Tıbba göre beyin ölümü, tüm beyin fonksiyonlarının geri dönüşsüz kaybıdır. İlk olarak 1968 yılında Harvard'da tanımlanmış ve beyin ölümü kriterleri “Harvard Kriterleri” olarak yerleşmiştir.

Ölümün kriteri bile Amerika’dan olmazsa olmuyor. Hacettepe’de tanımlanan bir kriter var mı? Acaba…

Bugünlerde ülkemizde bazı hadiselere bakıldığında eskiden beri gelen ve bazılarının alışkanlığı olmuş fikirler var. Birileri toplumu bitkisel hayata alıştırmak istiyor. Sonra beyin ölümü ve organ nakli... Bazıları ise bitkisel hayata bile razı değiller. Hemen organ nakline geçelim diyorlar gibi geldi bana. Toplum bitkisel hayatı nedir? Bir bakalım istedim.

İç karışıklıklar, ekonomik yaptırımlar, Osmanlı’ya yaptıkları gibi borçlandırmalar, iç isyanlar ekonomik krizler, topluma yarın endişesi aşılama gibi hadiseler toplumu bitkisel hayata sokar mı?

Olursa gerisi çok kolay...  İçte ve dışta birtakım hainler de bularak Tıp ekibini kendileri kurarlar. Derken, derler ki “sizin artık bir üniteye bağlı hayatınız yeter. Tıbbi beyin ölümünüz gerçekleşti. Organları da birtakım sözde anlaşmalarla bizlere bağışlayın. Bizler de onları nakledip seksen ülkeye bölerek dağıtacağız.”

Osmanlı’yı Akdeniz’deki adalar hariç 64 ülkeye böldüler. Beyin ölümünde geri dönüş mümkün değildir. Adamların haklı olduğu yerler yok değil. Öyle beyin ölümü gerçekleştirmişler ki televizyonda öyle beyni ölmüşleri seyrediyoruz ki şaşırmamak elde değil.

Yani hastanın ölümüne doktorlar karar veriyor. Yani onlar. Ne yapacağınızı onlar söyleyecek siz yapacaksınız. Yoksa yandınız. Sizlerin bu mevzuda konuşmanız bile bizim kriterlerimize uygun olması lazımdır diyorlar. Ülkemize dayattıkları insan hakları masalı bunun göstergesi. Soykırımın en büyüğünü kendileri yaptılar. İnsan haklarının çiğnenmesinin en büyüğü onlarda.

1940’lı yıllardan beri Avrupa Ortak Pazarı lafı ile girdikleri ülkemize verilen oyalama vaatleri ile hala kapıda bekliyoruz. Bunun anlamı nedir? “Sizi istemiyoruz.”

Başından beri istemediler zaten. Avrupa ve Amerika nereyi işgal etse bunun adı demokrasiyi getireceğiz yalanı ile başladılar. Bıkmadık mı bu yalanlardan? Ülkemizde bir zamanlar “6’ncı filoya hayır”, “Amerika’ya hayır” diye ülkeyi biri birine katanlarda çıt yok. Neden? Düşünelim biraz. Neden?

Geçenlerde bir yerde okudum. Yazan diyor ki “İngiltere adada üs istiyormuş.”

Adada zaten İngiliz askeri üssü var. Garantör devletlerden biri de onlar. Biraz dikkat bu işi çözer. Hangi akla hizmettir anlamadım. Ne demek istiyor onu da anlamadım. Adamlar bizi Kıbrıs’ta savaştırdılar. Kıbrıs’ı ikiye böldüler. Yunanistan’ı bu savaştan sonra baştan aşağı revizyona tabi tutup yeniden dizayn ettiler. Kıbrıs’ın güneyini de Avrupa Birliği’ne alarak kendilerine kattılar. Taksimat bitti. Şimdi Kuzeyin işini bitirmeye uğraşıyorlar. Orada İngiltere var, Yunanlılar var. Fazla olan Türk Askeri, Türkiye...

Son toplantıda ne istiyorlar? “Türk askeri oradan çıksın. Biz buradaki Türklerle işimizi hallederiz.” Birinci Dünya Savaşından evvel Avrupa’da kaç imparatorluk vardı? Osmanlı- Avusturya Macaristan -Germen Alman ve İngiltere. Savaştan sonra kim kaldı? İngiltere…

Diğerlerini bitirdiler. Savaşın esas sebebi ne imiş? Bu. Sonra İkinci Dünya Savaşı. Kalan son imparatorluk Japonya’yı bitirdiler. Tek imparatorluk bıraktılar İngiltere.

Daha sonra Yeni Dünya Düzeni söylemi. Bana göre bu lafta “herkesin tek yere İngiltere’ye veya onu da idare edenlere hizmet etmesi gerektiği” anlatılmakta...                                                                                          Sözlükte şöyle tanımlanmış bu sistem. 

Yeni Dünya Düzeni, monarşileri yıkmayı ve dini inançları yok etmeyi, ulus devletleri ve vatanseverliği sonlandırarak totaliter bir tek dünya devleti kurmayı planladığı öne sürülen, faaliyeti ya da varlığı tartışılır fakat elde edilen bilgiler tam değerlilik kazanmamış olan bir teori.

Aynı teorinin bir uzantısı olarak Rockefeller ailesiyle özdeşleşen illüminati zihin kontrolü ve bilinmeyen ya da gizli olan sistemleri uygulayarak, hükümetleri ve kuruluşları ele geçirerek yenidünya düzeni kurmayı planladığı iddia edilen örgüt olup yine bir görüşe göre de illüminatinin bilinenin aksine, karanlık ve bilinmeyen organizasyonların yöneticisi olduğu düşünülmektedir.                 

İslamiyet’in, ulus devletin vatanseverliğin son kalesi Türkiye...

Dünyanın en büyük köprüsü. Kim nereye gitmek isterse istesin bu köprüden geçmek mecburiyetinde.

Başka köprü yok. Onun için bütün dertleri bizimle. Ne dersiniz? Türkiye buna izin verecek mi? Vermeyecek mi? İşte bütün mesele burada... Yeter ki biz sağlam duralım. Gerisi kolay.