsien 10 yıl kadar önce bir fare türü üzerinde de benzer sonuçlar elde etmişti. Ancak bu son deney, aynı tekniğin farklı memeli türleri üzerinde de aynı sonuçları verdiğini göstermesi açısından önemli, (ntv-msnbc  23 Kasım 2009)

KORNEA NAKLİNDEN SONRA EV HANIMI OLDU

Will Palmer birkaç yıl öncesine kadar son derece normal bir erkekti. Finansal danışmanlık yapan adam, çoğu erkek gibi ne eline süpürge ne de toz bezi almıştı. Ama ne olduysa 45 yaşındaki adamın kornea nakli ameliyatından sonra oldu. İngiltere Doncaster’de yaşayan adam geçtiğimiz yıl geçirdiği kornea nakli ameliyatından sonra elinde süpürge ve toz bezi ile nerde toz gördüyse onu temizlemeye başladı. Palmer ve karısı Saraha göre ise bu durumun tek bir açıklaması var o da Palmer’a nakledilen korneanın bir kadına ait olabilmesi ihtimali.

Palmer bu durumu şöyle anlatıyor: “Ameliyattan önce ne toz ne de kir. Hiç biri beni rahatsız etmezdi, ama ameliyatın ardından toz görmeye dayanamıyorum. İlk başlarda karımla şakayla karışık Herhalde kornea bir kadına ait diyorduk, ama şimdi ciddi ciddi bunu düşünmeye başladım. Kadınların ve erkeklerin temizliğe farklı önem vermesinin nedeni de bu bence. Erkek gözü kirleri görmüyor ama kadının ki görüyor. Bağışçının adını söylemiyorlar bu yüzden bu ihtimal doğru mu değil mi hiçbir zaman bilemeyeceğim.” (Ajanslar-  22 Ağustos 2009) (İbn-i sina hakkında keçi(merkep) gözü nakli yapılan insanın çayırlara hikayesi diye anlatılan demek ki doğru…)

İSTEKLERİNİZİ SAĞ KULAĞA SÖYLEYİN

İtalyan bilim adamları, “isteklerin yerine getirilmesi için sağ kulağa konuşulmasının” gerektiğini ortaya koydu. Yapılan deneylerin sonunda sağ kulaktan giren kelimelerin beynin sol kesiminde daha iyi işlem gördüğüne karar verildi. (Anadolu Ajansı  24 Haziran 2009) (sh:138-146)

İSRAİL TÜM TELEFON KONUŞMALARINI DİNLİYOR

İsrail yönetimi ve ABD’deki İsrailli yetkililer, iki ülke arasındaki yakınlığı bozabilir diye, bir konuda çok hassaslar: İsrail’in Amerika içinde casusluk yaptığı iddiası… Afgan Savaşı sırasında izleyici sayısını olağanüstü artıran ‘milliyetçi’ FoxTV’nin, “11 Eylül’den İsrail haberdardı” sonucu da çıkartılabilen casusluk haberdizisi bu sebeple şiddetli tepki çekti. FoxTV websitesinde aradığınızda, “Bu haber artık yerinde yok” uyarısıyla karşılaşıyorsunuz…

Olayı herhalde hatırlıyorsunuz. Amerika’da iletişim tekeli kırıldıktan sonra, ülkenin her köşesinde ayrı telefon şirketi servis verir oldu. Ağır rekabet şartları telefon şirketlerini taşeron firma kullanmaya zorluyor. En zor ve ayrıntı işlerden biri olan faturalama işleminde uzmanlaşmış iki firma ortaya çıktı: Amdocs ve Comvers… ABD İÇİNDEKİ 25 TELEFON ŞİRKETİYLE BAŞKA ÜLKELERDEKİ 200’E YAKIN ŞİRKETİN FATURALAMA İŞLEMLERİNİ ÜSTLENEN BU FİRMALARIN İKİSİ DE İSRAİLLİ. TÜRKİYE’DE KOC.NET FATURALAMA İŞLEMİNİ AMDOCS’A DEVRETTİ; TELSİM DE COMVERS’İN İŞBİLEN ELLERİNE TERK ETTİ FATURALAMAYI…

