Anıtlar Kurulu’nu anlamakta zorlanıyor insan zaman zaman…
Görevi tarihi eserleri korumak ve kollamak diye bilinir…
Ama gelin görün ki çoğu zaman kazın ayağı hiç de öyle olmuyor…
Üzerinde üçüncü sınıf tarihi eser olan bir yer düşünün…
Depremle yerle bir olmuş ve tarihi eser vasfını kaybetmiş…
Yapılacak iş bir raporla durum tespiti yapmak ve arsa sahibinin mağdur olmasını önlemektir…
Ortada herhangi bir kasıt yok, kasıtlı hareket de yok…
Devlet vatandaşına sahip çıksa fena mı olur!
Yok, öyle yapmayıp çöplük olan yeri prefabrik bir yapılaşmayla kiraya verip içinde bulunduğu sıkıntıdan kurtulan vatandaşın boğazına yapışmak, ödeyemeyeceği bir ceza ile “Prefabrik yapıyı yık” demek sosyal devlet anlayışı ile bağdaşır mı hiç!
İşte böyle bir durumla karşılaşmış vatandaş, “Gel de çık işin içerisinden” diyor…
Anıtlar Kurulu yapışmış işin aslına bakmadan yakasına, suçu günahı olmayan arsa sahibinin…
Yıkacaksın ve binlerce lira da ceza ödeyeceksin…
Bu düpedüz zulüm değil de nedir!
Yorgunu yokuşa sürme kime ne kazandırır, nefret ve kahırdan gayrı…
Bu durumda olan ve bir kibritle yerle yeksan olan tarihi eserler yok olup giderken, depremin yıktığı ve tarihi eser vasfını kaybetmiş bir yer için yapılan muamele böyle acımasız olabilir mi!
Yerini prefabrik bir şekilde değerlendirip vergi verecek, istihdam oluşturacak bir işyeri haline getirmeyi alkış beklerken suç saymak ne derece doğrudur!
Devletin yapılaşmasında “kraldan fazla kralcıların” hükmü geçiyor anlaşılan…
Peki, adalet nerede!
İbretlik bir olay…
Belediyeye düşen görev Anıtlar Kurulu’na binanın ne şekilde, ne zaman ve nasıl bu hale geldiğine yönelik bir rapor düzenlemek olmalıdır…
Bir ihtimal bu rapor sorunu çözmeye yeter ve vatandaş mağduriyeti giderilir…