ABD’de kullanılan bütçe sistemi işlevini yitirmiş kurumların ortadan kaldırılabilmesine imkan sağlar. Ülkemiz için büyük hayallerden biri de bu olsa gerek.
Kütüphaneleri ne kadar seviyorsam da kütüphane çalışanlarından bir o kadar nefret ediyorum. Anlaşamayacağım insan sayısının çok az olmasıyla övünen ben, anlaşabileceğim kütüphane çalışanı sayısında hep bir ya da ikide kalıyorum.
İstanbul’da herhangi bir kütüphaneye en son ne zaman gittiğimi hatırlamıyorum. Hatırladığım, bir kütüphane çalışanının Geyve’de bulunan ikâmetgâhım olmadan bana kitap vermemesi. Kitaba değer verdiği için o kitabı vermemezlik etmemişti. Kitabı vermemesinin ilk ve en önemli sebebi, dolmuş şöförlerinin arabalarına baştan aşağı o loş ve mide bunaltıcı mavi ışıklarla donatlamalarıyla aynı. Hani, bir nevi burası benim çöplüğüm hesabı. Bir diğer sebep ise –kaldı ki ülkemizdeki bütün memurların hatası- kusursuz memur imajı yaratma çabası. Ne kadar çocukça, ne kadar gülünç.
Bir öğretmenin görevi nedir? ‘Öğretmen’ kelimesi tek başına, teknik olarak bir şeyler öğretme misyonu yükler öğretmene. Bu kadar. Muhtemelen yönetmeliklerde, talimatnamelerde güzel güzel tarifler yapılmıştır öğretmenlik mesleği için. Oralarda boğulmaya hiç gerek yok. Sonuçta mesleğin adı ‘öğretmenlik’ iken kimseden büyük şeyler beklememeli. Öğretmen, memur anlayışımın en çok yakıştığı meslek!
Her okulda birkaç kişi vardır. Tüm işleri onlar yapar. Organizasyonları onlar yapar, etkinliklere onlar katılır, okul temsil yetkisi her daim üzerlerindedir. Onların bir garip görevi daha vardır. Okuldaki karşılama törenlerini de onlar yapar. Valisi, kaymakamı, herhangi bir şey müdürü, yazarı, çizeri okula geldiğinde karşılama mangasıdır onlar. Çiçekler falan.
Bir okul düşlerim hep. Olmayacak şey işte.
Ülkelerin gelişmişliği zengin ile fakir arasındaki ekonomik duruma göre belirlenir. Fark ne kadar fazla ise o kadar az gelişmiş bir ülke ile karşı karşıyayız demektir. Ne dersiniz, bu kıstası okullara uygulasak ne olur? Lisemin, Cemil Meriç Lisesi’nin aslında ne kadar da az gelişmiş bir okul olduğu ortaya çıkar.
Cemil Meriç Lisesi tamamlanamayan bir proje. Olmayacak o okul düşüm de zaten Cemil Meriç Lisesi projesinin tamamlanmış haliydi.
Hocasını yerle bir etmeye çalışmayan hoca-talebe ilişkisi sadece gereksiz büyüklükte bir saygı ortaya çıkarır. Hoca için de talebe için de bir zehirden bahsediyorum. Öldürücü bir zehir.
Öğretmen hoca olmak yerine memur olursa bu dediğim ilişki zaten bir anlam ifade etmez onun için. Dilin sadeleştirilmesine karşı çıkanlara bir çift söz. Bugünkü ‘memur öğretmenler’e ‘hoca’ demek ne büyük bir çelişki olmaz mıydı?
Kütüphane memuruna ‘ Şimdi ben bu kitabı alsam ve kaybetmiş olsam. Size de bunun cezası olarak şairin bütün şiirlerini getirsem… ‘ dedim. Yaptığım teknik olarak suç. Kütüphane memuru da bu sebepten uzun uzun ders vermeye kalktı. ‘Peki’ dedim. ‘Kitabı ödünç alıyorum.’ Şimdi kitabı kaybettiğimi söylesem hiçbir şey yapamayacak.
Turgut Uyar’ın Divan’ı yaklaşık 30 yıldır kütüphane de ve sadece 93 yılında bir kere ödünç verilmiş. Hilmi Yavuz’un Teormina’sının ilk baskısına hiç dokunan olmamış. Fehmi K.’nın Acayip Serüvenleri de öyle. İlk paragraftaki bilginin yazıyla ne ilgisi burada ortaya çıkıyor işte. Kütüphanelerin çok büyük bir kısmı ömrünü doldurmuş gereksiz kurumlar artık. Kütüphanelere yapılan ödenekler ile şu kitap ücretlerinin indirimi konusunda yayıncılara aktarılsa ülkem için çok daha hayırlı olur. Sosyal fayda budur işte. İçi boş kurumlara para harcamak değildir.
*Başlığın yazıyla hiçbir ilgisi yok. Başlığın zaten herhangi bir şey ile ilgisi yok. ‘Memursuz Toplum’ adlı bir başlık ne kadar da iticiydi. Sadece bu.