FoxTV, “AMERİKA’DAKİ TELEFONLARIN FATURALARI İSRAİL’DE DÜZENLENİYOR” diyor. Faturalama alanında çalışan bu iki şirketin hatlara girme yetkisi de varmış. Daha önemlisi,

“Kim, kiminle kaç dakika konuştu?” veya

“Kimler sürekli görüşüyorlar?” türü soruların cevaplarını vermede kullanılan bütün kayıtları bu firmalar tutuyormuş… FoxTV’nin haberi, Amerikan güvenlik birimlerinin, “İsrailliler bu iki firma aracılığıyla resmen casusluk yapıyor” inancında olduklarını gösteriyor…

Amerikan güvenlik birimleri, deniz kuvvetlerinde İsrail hesabına casusluk yaparken yakalanan Jonathan Pollard’tan sonra İsrail’in faaliyetlerini mercek altına alınca inanılmaz yöntemlerin bu alanda kullanıldığını tespit etmişler. Bunlardan biri, alışveriş merkezlerindeki işporta tezgâhlarının bilgi toplama amacıyla kullanılması… Gazetelerde “Gözaltına alınanlardan birçoğu İsrailli” haberleri çıkmaya başlayınca, alışveriş merkezlerindeki tezgâhların açılmadığı görülmüş… Tezgâh başında duran İsrailli gençler sırra kadem basmışlar…

Bir Amerikan istihbarat raporuna göre, İsrail’in kullandığı casusluk yöntemlerinden biri de, ‘sanat’…

İnanılacak gibi değil ama gerçek: Kendilerinin Kudüs Üniversitesi veya Bazala Akademisi‘nde güzel sanatlar öğrencisi olduğunu söyleyen gençler, “Elimizde ucuz sanat eseri var” diyerek memurlara yaklaşıyorlarmış… Rapor, “Askeri üslere, DEA, FBI gibi istihbarat birimlerine, devlet dairelerine, hatta gizli bürolara giriyor, yargıç ve savcıları, istihbaratçıları rehbere kayıtlı olmayan telefonlarından arıyorlar” da diyor… Soruşturma, kendilerini öğrenci diye tanıtanların aslında ‘askeri istihbaratın çeşitli birimlerinde’ çalıştıklarını ortaya çıkarmış…

Bu bilgiler 11 Eylül’ün önceden haber alınıp alınmadığı konusunda önemli. ABD istihbarat birimleri, Bir grup İsrailli’nin Kaliforniya’da kiraladıkları bir eve kurdukları teçhizatla, o bölgede yaşayan bazı Araplar’ın telefon görüşmelerini dinlemeye aldıklarını tespit etmişler. Amdocs ve Comverse gibi faturalama firmalarının ellerindeki kayıtların da telefonlardan istihbarat çıkarmaya yarayacağı bizzat Amerikan istihbaratçılarının kuşkusu. AYNI ALANDA ÇALIŞAN VE GEÇEN HAFTA COMVERSE TARAFINDAN SATIN ALINDIĞI DUYURULAN İSRAİL KÖKENLİ ODİGO FİRMASINA, 11 EYLÜL SABAHI, EYLEMLERDEN SADECE İKİ SAAT ÖNCE, İKİZ KULELERE SALDIRILACAĞI HABERİNİN ULAŞTIĞI DA BİLİNİYOR. Karmakarışık ilişkiler…

Bir ilginç ayrıntı da şu: Odigo’da çalışanların kendilerine gönderilen bir mesaj sayesinde 11 Eylül eylemlerinden saatlerce önce haberdar oldukları değişik gazete ve televizyonlar tarafından da dünyaya duyuruldu. Duyuranlardan biri de CNN televizyon kanalıydı. CNN’nin websitesine girip arama motorundan Odigo sözcüğüyle arama yaparsanız listenin ilk sırasında bu haberin yer aldığını göreceksiniz… Ancak, tıklayarak habere girmeye çalıştığınızda şaşırtıcı gerçekle yüzyüze kalmanız kaçınılmaz: CNN, başlığını koruduğu halde, Odigo çalışanlarının saldırıları iki saat önce duyduğuna dair haberini siteden çıkartmış… İyi mi?

