Hem de ne hazine…

Dünyadaki tüm hazineler, onların yanında tam takır, kuru bakır kalır…
Öyle hazineler işte…

Bitmek tükenmek bilmeyen bir hazinedir en başta gökler...
Semadan gelen ve gönderilen hediyeleri görmelidir insan…
Çağlar geçer, nesiller geçer, hepsi toprak olur giderler…
Dünyalar birbiri ardınca kurulur fakat ne havası kesilir gökyüzünün, ne suyu, ne karı, ne de yağmuru... 
Tek bir zerresi bile eskimez, çürüğe çıkarılmaz, bir kenara bırakılmaz, atılmaz…
Dünyayla beraber doğan zerreler, dünyayla beraber bir ömür sürerler… 
Hiç yaşlanmazlar… 
O zerreler bir emir aldı mı, insan vücudunda küme küme toplanırlar, eşsiz kubbeler oluştururlar…

Göz olurlar, baş olurlar, dil olurlar, burun olurlar, ayak olurlar…
Onlardan her biri tükenmez bir rahmet hazinesinin habercisidir...
Görenlere ve hissedenlere...
Evet, gökler hazinelerini açtı mı, yerdeki kırık kalplere, üzgün gönüllere bir teselli getirirler semadan… 
Kendi dilleriyle seslenir ve derler ki; üzülmeyin, elinizden uçup gidenlere, hatta elveda bile diyemeden gidenlere… 
Üzülmeyin ne olur… 
Siz, size ait vazifenize dikkat edin yeter…
Üzülmeyin…
Gidenin yerine yenisi gelir, derler... 
Çünkü o zerreleri, o semadan indirilen berrak katreleri gönderenin, hazineleri hiç bitmez…

Ebedidir, bakidir, sonsuzdur, daimidir… 
Onlardan her biri, bir şeyden her şeyi yapan Sanatkarını anlatır… 
Kendine mahsus dilleriyle...
Bir su damlası toprağa kavuştuğu zaman tohumu büyütür... 
Oysa…
Toprak nerede, su nerede?
Düşünün…
Toprağın içindeki tohum nerede?
Yağmurlar ise ortalıkta gözükmüyor, bulutların içinde saklı…
Her şey birbirinden o kadar uzak, o kadar habersiz ki ve her şeyi birbiriyle o kadar alakadar ki, hayret ediyor insan… 
Dünyanın herhangi bir yerinde bir araya gelen yabancı insanlar, aynı dili bilmeyince konuşamıyorlar, anlaşamıyorlar… 
Anlaşmak için çareler arıyorlar… 
Göklerin, semadan inen katrelerin böyle bir derdi yok… 
Tohumlar da böyle bir endişeyi taşımıyor... 
Sadece, inecekleri ve düşecekleri vakti bekliyor… 
Bir bebek gibi sessizce uyuyor…
Semadan ulaşacak katrelerin kendisine ulaşmasını bekliyor tohumlar…
Toprak bağrında olandan habersiz, tohum da topraktan habersiz, göklerde olup bitenden zaten hiç mi hiç haberi yok... Orası uzak bir ülke hem de çok uzak bir yer onlar için…
Ama her şeyi bilen, her şeyden haberdar, latif ve habir olan Allah var… 
Yalnız O var…
...
Geçen gün bir sohbette topraktan çıkan şeylere dikkatleri çekmiştik ve bir genç, söylenen bir sözü kalbine işlenmiş bir mücevher olarak gördü adeta... 
Anladık ki görevimiz çok önemli… 
Neydi o söz? 
Topraktan toprak çıkar…

Topraktan soğan, patates çıkmaz…

Çıkıyorsa eğer, toprağın mahareti olamaz bunlar…

Toprağa verilemez… 
Çıkıyorsa eğer ve çıkan şeyler de o toprağa benzemiyorsa, elbette bunun ardında, onları gönderen kim diye sorması gerekir insanın… 
Toprağı servis penceresi yapıp gönderen Allah var, Rahman var…
Demek ki eşyanın mahiyeti değişiyorsa, odundan elma oluyorsa, bir et parçası dil olup konuşuyorsa, bir yağ kesesi olan gözün içine ışık girmekle gözde görme başlıyorsa, kulağa ses gelmekle kulakta işitmek başlıyorsa, kalbe bir rahmet inerek, kalbde sevme başlıyorsa...
Bütün bunların ardında Rabb'ini aramalıdır insan…

İnsana yakışan da budur…
İnsan gördüklerinden hareketle göremediği Rabbinin varlığına hükmeder…
Muslukları hiç kesilmez, çeşmeleri hiç kapanmaz semanın... 
Bitmeyen denizlerden, ardı arkası kesilmeyen yağmurlar taşınır asırlar boyunca… 
Bahçemize düşen damlalar gökten yere kim bilir kaçıncı devrini yaşarlar… 
Bilinmez…
Ama bilen var… 
Bu da bilinmezse eğer, işte o zaman perişandır hali insanın... 
...

