Cenab-ı Allah’a hamd olsun ki bana kitap okuma alışkanlığı kazandırmış.
Bıkmadan usanmadan, bana mısın demeden binlerce, belki on binlerce sayfayı hatim etmişim.
Ama bu güne kadar hep yanlış kitapları okumuşum.
Yanlış gazete ve dergileri takip etmiş, yanlış programları izlemişim.
Yanlış meclislerde bulunmuş, yanlış insanları dinlemişim.
Üstad Necip Fazıl’ın da dediği gibi, “Saatim işlemiş, ben durmuşum” bu güne kadar…
Bize öyle masallar anlattılar ki “Memleket yanıyor” zannettik.
Zannettik ki “Cumhuriyet elden gidecek yerine şeriat gelecek” ve her birimizi kulaklarımızdan tutup zorla namaza götürecekler!
Öyle zannettik ki tüyü bitmemiş yetim yağmur altında ıslanırken, devletin malını deveye yükleyip götürüyor amcamlar!
Biz, her birimiz, göğsümüzde şeref madalyalarıyla (!) gezerken ve o cepheden bu cepheye koşturup dururken; bu adamlar vatanı satıyor, ülkeyi pazarlıyor, çanımıza ot tıkıyorlar!
Bize öyle masallar anlattılar ki pozisyon almayı, ses yükseltmeyi bir vazife bildik.
Aldık elimize kalemi ve memleketi kurtarmak ve haksızlıklara dur demek adına buram buram Anadolu kokan “ateşli” yazılar yazmaya başladık.
Her yazımızdan sonra sırtımızı sıvazladılar, “Aferin oğlum çok güzel yazmışsın. Sen artık korkusuz ve cesur bir gazetecisin” dediler bize.
Onlar gazı verdikçe kalemimizden kan damlatmaya ve insanları asıp kesmeye devam ettik.
Hep pohpohladılar bizi, hep alkışladılar…
“Senden başka cesur yok. Aferin oğlum. Vermişsin derslerini” dediler.
Ve geldik bu günlere kadar!
Seneler seneleri kovaladı…
Baktık ki memleket hala yerinde duruyor.
Ve bizi kulaklarımızdan tutup da camilere götürmüyor hiç kimse.
Gördük ki bizleri hastane kuyruklarından, ekmek kuyruklarından, gaz kuyruklarından çekip almışlar.
Memleketin her tarafına laleler ekmişler.
Hızlı trenlerle, duble yollarla, havaalanlarıyla uzakları yakın etmişler…
Gördük ki bin yıllık kardeşliğe sahip çıkmış, kanı susturmuşlar…
Tüm bu olup bitenden gafil, cesur ve kahraman Türk evlatları ise hala daha nutuk atıyor bu memlekette!
Hala daha eski masalları anlatıp duruyorlar, orada burada!
Yalanlarla, iftiralarla, kara çalmalarla, çamurlarla doldurup hurufatla kirletilmiş kâğıt hükmünde nüshalarla çıkıyorlar karşımıza.
Hala aynı hikâyelere inandırıyorlar kendilerini ve çevrelerini.
Çünkü iyi ve güzel işleri yazınca kimse alkışlamıyor onları.
Doğrular prim yapmıyor; yalan ve iftiranın yerini tutmuyor doğrular…
Genç kızlar da hep böylesi “her şeye muhalif” tiplere bakıyor.
Güzel türküler çığırıp, muhalif şiirler okuyup genç kızların gönlünü almayı ve memleketi kurtarmayı çok iyi beceriyorlar.
“Özgürlük, demokrasi ve adalet” uğruna nice baskılara (!) göğüs geriyor bu vatanperver Türk evlatları!
Azınlıktakiler her zaman kendini haklı zannediyor…
Ve hep mazlum rolüne bürünüyorlar.
Çoğunluğun içinde olmak istemedikleri için değil, olamadıkları için yapıyorlar bunu.
Çoğunluğun içinde de kabuklarını kırıp, tabularını yıkamadıkları ve orada kendilerine ekmek çıkmadığı için yer alamıyorlar.
Orada onlara farklı muamele yapılmıyor, orada kendilerini özel hissedemiyorlar çünkü.
Hem genç kızlar da yüz vermiyor çoğunlukta olunca.
Ancak ve ancak “Mağdurum, mazlumum, hey özgürlük, yeter baskı ve zulüm bitsin” diyerek tutabiliyorlar köşelerini.
Ancak böyle söyleyerek ve davranarak kalabiliyorlar koltuklarında.
Yoksa başka türlü yaşama şansları yok…
“Biz yanılmışız” demeye de yüzleri varmıyor!
İnsan yaşlandıkça daha da olgunlaşıyor ve dahi duygusallaşıyor.
Yaşım 33 oldu artık, bir ayağım çukurda sayılır.
Helalleşmenin vaktidir şimdi…
Keşke gaflet uykusundan çok önceleri uyansaydım.
Keşke bu çorba karışırken, bir tuz da ben atsaydım.
Keşke bu mücadeleyi bir yerinden omuzlasaydım.
Helalleşmenin vaktidir şimdi…
Keşke hepinizle tek tek kucaklaşıp helalleşebilseydim.
Belki o zaman geceleri rahat rahat yatardım.
Hakk’ın divanına vardığımda başımı dik tutardım.
15 yaş genç olsaydım keşke…
Direklere tırmanıp bayraklarınızı asardım!