Herkesin övüneceği bir tarafı vardır mutlaka. Kimi güzelliğiyle, kimi parası puluyla, kimi evi barkıyla, kimi gücü kuvvetiyle, kimi aklıyla, kimi çoluk çocuğuyla, tenhadır artık ama kimi de ahlakıyla, doğruluğuyla övünür.

Benim ne övünecek kadar aklım, ne servetim, ne gücüm ne de ahlakım var. Fakat bendeniz, bir konuda tevazu gösteremeyeceğim, şiir sevmekle övünürüm.

Bir ışık gördüğü şanslı kimselere Müşfik Kenter’in sesinden Orhan Veli kasetleri hediye eden Eczacı Mehmet Toplar üstadımız, her şeyden anladığımı fakat şiir okumaktan anlamadığımı üzülerek ama yüzüme karşı bazen de resmen arkamdan söylemişse de bunun şiiri bağıra bağıra ya da her kelimesini aynı manasız makamla okuyan meşhur şiircileri aşağılamamla ilgili olduğunu da belirteyim.

Sevmek hakkında bir sözüm olacaksa şiiri severim. Anladığım bir şeyden söz edeceksem güzel şiirden anlarım.

Her güzel şey gibi mutlaka doğuştan ve yine de öğrenilen bir şeydir şiiri sevmek, şiirden anlamak. Hepimizin edebiyat ve insan sevgisinde temel çivilerini çakan, içimizde incelikler büyüte büyüte, yüzünde bir evliya gülümsemesi ile yaşayan, Atatürk Lisesi’nin unutulmaz Edebiyat Öğretmeni Sevim Hoca’nın, hayatını kitapların en çok da şiirlerin arasında sürdüren, üzüntülü gençlik günlerimde ağır uyuşturuculara müptela olmamı damarlarıma kitapların binlerce yıllık şifa usarelerini zerkederek önleyen Selim Gündüzalp’in, “Sen şairsin, unutma bunu” diyen o beyefendi, o zarif, o gerçekten kültürlü İstanbul Beyefendisi, doğduğu şehirle ve adıyla Sait Faik’le “adaş” Adapazarlı Faik Baysal’ın, elbette dünyanın en güzel şiirlerini Bulvar’lar boyunca, manolyalar boyunca, geceler boyunca bir aşk ve erdem cephaneliğinin infilak sesleri ve ışıklarıyla süsleyerek ezberden okuyan Selahaddin Şimşek’in öğrencisiyim ben.

Şiirleri mekanlarla birleştirir, onlara yurt edindirir, daha doğrusu kurdukları anlamlar, duygular otağının çevresini, ışığını, rüzgarını duyarım. Kolay değildir bir şiiri böyle duymak. Şiiri duymak, hayatın kalp atışlarını duymaktır. Allah’la tabiat nerede ayrılırlar, nerede aynıdırlar anlamak imkansızlığının tek doğru cevabıdır o kalp atışları.

Ziya Osman işte benim böyle okuduğum baş tacı şairlerimdendir. Tıpkı Sait Faik’in gönül tahtıma kurulmuş bir hikayeci şair olması gibi. Ziya Osman şiirlerini, mesela, mor salkımlı bir duvarın önünden geçerken okumak ister gibi Meserret Oteli’nde okumak isterim. İstasyonda beni bekleyen bir paytonun beni yağmur altında Meserret Oteli’ne götürdüğü, siyah kargaların çınar ağaçlarına sığındığı kül karanlık bir günde, kül karanlık bir Adapazarlı yağmur gününde.

Meserret bugün bir yayınevidir. Hem de, çınarlarına kargalar üşüşen İstasyon Caddesi’nin hemen arkasında, bakın nasıl da güzel bir hayat kafiyesi, evet Sait Faik Sokak’ta, “Sarı Ev”de hazırlanıyor Meserret kitapları.

Meserret’ten çıkan kitapların sayıları şimdiden 12 olmuş. Sırada yeni yeni kitaplar var. Meserret’e emeği geçenler dostlarımızdır. Fahri Tuna ve Ercan Yılmaz. Senelerdir, kültürü, sanatı, bir bayrak gibi rüzgarlandırıyorlar bıkmadan usanmadan. Emeklerinin karşılığını, bir edebiyat klasiği olan, öldükten sonra kıymeti bilinmek adlı bir kitapta okuyacağız. Yayınevinin kurucusu İsmail Aydın, Değişim Yayınları’ndan sonra şimdi de Meserret’i bu sanatkar mizaç yani hesap kitap bilmez yani hesapsız kitapsız seven bu çılgın kimselere rağmen ayakta tutmaya çalışıyor. Allah ecrini arttırsın.

