Cümleye merhabalar…
Hayırlı ve bereketli günler inşaAllah...
Hani derler ya:
"Görenedir görene, yoksa köre ne?"
Haydi bakalım, açalım gözlerimizi...
Görelim, ne sürprizler bekliyor bizi...
...
Efendim…
Uzunca sokağımızın bir köşesinde yaşlı erik ağacımız…
Biraz gayret gerek onu görmek için…
Her gün merhabalaşırız...
Meyveleriyle bizi besler, yapraklarıyla sıcak günlerde gölgelik eder…
Kuşlara, börtü böceklere, kedilere, hasılı cümle mahlukata karşılıksız hizmet verir...
Bu vefalı tavrına hayran kalırım, bir dostu kucaklar gibi, bazen de gider kucaklarım...
Şükrümü sunarım Rabb'ime onun diliyle, onun eliyle... 
O da hayatımızın şuracıkta bir parçası...
Yerinde durur kımıldamaz…

Çarşı pazar dolaşmaz…

Gün içinde telaşı, acelesi ve yarınlar için de rızık endişesi yoktur… 
Ne lazımsa her şey ayağına gelir, tevekkülün sırrına erdiği için gönderilir… 
Işık mı lazım, güneş etrafında döner…

Su mu gerek, yağmur binlerce metre yukarılardan imdadına yetişir… 
Her yanı taştır, betondur ama o, incecik kökleriyle toprağa derdini anlatır ve dinletir de…
Allah namına, Rahman namına, Onun adına der, rızkına ulaşır… 
Tezgâhını kurduğu yer, hiç elverişli olmasa da, sessiz bir fabrika gibi çalışır durur orada…
Tam bir teslimiyet ve tevekkül içinde… 
Sonra, vakti geldiğinde bir mucize yaşanır…
İnsan olan insanı hayrette bırakır, ağaç denilen odundan meyve çıkarır Rabbimiz…
O tatlı, sulu ve sarı eriklerini Rahman namına sunar hepimize...
Millet ayırmaz, dil seçmez, renk tanımaz, dil bilmez meyve verir herkese…
...
Geçtiğimiz yıllardan birinde, üzerinde son kalan birkaç yaprak ve birkaç meyve, Aralık ayının bitimine kadar varlığını sürdürdü…

Ardından yine tomurcuklanmaya başladı hemen…
Kısacası durmak yok, faaliyete devam...
Her an, Rabbimizin sayısız güzel isminin tecellisine mazhar olmaya yine devam etti…
Yaz kış hizmet verir…

Kurur ayrı güzel, yeşerir ayrı güzel…
Çiçeğe durur, meyve verir, her hali ayrı güzeldir…
Ders verir bize:
"Kuru dallarıma can veren Allah, bir gün sizi de böyle haşredip, diriltecek… Toprağa girip kaybolmak, çürüyüp gitmek yok, orada unutulmak yok" der…
Çoğu insan tarafından meyve verdiğinde fark edilir erik ağacımız...
Gözümde bir ana gibidir...
Vefalıdır, cömerttir, şefkatlidir...
Yaradan’a karşı görevini yapmış olmanın huzuru vardır onda mütemadiyen…
Biraz ötesinde diğer meyveli ağaçlar, dutlar da var...
Bu da dikkatimi çeker durur…
Aralarında ne kavga çıkar, ne dövüş olur…
Birbirlerini geçmek gibi dertleri de yoktur, aralarında bir rekabet, bir yarış da yoktur…
Hepsi birbirinin hakkına saygılıdır...
Bir arada yaşarlar, sarmaş dolaş ve kardeşçe…
Bazen söylenir dururum kendi kendime:
"Biz bu mübarek vatan evlatları, biz ki, Yaradan’ın güzel kulları. Bari ders alsak şu erik ve dut ağaçlarından. Hep birlikte yaşamayı öğrensek. Hep bir arada sarmaş dolaş ve kardeşçe…"
...
Bir gün kesmeye kalktılar erik ağacımızı…
Müdahale ettik, kurtardık çok şükür hoyrat ellerden…
Onun bir şeyden haberi yok ama hakkı var üzerimizde…
Bu kadarcık da olsun…
Ne yani dost elimizi de uzatmayalım mı şu kara günde?
Bunu da bilesiniz…
Erik ağacım hakkını helal et…
Alan olmuş olmamış, sen dersini vermeye devam et…