Comverse ve Amdocs firmalarının ABD’deki İsrail casusluk faaliyetlerine katkıda bulunduğu kuşkusunu dile getiren FoxTV haberi üzerine, Washington’daki İsrail Sefareti, “İsrail ABD’de casusluk yapmaz” açıklamasıyla kamuoyu karşısına çıktı. Açıklamayı duyanlar, halen bir Amerikan cezaevinde yatan İsrail casusu Jonathan Pollard’ı hatırlayarak, “Sahi mi?” diye sormadan edemediler… Açıklama inandırıcı bulunmadı.

İsrail de Jonathan Pollard’ın kötü örnek olduğunu farkında. Bili Clinton’un Beyaz Saray’ı terk edeceği günlerde, dönemin İsrail başbakanı Ehud Barak’ın yoğun telefon ve mesaj trafiğiyle yönlendirildiğini biliyoruz. Barak’ın istediği, dolandırıcılık yaptığı iddiasıyla hakkında soruşturma açıldığı için İsviçre’ye kaçan Marc Rich adlı işadamıyla birlikte cezaevindeki İsrail casusu Jonathan Pollard’ın affedilmesiydi. Başkanların böyle bir yetkileri var ABD’de. Clinton baskılar üzerine Rich’i affetti, ama muhafazakârlar Pollard’ın affını engellediler…

Şu telefonlar cidden tehlikeli araçlar. Ne dersiniz? (sh:292-294)

ESKİ KGB GENERALİ RATNİKOV ZİHİN OKUMA ÇALIŞMALARINI İFŞA ETTİ

KGB Generali Boris Ratnikov, iktidardaki kişilerin eski zamanlardan beri bireylerin düşüncelerini etkilemek için değişik metotlara başvurduklarını açıkladı.

Rus devletine ait bir yayın, eski bir KGB görevlisinin, Soğuk Savaş süresince ve sonrasında gelişmiş ülkelerdeki güvenlik hizmetlerinin kullandığı özel zihin okuma teknikleri hakkındaki sırları açıkladığını bildirmiştir. KGB’nin Moskova ve Moskova Bölgesi biriminde görev yapan General Boris Ratnikov, Rossiiskaya Gazetesine, iktidardaki kişilerin, eski zamanlardan beri bireylerin düşüncelerini etkilemek için değişik metotlara başvurduklarını, gizli servislerin, 20. yüzyılda bilimsel esasları elde etmesinden sonra bu pratikleri uyarlamasının şaşırtıcı olmadığını söyledi.

General Boris Ratnikov “Geçen yüzyılın ilk yansında bu alanda yürütülen mücadeleyi hayal edemezsiniz. Bazen gerçek “astral” mücadeleler yürütüldüğünü söylemek abartı olmayacaktır.” açıklamasını yaptı. 1980’lerin ortalarında Sovyetler Birliğindeki 50 araştırma enstitüsü, hükümetin mali desteğiyle birlikte uzaktan zihin kontrol etme teknikleri hakkında çalışmalar yürütüyordu. Ancak 1990’ların başında Sovyetlerin çökmesiyle birlikte tüm araştırma girişimleri durdurulmuştur. 1991-1997 yıllan arasında Federal Güvenlik Servisi’nde sırasıyla asbaşkanlık ve kıdemli danışmanlık yapan Ratnikov kendi biriminin, Sovyet sonrası Rusya’daki tepe yöneticilerin bilinçaltlarını dış etkilere karşı korumakla görevli olduğunu söylemiştir. (!!!!!!)

General kendisinin ve çalışma arkadaşlarının Başkan Boris Yeltsin‘in veya ekonomi reformcusu Yegor Gaidar’ın zihinlerini hiçbir zaman yönlendirmediğini üstüne basarak açıklamıştır. Ancak General Ratnikov, Rusya Devlet Başkanı Yeltsin üzerinde, ülkeyi Çin ile bir savaştan korumak için zihin okuma yönteminin kullanıldığını iddia etmiştir. Yeltsin 1992 yılında Japonya’yı ziyaret etmeyi planladı, ama Ratnikov’un birimi Kuril Adalarının Japonya’ya geri verilmesi için başkanın zihninin programlandırılmasına yönelik girişimleri ortaya çıkardı. Bu hareket, tartışmalı topraklarını Rusya’dan geri almak isteyen Çin’in taleplerine, bu ise iki komşu arasında savaşı kışkırtabilecek bir çatışmaya yol açabilecekti. Bu yüzden Boris Yeltsin Japonya seyahatini iptal etmek zorunda kalmıştı. Generalin bir diğer açıklamasına göre Batı Avrupa ve ABD’deki kıdemli görevliler, Sovyet dönemindeki bilimsel başarılar sayesinde zihin okuyabilen Ratnikov’un birimine farkına varmadan bilgi sağlamıştır.

