Gençken kelimelerle güzel oynuyordum. Öyle sanıyorum ya da.

Eczacı Engin'le bir gün iddialaştık da, her kelimesi K ile başlayan bir şiir söyleyiverdim ayaküstü.

Maksad eğlence olsun.

"Kimse kaçamaz kaderinden

Kan kokusuna koşar kurşunlar

kurtulup katilin kelepçesinden"

Bu kadarını hatırlıyorum şimdi.

Fena da sayılmaz.

Hatta Şekspiryen bile sayılabilir.

Bir de Zafer'deki yazılarıma ilginç başlıklar koyuyorum ki, onlar da bu şiirimsiler kadar eğlenceli.

Misal, "Kendini Öldüren Hapse Girmez".

Engin katıla katıla gülüyor.

"E tabi hapse girmez. Ölmüş oğlum adam zaten" diyor.

Ben şakacıktan kızıp köpürüyorum.

"Sen sanattan ne anlarsın. En uzun yazın 8 satır. Senin aklın ermez büyük yazarların işine" mi diyorum kim bilir.

Selim Gündüzalp genel yayın yönetmeni.

Dergide biz biraz fazla kaynatınca, kim bilir gençliğimizin hangi tarafına ve hangi mesnedsiz sebepten kafayı takıyorsa, "Oynama kelimelerle" diyor.

Aaaa...

Altta kalır mıyım!

"Ne demiş Montaigne?" diyorum, "Kelimelerle oynayamıyorsan, git evine oyuncaklarınla oyna."

Engin katıla katıla gülüyor, çocuklar, kim varsa o anda, onlar da katılıyor (bu katılma, gülme değil iştirak Enginciğim, Hüseyin Abi için yaptım yine) ve Selim Gündüzalp kovuyor bizi maç yapıyorsak Serdivan'da çayırdan, odadan, dergiden.

Kolay mı yetiştik ey ahali?

Şimdi bunları saçma sapan niye yazıyorum otobanda bir mola yerinde arabanın içinde?

Gelelim o vakit zurnanın zırt dediği yere.

On yedi yaşımızda eğlence diye yaptığımız ve bundan bile utandığımız şeyleri, elli yaşına gelmiş akranlarımız ciddi ciddi yapıyor.

Siyasetten, iş dünyasından falan örnek getirmeyeceğim.

Otobanda, üçüncü şeritte 110 km hızla gidip, dikiz aynasına bakma zahmetine katlanmayan, üstelik araba kullanırken telefonla da konuşabilecek kadar zeki olduğuna kani gamsız yol tıkayıcılara selektör yapmaktan bıktım usandım.

Memleket sadece otobanda değil maalesef her alanda, dikiz aynasından kendi insanına, milletin beklentilerine, tarihe, bilime, dünyaya, geleceğe, yarının dünyasına göz ucuyla bari bir defacık olsun bakmayan yol tıkayıcılarla dolu.

Geçen gün bunlardan kendini filozof sanan bir meşhur, köylü teyzenin "barnak" demesinden yola çıkarak, "barnak = barmak = varmak" sonucuna ulaşmış ve diyor ki, akıllı telefonları kurcalayıp duran "parmak = barnak" aslında varmak, ulaşmak demek.

Ahhhh ahhh.

Son otuz yılda Nurettin Topçu'lardan, Peyami Safa'lardan, Tanpınar'lardan, Sezai Karakoç'lardan, İsmet Özel'lerden buralara düştük işte ey benim canım muhafazakarım.

Benim K'lı şiir bu herzelerin yanında fazla Şekspiryen değil mi diyorsunuz?

Madem kelimelerin bir manası yok, önüne gelen filozof oluyor, ben de yapayım hemen, filo filden geliyor, filo yani fil gibi büyük, filozof da filodan geliyor, büyük düşünmek demek, filo halinde düşünen adam, fil, filo, filozof...

Son olarak şunu da diyeyim ve yoluma devam edeyim:

Sedat Kirtetepe Caddesi'nin adı ne olsun diye anket de yapılıyor madem, hazır adam yerine konmuşuz ve bir oy hakkımız var, hiç ikiletmiyorum.

DEMOKRASİ.

Evet, DEMOKRASİ CADDESİ olsun!

Hem hiç yok hem de çok lazım.