AYAKKABICI ALİ USTA

Bizim sokağın insanları bir başkadır…
Pazar Geçidi Sokağı, bizim sokağımızdır…
Tam da adı gibidir yani…
"Bizim sokak…"
Bir sıcaklık vardır hem esnafında, hem de o sokaktan geçen insanlarda…
Sabahleyin kısmet kapısı erkenden öğrenci sesleriyle açılır sokağımızın…
Sabahı getiren bu sesleri dinlerim bazen…
Sonra Kömürcü Kemal abinin, Nalbur Ali ustanın kepenk sesleri gelir...
Saatin kaç olduğunu yattığınız yerden bu seslerle anlarsınız...
Bir de, elinde tablasıyla geçen simitçimiz vardır…
Tam da 12.00 civarında…
O da Yenicami saat ayarındadır mübarek…
Her renkten sesler var sizin anlayacağınız…
Her telden nağmeler, gönlü güzel insanlar vardır…
Yurttan sesler korosu sanki…
Falsosuz sesler, bu sokakta insana apayrı bir huzur verirler…
Büyükçe bir evin; her biri ayrı ayrı odalarında oturan ama hepsi de aynı ailenin fertleri gibidir benim gözümde bizim sokağın insanları…
Neşesi yerinde, kahkahası bol her çeşit insan modeli...
Bunlardan biri de sevgili abim, ayakkabıcı Ali Usta…
İsmi üstünde, işinin ehlidir…
Arada sırada hayata küser, naz eder…
On dakika sohbet, bir çay işi tamamdır…
Eski sazlardan olduğu için, ayarı kolaydır...
Bu gün ondan dinlediğim taptaze bir hatırayı paylaşalım sizlerle…
...
Efendim…
Ali ustamızın devamlı soğuğa maruzdur elceğizleri...
O gün ayakkabı tamir etmekten de epey çatlamışlar...
Gündüz neyse de, gece yarısı ellerindeki sızılar artmaya başlayınca, can havliyle yataktan kalkmış, krem aramış...
Yengede evde yok…
Neyse arayan bulur derler...
O da, gece yarısı uyku mahmurluğu ile bulduğunu sürmüş ellerine…
Ağrıları geçmiş, şifa bulmuş çok şükür…
Sabah kahvaltıda yengeye durumu anlatmış:
"Ellerim çatlaktı, gece yarısı sızlayıp durdu, dayanamadın dolabı açtım, baktım ufak mavi krem kutusu gibi bir şey gördüm. Ellerime sürdüm iyi geldi, rahat uyudum" demiş...
Yenge başlamış gülmeye:
"Ne gülüyorsun?" demiş Ali Usta…
Yenge:
"Yahu bizim çocuğun, ta ne zamandan kalma saç jölesiydi o" demez mi…
"Ama ellerime iyi geldi" deyince…
Yenge hanım:
"İyi o zaman bu gece de sürersin" demiş...
...

Ali Ustamıza şifalar diliyoruz…
Alternatif tıp alanında çığır açmış...
Yakında yeni müşterileri kapısında görürse hiç şaşmasın...

SELAM… BİR AVUÇ TİVİT

Şahı Nakşıbend'e

"Soy silsileniz nereye varır?" demişler.

"Soy silsilesiyle kimse bir yere varamaz!" cevabını almışlar.

...

Bugün şarkta uyandırmak istenen fitneyi önlemenin tek yolu,

bu milletin fertlerini İslam kardeşliği ile birbirine raptetmekten geçer.

Alaaddin Başar

...

Koşma yavrum.

Neden?

Ayakkabın eskir.

Öyleyse oturayım.

Olmaz.

Neden?

O zaman da pantolonun eskir.

Bu fıkra cimri baba ile çocuğu arasında geçse de.

Tam olarak nefsimizin halidir.

...

"Şefkat ve Merhamet nedir?"

"Merhamet de, sende olanı, senden daha mahrûm olana ikrâm etmendir."

"Nasıl?"

"Nasılsız ve niçinsiz?"

...

Annemden bir dua:

Güzel günler gör.

Hayatta hep ileri git.

Amin inşaallah.

 

LEBLEBİDON

Bir hatıra da rahmetli Ağrılı Arslan kardeşimizden olsun:

Efendim...

Arslan kardeşin annesinin başı ağrır...

"Oğlum sende optalidon var mı?" diye sorar…

O da naçar, elini cebine atar, bir leblebi çıkar…

Bir bardak suyla beraber annesine verip:

"Bismillah deyip, içiver" der…

Annesi az sonra:

"Oğlum, verdiğin hap bana iyi geldi. Neydi o, optalidon muydu?" der…

Arslan kardeş gülümseyerek cevap verir:

"Hayır anne o optalidon değil, leblebidondu…"

...

Şifa Allah'tan olunca…

Bir sebep halkeder, biiznillah iyi eder…

Her derdin devası vardır…

Hüner onu bulmaktır…

...

Bu arada şu anekdotu da Bediüzzaman'ın

Lem'alar adlı eserinden hastalar risalesinden okuyup hatırlayalım inşallah:

"Hastanın duasının makbuliyeti ehemmiyetli bir meseledir. Ben otuz kırk seneden beri, bendeki kulunç denilen bir hastalıktan şifa için dua ederdim. Ben anladım ki, hastalık dua için verilmiş. Dua ile duayı, yani, dua kendi kendini kaldırmadığından, anladım ki, duanın neticesi uhrevîdir, kendisi de bir nevi ibadettir ve hastalıkla aczini anlayıp dergâh-ı İlâhiyeye iltica eder. Onun için, otuz senedir şifa duasını ettiğim halde duam zâhirî kabul olmadığından, duayı terk etmek kalbime gelmedi. Zira hastalık duanın vaktidir; şifa duanın neticesi değil. Belki Cenâb-ı Hakîm-i Rahîm şifa verse, fazlından verir."

...

Cümle hasta kardeşlerimize maddi ve manevi şifalar diliyoruz inşaAllah..