Ratnikov gazeteye, 1990’ların başlarında kendisinin ve arkadaşlarının, Moskova’ya gönderilen yeni ABD Büyükelçisi Robert Strauss’un zihnini “taradıklarını” ve elçilik binasında Moskovalılar üzerinde psikotronik etkiler yapabilecek donanım/cihaz olduğunu gördüklerini, daha sonra bu sistemin etkisiz hale getirildiğini söylemiştir. Psikotronik silahlar hakkındaki açıklamalarında Ratnikov, Rusya, ABD ve başka ülkelerin gerekli teknolojiye sahip olduğunu, ancak kullanımının çok tehlikeli olduğunu söylemiştir. Çünkü sistemi idare eden silah teknisyeninin ve hatta emirleri veren kişinin birdenbire çok ağır bir şekilde hastalanabileceğim veya ölebileceğini belirtmiştir. (Rus Resmi Haber Ajansı Ria Novosti, 22 Aralık 2006)

Haberin orjinali: http://en.rian.ru/russia/20061222/57596889.html

DÜŞÜNÜRKEN BİR KERE DAHA DÜŞÜNÜN

ABD’de Kaliforniya Üniversitesi tarafından geliştirilen sistem sayesinde insan düşüncesi hatasız bir şekilde okunabiliyor.

Kaliforniya Üniversitesi’nde yapılan araştırmalarda, görüntülenen imgelerin beyinde nasıl temsil edildiğini bulundu, zihinsel hareketler resimlere dönüştürüldü. (Star gazetesi:  27 Eylül 2009)

DÜŞÜNCEYİ OKUMAK ARTIK MÜMKÜN

ABD’li bilim adamları beyindeki düşünceleri yüzde 80 oranında okuyabilen bir tarayıcı geliştirdiler.

Bilim dünyasında heyecanla karşılanan gelişme, Nashville’deki Vanderbilt Üniversitesi tarafından kaydedildi. Nature dergisinde yayımlanan gelişmeye göre, altı gönüllüye baktıkları resimlerle ilgili ne düşündükleri soruldu. Kişilerin beyinlerinin monitör görüntüleri sayesinde ne düşündükleri belirlendikten soma cevaplar alındı ve MRI beyin tarayıcının yüzde 80 oranında düşünceyi okuyabildiği görüldü. Daha önce de California Üniversite’sinde benzer teknikler geliştirilmişti.

Bilim adamları tarayıcının yüzde 80 oranında düşünceleri okuyabilmesinin insanlık için çok önemli bir gelişme olduğunu, ancak hastanın nzası dışında, kötü emeller için kullanılma ihtimalinin de “korkutucu” olduğunu söylediler. Özel sırların açığa çıkması, gizliliğin kalmaması gibi rahatsız edici unsurlarla birlikte, beyin okuma tekniklerinin pek çok suç olayını açığa kavuşturacağı da vurgulamyo. (Gazeteport : 20 Şubat 2009)

İSRAİL, TERÖRİSTLERİ ARTIK GÖZLERİNDEN TANIYACAK

Olası terör saldırılarını en aza indirmek isteyen İsrail, Ben Gurion uluslararası havaalanı için geliştirdiği yeni sistemlerle teröristleri birkaç saniyede tanımlıyor. İngiliz Daily Mail, “en güvenli” havaalanını gezdi.

Vatan’ın haberine göre, tüm dünya Amerika’nın bazı havaalanlarında uygulanan vücut taramasını tartışırken İsrail’in Tel Aviv yakınlarındaki Ben Gurion Uluslararası Havaalanı geleceğin savunma teknolojisini kullanıyor. İsrailli yetkililer şüpheli davranan insanları havaalanının içinde özel kameralar, ısı ölçer, çipli biniş kartları ve takip sistemleri ile izliyor.

