Ülkenin ekonomik ve sosyal yönden kalkınması, çalışma hayatındaki tüm aktörlerin görevlerini sorumluluk bilinci içinde yerine getirmesiyle mümkündür. İnsan ihtiyaçlarını karşılamada, üretilen mallar kadar hizmetlerin de kalitesi ülkenin gelişmişlik düzeyini belirler.

Peki ülkece hizmet kalitemiz nasıldır? Bizde işler nasıl yürür!

İster kamuda ister özelde, yürütülen hizmetlerin kalitesi, daha doğrusu kalitesizliğini örneklerle anlatmaya bu sütunlar yetmez. Tam bir Levent Kırca komedisidir bizde hizmetler...

Bunu sadece yerel yönetimlerin hizmetleri açısından örneklersek; ne durumda olduğumuzu ortaya koymuş oluruz.

Araştırma Şirketi ORC, geçen yıl yerel yönetimler araştırması kapsamında, en başarılı büyükşehir ilçe belediyelerini açıkladı... Sabah gazetesi internet haber sitesi, “Belediye Başkanlarının hizmetlerinden memnun musunuz” sorusuna karşı başarılı Büyükşehir ilçe Belediye Başkanlarının karnesini yayınlandı. Sonuç: Hiç bir Belediye Başkanı başarılı bulunmadı! Tabii olacak o kadar!..

Çünkü, bir hizmetin doğruluğunu anlamak için, işin sonunda gerçekleşen başarı kriterine bakılmalı.Söz ile vaat etmek değil, işin sonunda başarıyı belgelemek gerekiyor.

Aynı şey eğitimde de geçerli. Eğitimin kalitesi sınav sonuçlarını belirliyor. Sonuçlar ortada!

Kendi ekonomimizi bile yönetecek ekonomistler yetiştiremiyor, yabancılardan medet umuyoruz.

Üzerinde düşünmeliyiz. Neden böyleyiz?

Başarıyı ve gelişmişliği yakalamış ülkelerin fertlerine baktığımızda açık farkı görürüz.

Mehmet Akif Ersoy, Avrupa’ya gider, oraları gözlemler ve geldiğinde sorarlar, ‘’Ne gördün, oralar nasıl?’’ diye... Akif der ki; ”İşleri var dinimiz gibi, dinleri var işimiz gibi...”  İşte halimiz bundan ibaret.

Bizim, “Karakteri işe alın yeteneği eğitin” anlayışıyla; çalışkan, kendini yetiştiren, işini dürüst yapan, inisiyatif alan, görevinin sorumluluğunu bilen insanlara ihtiyacımız var. Tıpkı Garcia’ya mektup götüren o teğmen gibi...

Gazeteci Elbert Hubbart’ın, Philistine adlı aylık bir derginin 1899 Şubat sayısında kaleme aldığı, yüz yıl boyunca çeşitli ülkelerde yapılan baskısı, yüz milyon adeti aşan ve tüm meslektaşlarına örnek oluşturacak bir olgunluk düzeyindeki bu yazısı, hiçbir olağanüstü özelliği olmayan, sıradan bir teğmenin görev sorumluluğunun öyküsüdür...

Garcia’ya Mektup

Harp Okullarında öğrencilere öğretilen ve paylaşılan bilgilerin en önemlilerinden birini oluşturur Garcia’ya Mektup...

1904 Rus-Japon harbinden önceydi. Amerikan gazetelerinin birinde ‘Garcia’ya Götürülecek Mektup’ başlıklı bir yazı çıktı. Yazan tanınmamış bir muhabirdi. Fakat bu kısa yazının anlattığı gerçekler, yüzlerce kitapla anlatılanlardan daha derin, daha özlü idi. Elbert Hubbart’ın “Garcia’ya Mektup”undan etkilenen ilk kişi, New York Merkez Demiryolu İşletmesi yöneticilerinden George Deniels oldu. Bu yazıyı çoğaltıp beş yüz bin adet bastırdı ve “Bu çavuşu örnek alınız” ön yazısıyla işletmenin tüm çalışanlarına dağıttı. 

Japonlarla başlayan savaş için cepheye giden Rus askerlerinin tümünün üniformalarının ceplerinde Garcia’ya Mektup’un bir kopyası bulunuyordu. Japonlar, savaşta tutsak aldıkları Rus askerlerinin tümünün ceplerinden çıkan bu mektubu görünce bunu ciddi bir incelemeden geçirdiler. Mektup Japoncaya çevrildi ve bunun, tutsak alınan tüm Rus askerlerinin ceplerinde bulunduğu haberiyle birlikte Japon İmparatoru’na sunuldu. Mektuptan imparator da etkilendi ve birer kopyasının Japon Hükümeti’nin tüm üyelerine dağıtılmasını emretti.

Tüm Japon bakanlar da, Garcia’ya Mektup’u çoğaltıp, kendi bakanlık örgütünde görevli tüm çalışanlara gönderdiler.