Dünyada her şeyin cahili olabilir insan ama Rabbini bilmekte kusuru olamaz… 
Dünyaya asıl geliş ve gönderiliş gayesi budur insanın…

Onu bunu değil, Rabbini, yani yaratanını bilmektir... 
Diğerleri devede kulak bile değildir…
Başka işimiz yok bizim…
Evet… Biricik işimiz budur…
Yaradanımızı tanımak ve bilmek…
Onun emirlerini tutmak ve dinlemek...
Derdimiz çok demeyin...
Dünya onlarla güzel...
Dertsiz baş, türbede taş…
Onları aşa aşa, hedefine yaklaşır insan…

Kemale erer, olgunlaşır…

Pişmeyen yemek bile yenmez…
Pişmesi hamlıktan olgunluğa geçmesi imtihanlar ve dertler ile olur insanın…
Dertler insana yol gösterirler…
Onun rızasını kazanmaktan daha büyük hangi hedef var Allah aşkına…
Aldanmayalım, kanmayalım, yanmayalım…
Koca bir bahçeyi sana hediye edene, o bahçeden bir çiçek vermek çok mudur?
Sana hiç yoktan hayatı ve bu ömrü veren Rabbine, günün bir saatini ona vermek çok mudur?
Vefakârdır insan, düşünse doğru yolu bulacaktır…
İnsana yakışan da zaten budur…

………………………….0………………………………..

 

ELBİSTAN SEYAHATİMİZDEN NOTLAR

İsmini çok duyduğumuz ama bir türlü ziyaret edemediğimiz yerdi Elbistan...
Geçtiğimiz hafta iki günlüğüne oradaydık Cengiz Burak kardeşimle...
Kışa girdik derken, günlük güneşlikti her yer…
İnsanları çok sıcak, kalpten ve samimiler…

Tam bir Anadolu havası…
Şehir gayet mükemmel, modern yapılar gözümüze çarptı...
150 bine yaklaşan nüfusu ile birçok ilimizi çoktan geride bırakmış…
Şehrin içinden Ceyhan nehri kıvrım kıvrım dolanıp akıyor ve apayrı bir şirinlik katıyor…
Mamur bir belde... Zengin bir ova…

Çok şükür insanları da öyle…

Gönül zenginliği aslolan, burada da fazlasıyla mevcut...
Misafir olduğumuz her esnaf abimiz unutulmaz anılar ve intibalar bıraktılar bizde…
Programımız bir güne ve geceye sığacağı için, zamanı iktisatlı kullanmaya gayret ettik…
Elbistan Sağlık Meslek Lisesi ve Anadolu Lisesi ile Ekinözü Çok Programlı Lisesi’nin misafiri olduk… Seminerler verdik...

Öğrencilerimizle ve öğretmenlerimizle sohbetlerde bulunduk...
Gençlerimizin ilgisi hayli fazlaydı…
Aynı gece de Elbistan Kültür Eğitim Vakfı’nda geniş bir katılımla halka açık sohbetiniz oldu...
...
Zafer Dergimizin 300'e yaklaşan okuyucusunun olduğu Elbistan'da eski yeni dostlarımızla ile geçmiş günleri yadettik...

Zafer Dergimizin 40. yılına adım atarken kendilerinden büyük bir dua ve destek aldık…

Ümitle gittik, sevinçle döndük...
Elbistan Kültür Eğitim Vakfı Başkanımız Erdal Döner Hoca'ya, Malatya Havaalanı’na kadar gelip alan ve tekrar bırakmak zahmetine katlanan Abdülkadir Karcıoğlu kardeşime, Mimar Naci Bey'e, Gaziantepli Tatlıcımız Mücahit Abiye, Vakıf müdürü Ömer Hoca'ya, Vakıf Sekreterimiz Kadir Bey'e ve mütevazı haliyle kalbimizi fetheden muhterem abimiz Dursun Karcıoğlu'na gönül dolusu teşekkür ediyoruz…
İnşaallah tekrar buluşmak ve görüşmek dileğiyle…

………………………………………..0

BİR ŞİİR

Gözlerim müebbette 
Günü gelir elbette
Gelir melek nöbette
Safa geldi, hoş geldi.
Necip Fazıl Kısakürek
.......0........

DUA
Annemden sabah duası:
Hayatta hiç sıkıntı çekmeyin
Allah (cc) size cennet kapılarını açtırsın
Temiz kalplerden ayırmasın
Güneş gibi parlayın

........0........

HASRET
Namaz sevdalısı birinin hasret cümlesi:
"Eğer mümkün olsaydı, namaza daha bebekken başlamak isterdim…"

……….0………………

Sözlerin Özü
Atalar Sözü

Gözyaşı gönül yasını siler…
...
Tarla tarla bakarak diken getirir...
...
Tarhana tarlaya kadar, bulgur öğleye kadar, hamur akşama kadar...
...
Şaştı Bekir
Salavat getir…
...
Kırk kurta bir aslan ne yapsın?