Şüpheli yolculara havaalanındaki özel bilgisayarlar “Terörist misiniz”, “Patlayıcı taşıyor musunuz” gibi sorular soruyor. Güvenlik sistemlerinin mimarı Eran Drukman “Teröristler ölmekten ya da patlamaktan değil görevlerini yapamamaktan korkuyor, makine ısı ölçüp teröristleri yakalıyor” dedi. (Ajanslar:  13 Aralık 2010)

CIA’NİN ‘EL ÇABUKLUĞU MARİFET’ REHBERİ

Soğuk Savaş döneminde CIA’nin ajanları için hazırlattığı gizli ‘Resmi CIA gözbağcılığı ve yanıltmaca rehberi’ satışa çıktı.

Rehber, 1953 yılında sihirbaz John Mullholland’a o zaman için hayli yüklü bir miktar olan 3 bin dolarlık bir ücret karşılığında yazdırılmış ve “gizli” başlığıyla dağıtılmıştı.

CIA 1970’li yıllarda bu resmi el kitabının kopyalarının imha edilmesini emretmişti ama imhadan kurtulan bir kopya “Resmi CIA gazbağcılığı ve yanıltmaca rehberi” adıyla yeniden basıldı.

Rehberi, casusluk tarihi uzmanı Keith Melton ile CIA’nin eski başkanlarından Bob Wallace ortaya çıkardı ve yeniden basıma hazırladı.

Ajanlar için hazırlanan bu el çabukluğu marifet el kitabında birinin içkisine ilaç karıştırmaktan, ufak tefek şeylerin gösterilmeden cebe indirilmesine ya da ayakkabı bağlarıyla mesajlaşmaya kadar türlü numaralar ayrıntılarıyla tarif ediliyor.

Örneğin ajan kitaptan, ayakkabı bağlarını farkı bağlayarak karşısındakine “Elimde yeni bilgi var”, “Beni takip et” ya da “Birini getirdim” gibi mesajları nasıl verebileceğini ya da ya da birinin sigarası yakılarak dikkati dağıtılırken içkisinin içine kibrit kutusuna saklanmış uyku ilacının kaşla göz arasında nasıl atılabileceğini öğrenebiliyor.

Yeniden yayımlanan rehberin önsözünü de CIA Başkan Yardımcısı John McLaughlin yazmış.

McLaughlin sihirbazlık ve casusluğun özünün birbirine çok benzediğini kaydediyor ve “Mullholland’m haplar, iksirler ve tozlarla ilgili olarak verdiği bu bilgiler o zamanlar casusluk alanında yürütülen, beyin yıkama ya da doğa üstü psikoloji de dahil çok çeşitli alanlardaki araştırmalara sadece bir örnek” diyor.

Rehber, o dönemde MK Ultra adı verilen daha geniş bir CIA projesinin parçası olarak hazırlanmış.

Proje o dönemde Sovyetler Birliği’nde uygulanan bevin yıkama ya da kontrol yöntemlerine karşı yeni taktikler geliştirilmesini hedefliyordu, (bbc radyosu  26 Kasım 2009)

“İSRAİL, ARAFAT’I ÖLDÜRMESİ İÇİN BİR FİLİSTİNLİ’Yİ HİPNOTİZE ETTİ”

İsrail’de yayınlanan Haaretzz gazetesinde 26 Ağustos 1998 günü çıkan bir haberde, İsrail gizli servisi Mossad’ın otuz yıl önce, “Mançuryalı Aday” filminden esinlenerek, Filistinli bir mahkumun, Arafat’ı öldürmek üzere hipnotize etmek suretiyle beynini yıkadığı bildirildi. Gazete haberinde, Mossad’ın bu çılgınlığı yaparken bir insanın beyninin gerçekten yıkanıp yıkanamayacağıyla ilgili kuşkuları olduğunu kaydetti. Mossad yetkililerince seçilen ve “Fetih” kod adı verilen 28 yaşındaki Filistinli mahkumun, FKÖ’yü oluşturan gruplardan biri olan El-Fetih üyesi olduğu belirtilen haberde, hipnoz sırasında mahkumun yapacağı suikastin, bağlı bulunduğu grubun yararına bir eylem olduğu yönünde beyninin yıkandığı belirtildi. Haberde ayrıca, Yaser Arafat’a düzenlenen bu komplonun, Filistinli mahkûmun İsrail yetkililerini aldatması ve gizlice polise gidip olayı anlatması üzerine amacına ulaşamadığı belirtildi. Yaser Arafat’a İsrail tarafından daha önce de bazı suikast girişimlerinde bulunulmuş, ancak başarılı olunamamıştı.