İşte ihtiyacımız olan bu hizmet anlayışını özetleyen o müthiş yazı:

Amerika Kurtuluş Savaşı’nın bir safhasında İspanya Sömürge Ordusu’nu tecrit edebilmek için Kübalı General Garcia’nın ordusuna talimat göndermek icabetti. Cumhurbaşkanı Mc Kinley, General Garcia’ya bir mektup yazdı. Mektubun süratle yerine ulaşması gerekiyordu. Başkomutanlık karargahında Garcia hakkında bilgi yoktu, neredeydi, nasıl gidilirdi, hepsi meçhuldü. Mektubu götürmeye Teğmen Rowan görevlendirildi. Teğmen Rowan mektubu aldı, torbasına koydu, gitti, döndü, tekmilini verdi. Garcia talimata uyacaktı.

Teğmen Rowan mektubu alınca: ‘Bu Garcia da kimdir? Nerede bulunuyor? Oraya nasıl gidilir? Atla mı, trenle mi? Harcırahımı kim verecek? Arkadaşım Thomas ata daha iyi biner, onu gönderirseniz olmaz mıydı? Eşim biraz rahatsız, hem bu hafta izin sırasındaydım’ demedi...

Burada anlatılmak istenen, Teğmen Rowan’ın dört gün sonra Küba kıyılarına ulaşmasının, ormanlara dalarak üç haftalık bir seyahati yaya olarak tamamlamasının, dağlarda ve ormanlarda Garcia’yı bulmasının hikayesi değildir. Burada anlatılmak istenen konu, bu adamın kişiliğinin her okula örnek insan modeli olarak tanıtılmasının gerekliliğidir. Dünyanın her yerinde. Her gün, milyonlarca yöneticinin Garcia’ya gönderecek mektubu vardır...

Hizmet alanında fertlerin ilgisizliği ve bilgisizliği, toplumları ve örgütleri felç eder. Çağımız gençliğinin ihtiyaç duyduğu bilgiler sadece bir dizi teoriler değil, kendilerinden beklenen vazifeleri kendi iradeleri ile sonuçlandırma idraki ve eğitimine de sahip olmalarıdır.

Bir işyerinde müdürün odasına giren memur: “Efendim, siz birlikte çalıştığım arkadaşlarımdan birini bir derece terfi ettirdiniz.. Yaş ve kıdem bakımından aramızda hiç bir fark yok, öğrenimimiz de aynı. O benden daha yakışıklı da değil. Böyle olduğu halde beni hâlâ terfi ettirmiyorsunuz?” dedi.

Müdür ise dalgınlık halinde mırıldanarak: “Sokakta gürültü var. Duyuyor musunuz? Nedir acaba?”

“Gidip sorayım efendim” diye memur can sıkıntısı ile cevap verdi. Biraz sonra döndü: “Bir arabaymış efendim...”

Müdür: “Yükü neymiş?”

Memur: “Gidip bakayım efendim...”

Memur biraz sonra döner: “Arabanın yükü bir sürü çuval efendim.”

Müdür: “Çuvallarda ne varmış?

Memur: “Gidip bakayım efendim.”

Memur biraz sonra döndü. “Çuvallarda çimento varmış efendim...”

“Nereye gidiyormuş bu araba?”

“Gidip bakayım efendim.”

Biraz sonra dönüp cevap verdi: “X ve Y inşaat şirketinin merkez şantiyesine gidiyormuş efendim...”

“Çok güzel” der müdür, “Şimdi bana terfi eden arkadaşınızı çağırır mısınız lütfen? Hani haksız yere terfi edeni!”

Terfi eden gelir. Müdür yine mırıldanarak: “Sokakta birtakım gürültüler oluyor nedir acaba?”

Terfi eden memur: “Gidip bakayım efendim.”

Döndüğü zaman şöyle cevap verdi:

“Kırk çuval Portland Çimentosu yüklü araba. Çimentoların menşei New Orleans. X ve Y inşaat şirketinin merkez şantiyesine gidiyormuş. Uluslararası ulaşıma ait bir kamyon çuvallarını istasyondan almış. Çuvallardan biri yarı yolda patladığı için şimdi bunun yerini değiştirmeye çalışıyorlar.”

Klemanso’nun o meşhur sözünde: “Bakanlık geç gelenlerle erken gidenlerin karşılaştığı yerdir” demiş. Bakanlığı süresince garip vakalara şahit olmuş... Bir gün aklına esmiş, emrindeki memurların durumunu şöyle bir yakından görmek istemiş. Odalardan birine girmiş, kimse yok. ikincisine girmiş, bomboş. Üçüncü odada bir memur varmış, o da uyuyormuş. Yanında bulunan müdüre dönmüş, “Sakın uyandırmayın, yoksa o da çekip gider.”

MESLEKLERE GÖRE YALANLAR

Esnaf: “Bana gelişi bu”

Emlakçı: “Merkeze 10 dk”

Berber: “Çok yakıştı”

Ayakkabıcı: “Giydikçe açılır”

İnsan Kaynakları: “Biz sizi ararız”

Memur: “Sistem gitti”