İsmail Aydın’la çalışmışlığım vardır. İlk kitabevi Değişim’in ilk tezgahtarı benim. O dükkanın önüne bir tabela koyup haftada bir o tabelaya aforizmalar, özdeyişler yazan bir hayalperest. O vakitler, yani henüz 90’ların başında kitaplar ve yazılar bizim ifade biçimimiz, kendimizi tanımlama alanımızdı. Evet, okumakla ve okuduklarımızı yaşamaya çalışmakla gönendiğimiz, donandığımız asude günler. AVM’ler, meclisler, yönetim kurulları, başkanlıklar, bakanlılar, villlar ve lüks arabalardan az önce. Dilerim Değişim’in önündeki tabelalara yazdıklarımın Meserret’e giden yolda azıcık katkısı olsun.

Meserret’i bilmem ama Serhat Demirel’in şiirli hayatında katkım var. Ne mutlu ki bunu ben iddia etmiyorum, kendisi söylüyor. Meserret’ten daha dün çıkan ilk kitabının haberini alır almaz yazdım: “Erguvanlı bir bahçe / Mor salkımlı bir duvar…” İlk kitabının Ziya Osman kitabı olması ne güzel ne anlamlı sevgili kardeşim, değerli hocam. Ziya Osman şiirleri gibi kafiyeli, ahenkli, kıymetli kitapların peş peşe gelir inşallah. Darısı Cahit Sıtkı kitabının başına.”

Serhat’ın cevabı şiiri boşuna sevmediğimi söylüyordu, şiiri yani insanı. “Ben senin gibi hakkını vererek anlatamam belki hiçbirini ama yıllar önce Mavi Tren’in yemekli vagonunda Arifiye’den Ankara’ya kadar sırf Cahit Sıtkı okuyup konuşarak yaptığımız o yolculuktan bir şeyler kalmış demek ki içimde. (Tabii sen anlatmış ben dinlemiştim daha çok.) Şiiri sevmek, şiirden anlayan bir ağabeyi olduğunda insanın, ne kadar kolay aslında.”

Şiirden anladığımı söylemiştim. Bir şeyden daha anlarım. İnsandan. İnsana da hep şiirmiş gibi baktım ve güzel olanlarını hemencecik anladım. En iyilerini ezberledim. Serhat bunlardan biriydi. En iyilerinden biri.

Başkalarının sırtından bu kadar övünme yeter. Serhat’a gerçeği söylemem gerekiyordu, söyledim. “Serhatçığım, öncelikle estağfurullah ve rica ederim demem gerekiyor. Rahmetli Selahaddin Ağabey (Şimşek) (Ustalık ustasını seçebilmektir) derdi. Yani o tren yolculuğundan buraya varmak elbette senin ustalığın. Sen şiirden anlamasan, o tren yolculuğundan ne anlardın ki. Öyleyse ikinci kitabın Cahit Sıtkı hakkında olsun. Adı da Dünyası Kalbinden Büyük olur belki.”

Serhat Demirel’in ilk kitabı “Evi Dünyadan Büyük” arka kapak yazısını Hilmi Yavuz’un yazmış olduğu hem şanslı hem değerli bir kitap. Bu kadar lafı o harika yazıdan söz etmeden yerimizi doldurmak için yazdım elbette. Hilmi Yavuz, (ki kendisi en çok yakışandır şiirimize) 1996’da Telve’ye konuk olduğundan beri hocamız, büyüğümüz ve kendi tevazuu sayesinde dostumuzdur. Hem Aysun’la benim hem de Nalan’la Serhat’ın nikah şahididir. Behçet Necatigil gibi Ziya Osman’ın da şiirimizin “saklı su”yu olduğunu söylüyor Hilmi Yavuz, Serhat’ın kitabı için yazdığı yazıda. Kıskandım mı? Evet. Serhat için “arkadaşım” diyor o yazıda. Siz olsanız kıskanmaz mısınız?

Yaa Serhatçığım, işte böyle, senden hiç bahsetmeden ilk kitabın hakkında bir yazı yazma başarısını gösterdiğimin farkındasındır. Koskoca Hilmi Yavuz senin arkadaşın, benim değil nihayet.

Sevgili şiir sever okur, kitabı anlatmadığıma bakmayınız, onu da bilerek yapıyoruz, kitabın güzelliğini gölgelemeyelim diye. Sakarya Üniversitesi’nin genç hocalarından Serhat Demirel’in Ziya Osman Saba’yı anlatan kitabı “Evi Dünyadan Büyük – Ziya Osman Saba Şiirinde Ev İmgesi” bir araştırma inceleme kitabı ama sakın akademik katılık ve kurulukla malül olduğunu sanmayınız. Alınız, şiir gibi okuyunuz. Ben de okuyacağım. Hem de bu kitap için yine bir trene bineceğim ve Ziya Osman’la yine Yemekli Vagon penceresinden, “Çocukluğumda uçurttuğum uçurtmalar olacak / Bacalara takılan şu beyaz bulutlar; / Belki de rüzgârda namaz bezidir. / Yüzüne hasret kaldığım anacığımın!”diyen  Cahit Sıtkı’nın şiirlerindeki beyaz bulutlara bakacağız birlikte.