BUSH’A “DİNİ MESAJLI” RAPOR

Eski ABD Savunma Bakanı Donald Rumsfeld’in, Irak’ın işgali sırasında dönemin Başkanı George Bush’a sunduğu istihbarat dosyalarına incil’den ayetler konulduğu ortaya çıktı.

ABD’de yayımlanan GQ dergisinde yer alan habere göre söz konusu ayetler, Amerikan askerlerinin fotoğraflarına eşlik ediyor.

GQ’ya göre, dosyaların kapağına İncil’den ayetler koyma karan istihbarat yetkililerinden Tümgeneral Glen Shaffer’a aitti.

Söz konusu istihbarat dosyalarından birinde dua eden Amerikan askerleri ve Irak’taki Amerikan tankları fotoğraflarının altında İncirdeki İşaya kitabından “Okları keskin, tüm yayları gergin utlarının toynakları cam, savaş arabaları fırtına gibi” dedi

Başka bir istihbarat dosyasının kapağında Irak’ın devrik lideri Saddam Hüseyin’in fotoğrafının altında İsa Peygamber’in havarilerinden Petrus’un ilk mektubuna atfen “Tanrı’nın ahmakların susturulmasını istediği” belirtiliyor, (bbc radyosu  19 Mayıs 2009)

DİN ÖNEMLİ BİR ZİHİN KONTROL ARACIDIR

Amerika’nın ilk kadın dışişleri bakanı Madeleine Albright, yeni kitabı “The Mighty and The Almighty”i (Güçlü ve Tanrı) tanıtmak üzere merkezi New York’ta bulunan ve ülke siyasetinde etkin bir yeri olan Dışilişkiler Konseyi’nde bir konuşma yaptı.

Amerikan dış siyasetinde yapılan birçok yanlışın İslam’ın yeteri kadar iyi anlaşılmamış olmasından kaynaklandığını vurgulayan eski Dışişleri Bakanı, birçok Batılı liberal siyasetçiyi şaşırtan bir teklifte bulunduğunu belirtti. Hem zekası hem de sert mizacıyla tanınan Albright, uluslararası sorunlara çözüm aranırken, dini liderlerin mutlak olarak bu sürece dâhil edilmesi gerektiğini savundu.

Başkan George Bush’un “Başkan seçilmemi Tanrı istiyor” sözlerine özellikle değinen Albright, George Bush’un diğer Amerikan başkanlarından farklı bir tarafı olduğunu söyledi. Bush’un dini böylesine kabullenişiyle gelen “her yaptığının mutlak doğru” olduğunu anlayışının İslam dünyasındaki duyarlılıkları görmezden geldiğini bunun da Amerika’nın uluslararası birçok soruna çözüm bulma şansını elinden kaçırmasına yol açtığına vurgu yaptı.

Laik Müslüman kavramına inanmadığını da belirten Albright, daha ılımlı Müslümanlar liderlerin uluslararası sorunlara çözüm sürecinde aktif rol oynaması gerektiğini söyledi. (Amerikanın Sesi Radyosu  5 Mayıs 2006) (sh:356-365)

“Şeytanlar, dostlarına fısıldar, telkinde bulunurlar”

Kur’anı Kerim En’am Suresi 121

O RESMİ SEN Mİ ÇİZDİN?

İstihbarat örgütlerinin ve dünyayı idare etme iddiaları olan bazı Oluşum’ların metafizik olaylarla yakından ilgilenen maaşlı elemanları bulunmaktadır. Bu kimseler, defalarca güvenilirlik testlerine tabi tutulmuş ve “onay” almış kimselerdir. İstihbarat örgütleri, insanın ve teknolojinin yetersiz kaldığı yerlerde işte bu insanlardan istifade ederler. Gizli ilimler uzmanı bu insanlardan bir başka şekilde daha istifade edilir. Oluşum, gizli ilimler uzmanı elemanları vasıtasıyla bazı insanları “çengeller”. Bunu da madde ötesi varlıklar vasıtasıyla yapar.

