Sapanca Gölü’nün bölgemize ve ilimize Mevla’nın bir büyük lütfu olarak görmem, 1970’li yılların ortalarına doğru ilk kez Avrupa ülkelerine seyahate çıktığım günlere rastlar...
Oralarda Sapanca Gölü’ne benzer göller gördüm.
Etrafına yapılan tesisleri, konulan yasakları ve gölün temizliği konusunda halkın hassasiyeti, beni düşünümde “dünyanın en güzel göllerinden biriyle iç içeymişiz de haberimiz yokmuş” düşüncesine götürdü...
Gazeteciliğe başladığım ilk yıllarda ele aldığım iki konudan biri Sapanca Gölü, diğeri de futbol idi...
O günden beri hep ilgi alanımda oldu Sapanca Gölü...
Bu sürede gölle ilgili ara sıra sevindirici, ancak çoğunlukla üzücü haberlere, olaylara rastladım.
Ve...
O güzelim gölü tüketerek değil, elbirliğiyle kirleterek bugünlere getirdik...
Şimdi gölle ilgili bilen de bilmeyen de konuşup yazıyor...
Gölden sorumlu belediye meclisi üyesi ve başkan vekili olarak 1994-99 yılları arasında görev yaparken yaşadığımız bir olay geldi aklıma...
Esentepe’de, gölden terfi istasyonuna su taşıyan boru desteğini yitirip dibe çökünce, çeşmelerden su yerine koyu gri renkte, dünyanın en pis kokulu sıvısı akmaya başlamıştı...
Konutlar, işyerleri kokudan kırılıyordu adeta...
O pis koku, tüm şehri kaplamıştı neredeyse...
Çeşmelerden sadece bu kirli sıvı akmıyor, birtakım hayvancıklar da çıkıyordu...
İşte böyle sıkıntılı bir ortam oluşmuştu...
Belediye bu vahim durumdan bir an önce kurtulmak için boruyu, yüzeye yakın bir yere taşımak suretiyle bataklıktan çıkarıp şehre su vermeye başlamıştı.
Suyu temizlemek için de, seri şekilde bugün Maltepe’de mevcut bulunan arıtma sistemi devreye sokularak şehre temiz su verilebilmişti...
İşte bu hadise, bize bugün gelinen tükenmişliğin en önemli sebebini ortaya koyuyor aslında...
Bazıları tutturmuş, “Dereler üzerine su istasyonları kurulunca gölün suyu azaldı” diye...
Oysa derelerden gelen su, koca göl için “denizde bir damla” hükmündedir...
Sapanca Gölü’nün en çarpıcı özelliği dipten kaynayan bir göl olmasıdır...
Gölün dibi, yadsınamaz rakamlara varan kalın, kirli, yağlı ve iğrenç bir kimyasal atıkla kaplanmış bulunuyor.
Bunun farkına o zaman varmıştık...
Yağmur yağmasa ve dereler kurusa da, göl kendini muhafaza ederdi eski yıllarda...
Muhafaza bir yana taşardı ve Çark Deresi gürül gürül akardı...
Bunun nedeni dipten kaynamayla gelen pırıl pırıl tatlı ve tertemiz suydu...
İşte o kaynağın üstü örtüldü... Göl alttan nefes alamadı...
Adım adım ölüme gitti...
Ayrım yapmaksızın bundan en yetkilisinden en yetkisizine kadar gölü kirleten herkes sorumlu ve suçludur...
Bugün bu haliyle ayakta duruyorsa göl, bilin ki kıyıda köşede sızan sular sayesindedir...
İstanbul Büyükşehir Belediyesi denizin tabanını temizleyerek, çıkan atıkları ve pisliği teşhir ediyor...
Biz acaba gölün tabanını kaplayan o iğrenç tabakayı yer yer temizleyip göle can suyu katacak kaynakları yeniden harekete geçirebilir miyiz, bilemem...
Ancak göl onun bunun değil, topyekun halkımızın ve yönetenlerin kusuru, ihmali ve vurdumduymazlığı ile bu hale geldi...
Bunun vebalini taşımak sanıldığı gibi hiç ama hiç kolay değil...
Peki ne zaman bu yükten kurtuluruz ve “göl bizi ne zaman affeder?”
Sanırım o zaman atarız kulacı sularında yeniden ve dayarız ağzımızı içeriz kana kana suyu çeşmelerden...