İstihbarat örgütünün ya da bir tarikatın oluşumun yönlendirmesi üzerine insanları kendi etkisine alan Maddeötesi Varlıklar, bazen sıradan normal bir Maddeötesi Varlık olabileceği gibi, bazen de onların ileri gelenlerinden , onların yönetici durumunda olanlarından olabilir..

OLUŞUM TARAFINDAN KONTROL EDİLEN MADDEÖTESİ BİR VARLIK, UMUMİYETLE, DAHA GENÇLİK YILLARINDAN İTİBAREN GELECEĞİNİ PARLAK GÖRDÜĞÜ BİR İNSANI YA DA OLUŞUM TARAFINDAN BELİRLENMİŞ İNSANI SEÇER VE KENDİ TABİİLERİ ARASINA SOKAR. BU YAŞLAR UMUMİYETLE 18 İLA 24 YAŞLAR OLMAKTADIR. (!!!!!!!!!!)

Maddeötesi Varlık için, bu seçim yapıldıktan ve kendisine tabi kılacağı insan belli olduktan sonra sıra gelir onu tamamıyla kendisine bağlamaya…

Bunun için de Maddeötesi Varlık, o insanın inancına göre bir din büyüğünün şekline girerek evvela rüyasında ona görünmeye ve onun büyük bir insan olacağına dair telkinlerde bulunmaya başlar.

BU HÜVİYETİNE BÜRÜNÜLEN KİŞİ, SÖZ KONUSU ŞAHIS TARAFINDAN SAYGIYLA ANILAN, DEĞER VERİLEN BİR KİMSE DE OLABİLİR.

ARTIK YAVAŞ YAVAŞ GÖSTERİLEN RÜYALAR NETİCESİNDE O KİMSE GERÇEKTEN BÜYÜK BİR İNSAN OLACAĞINA YA DA İSA MESİH = KURTARICI OLDUĞUNA İNANMAYA BAŞLAR. BU KAPSAMDA “BEN İSA’YIM, BEN ALLAH’IN YERYÜZÜNDEKİ HALİFESİ-KILICIYIM” DİYEN BAZI İNSANLARIN ÖNEMLİ BİR KISMININ HER NEDENSE ALMANYA‘DAN ÇIKMASI DA SON DERECE İLGİNÇTİR.

Çengellenen o insanın bazen canı bir şey ister, derhal o isteği Maddeötesi Varlık tarafından yerine getirilir. O, bu durumu büyük bir insan olması hasebiyle isteğim Allah tarafından ya da inandığı tanrısı tarafından yerine getirildi diye nitelendirir; hâlbuki Maddeötesi Varlık tarafından yerine getirilmiştir. Bir imtihana girecektir, o imtihanda kendisine yardım edilir. Birisiyle ya da büyük bir topluluğa konuşurken karşısındaki şahıslar üzerine Maddeötesi Varlık tarafından yapılan baskıyla üstün duruma geçer, adeta karşısındakiler kendisine karşı konuşamaz duruma düşerler.

Ve bu şekilde günden güne durum gelişmeye başlar.

Geçen zaman zarfında yavaş yavaş içine birçok şeyler gelmeye başlar. Yakın gelecekte olacak bazı ufak tefek hadiseler içine doğar. Önceleri bunları 6. His diye nitelendirir. Aynı anda başka bir yerde olan hadiseden anında haberdar olabilir. Birisinin bir işinin halli için dua eder, derhal o işin yapılması Maddeötesi Varlık tarafından sağlanır ve o da “seçilmiş büyük bir insan olduğum için bu isteğim Allah tarafından yerine getirildi” zanneder. Nihayet bir sahada büyük adam kurtarıcı olduğunu iddia etmeye başlar. Artık kimseye ihtiyacı olmaz. Kendisini herkesten büyük görür, içine doğanlarla hareket etmeye koyulmuştur böylece bu kişi… Kendisine seçmiş olduğu alanın en büyüğü olduğunu iddia eder. Bir süre sonra son derece büyük bir insan olmuş ve çevresine birçok kimseyi toplamıştır.

Burada en büyük zevk ise onu kendine tabi kılan Maddeötesi Varlık’a ve bunu yönlendiren Oluşum’a aittir. Çünkü o kişi sayesinde artık binlerce kişiyi kendine tabi kılmış ve onlara istediklerini yaptırtmaya başlamışlardır. Bu yüzden Maddeötesi Varlık icabında o kişinin durumunu kuvvetlendirmek için bazı kişilerin rüyalarına dahi girip o kişiye bağlanmalarını yahut ona yardım etmelerini telkin eder.

Oluşumun emrindeki Maddeötesi Varlık, o kişiye mesleğiyle ilgili bilgiler vererek onu büyük bir adammış gibi de gösterir. Bu kişi bir ressamsa Maddeötesi Varlık’tan fısıldadığı ilhamlarla, O dünyanın en güzel resmini çizer. Yok, eğer bir komutan ise kısa bir süre sonra olacak bombardımandan hemen önce bulunduğu yeri terkederek yer değiştirir. Hitler bir gün siperde diğer askerlerle yemek yerken bir ses ona kalkıp başka bir yere oturmasını söylemişti. Hitler yemeği kesip kalkmış ve daha ilerideki bir sipere geçmişti. Çok kısa bir süre sonra büyük bir şarapnel parçası Hitler’in oturduğu yere düşmüş ve diğer askerlerin tümü ölmüştü Bilmeyenler onu kendilerine lider seçer. Artık o kişi bilir bilmez kendinden açıklamalarla bazı doğruları yalan, bazı yalanları da doğru gibi anlatabilir. EVET, OLUŞUM, KENDİ AMACI DOĞRULTUSUNDA KOŞACAK, MADDİ VE MANEVİ AÇIDAN DONANMIŞ BİR İNSANA SAHİPTİR ARTIK.

İŞTE BİR ÖRNEK!

“Hitler hardal gazıyla yaralandı ve bir süre kör olduğu için kaldığı Pasewalk Hastanesi’nden 11 Kasım 1918’de ayrılmıştı. Hastanede gözleri kapalı yatarken bir gece yarısı Hitler çok garip bir olayın kahramanı olmuştu. Kendi anlatımıyla gaipten gelen bir ses onu çağırmıştı. Hitler gözleri görmediği için kendisini kimin çağırdığını anlayamamıştı. Gaipten gelen ses Hitler’e ‘Bir an önce kendisini toplamasını sağlığına kavuşmasını ve siyasete atılarak kısa zamanda ırzına geçilmiş olan Almanya’nın başına geçmesini söylemiştir. Sesin göze görülmeyen sahibine göre Adolf Hitler, Almanya’nın beklediği KURTARICI = FÜHRER olacaktı. Önce Alman halkını kurtaracak sonra da onu dünyanın en güçlü ülkesi yapacaktı. Hitler’in bir halüsinasyon görüp görmediği belli değildir. Ama hastaneden çıktıktan sonra bu garip olayı çevresindekilere anlattığı ve birkaç yıl sonra “Kavgam” adlı eserinde yazdığı kesindir. Hitler, bu sanal sesi duyduğu zaman 30 yaşındaydı. G. L. Waite‘nin de belirttiğine göre; İsa Mesih de tam 30 yaşındayken görevine başlamıştı. Şu farkla ki Hitler Almanya’yı, İsa ise tüm insanlığı kurtarmaya çağırılmışlardı.

Hitler’in Jan d’Arc gibi ‘Ototestik’ esrarengiz sesler duyduğu günlerde Bavyera‘da garip davranışlarıyla tanınan kokain bağımlısı ünlü bir kişi Almanya’yı kurtaracak kahramanı arıyordu. Bu adam o sırada 65 yaşlarında olan şair hatip Dietrich Eckart‘tı. Bu şahıs Hitler’i Almanya’da işbaşına getirecek olan İSTANBUL TEŞVİKİYE’DE KURULMUŞ GİZLİ ÖRGÜT THULE üyesiydi ve Ernst Roehm ile Yüzbaşı Erhard‘m en saygı duydukları kişiydi.

Eckart, tam anlamıyla Adolf Hitler’i çiziyordu. Onu dinleyen ve sözlerini önemseyen taraftarları Almanya’nın beklediği ‘Führer’in nasıl birisi olması gerektiği konusunda tam bir beyin yıkama operasyonu içindeydiler...
DEVAMI YARIN