YEĞENİ İSMAİL ALTAY:

“Molla Dayı’mın Anlattıklarının En Güzel Yeri, Adapazarı’nı Düşmanlardan Kurtardığında, Orhan Camii’nin Minaresinden Bizzat Okuduğu Hürriyet Ezanı’ydı”

Adım İsmail Altay. Şoförüm. Adapazarı Ozanlar semtindenim. 1936 yılında Kızılcaali Divanı Hocaoğlu Köyünden doğdum. 13 yaşımdan bu yana Adapazarı’ndayım.

Biz küçüklüğümüzden beri Halit Molla’ya Molla Dayı derdik. Bizi öyle alıştırmışlar. Molla Dayı aşağı, Molla Dayı yukarı. Kardeşi Zekeriya Akın’a da Zekera Dayı derdik. Molla Dayı’mla aynı divandanız. Kızılcaali Divanı’ndan. Çocukluğumuzda dokuz köy Kızılcaali, tek muhtarlıktı. O Sıraköyü’nden biz Hocaoğlu. Yürüme yarım saatlik mesafe var köylerimizin arasında. Patikadan tabii. İki cigara içimlik yol.

Babam Şükrü Altay ile Molla Dayı’m hala - dayı çocuklarıydı. Aşır Ali Dayı, Molla Dayı, Zekera Dayı’larımızın anaları Emine Hala, bizim baba ocağımız olan Altayların evindenmiş. Dolayısıyla, çocukluğumdan beri her Ramazan ve Kurban Bayramı, Molla Dayı’mla Zekera Dayı’mı bizim evde hatırlarım. İki kardeş her bayram analarının evini mutlaka ziyaret ederlerdi. Hele Zekera Dayı’mın yer sofrasında iştahla kurban eti yiyişini unutamam. İki kardeş de çok vefalı insanlardı.

Aynı şekilde, bizler çocukken; evin en büyüğü olan Faik Abim, sırasıyla beni, kardeşlerim Halil, Hanife ve Enver’i de yanına alır, topluca hepimizi, mutlaka her bayram, Sıraköyü’nde Molla Dayı’ma ve Ömerağa Köyü’nde Zekera Dayı’ma götürür, ellerini öptürürdü. Gerçekten de o bayramlar büyük şenlik ve mutluluk içinde geçerdi. Bizim Molla Dayı ve Zekera Dayı’nın ziyaret edilmediği bir bayramımız geçmemiştir. Bizler büyüyüp evlenip barklandıktan sonra da eşimizi çocuklarımızı alıp onlara her bayram gitmeye devam ettik. Ta ki onlar vefat edene kadar.

Molla Dayı’m Orta Boylu Bir Adamdı; Ama Duruşu, Yürüyüşü Çok Heybetliydi

Molla Dayı’m 1.68-70 boyunda, ufarekçe, ama geniş omuzlu, pehlivan duruşlu, sağlam yapılı, beyaz benizli, siyah gözlü biriydi. Vücut olarak çok heybetli ve iri değilse de duruşu, yürüyüşü hakikaten çok heybetliydi. Hani ağır molla dedikleri türdendi. Kalabalıkta, bir cemiyette oranın liderinin, ileri geleninin Halit Molla olduğunu hemen fark ederdiniz. Herkes ederdi yani.

Zekera Dayı’m ise abisinden az daha uzun ve yapılıydı. Belki 1.75-77. Daha açık tenli ve mavi gözlüydü. O da abisi gibi ağır başlı ve ciddi görünümlüydü. Kolay konuşan biri değildi. Ciddi adamdı Zekera Dayı’m da.

İki Kardeş Hep Beraber Gezerlerdi. Zekera Dayı’m, Abisi Molla Dayı’mın Her Zaman Yarım Adım Arkasında Dururdu

Onlarda iki şey daha dikkatimi çekmişti çocukluktan delikanlılığa geçerken ben: Hep iki kardeş, Halit Molla - Zekeriya Akın, birlikte geziyorlardı. İkincisi ise Zekera Dayı’m, Molla Dayı’mın daima yarım adım arkasından yürürdü. Bilmem saygıdan, bilmem ağabeyini korumak için, bilmem başka bir bildiği olduğundan.

1950-55 yılları. Bizler 14-15 yaşlarındayız. Kimimiz az daha küçük, kimimiz az daha büyük. Ama artık aklımız başımıza gelmiş yavaş yavaş. Uzun kış gecelerinde Molla Dayı’m biz yeğenlerini toplar, eskileri anlatırdı. Rum ve Ermeni Çetelerinin köylerimizi nasıl bastıklarını, onlara karşı önce üç kardeş kendilerinin, zamanla yavaş yavaş Kızılcaali ileri gelenlerinin, hatta eli silah tutan çevre köylülerin de katılmasıyla, iki yüz elli - üç yüz kişiyi aşan millî bir ordu kurduklarını, biz Zifler Altı deriz, kayıtlarda Seyifler diye geçer, orada Gavurlarla nasıl harp ettiklerini uzun uzun anlatırdı.

Uzun Kış Gecelerinde Ocakta Çıtır Çıtır Yanan Meşe Ağacı Karşısında Molla Dayı’m Kurtuluş Savaşı Anılarını Anlatırdı. Onu Dinlerken Kendimizden Geçer, Hiç Bitmesin İsterdik

Ocakta çıtır çıtır meşe odunu yanar, arada gara helva veya irmik helvası ikram edilirken, biz de masal dinler gibi huşu ve pürdikkat, Molla Dayı’mızın başından geçenleri dinlerdik. Çok güzel konuşurdu. Anlattıkları hiç bitmesin isterdik.

Yunan Gavuru, yerli Rum ve Ermeni çeteleriyle, hatta bazı içimizdeki hain çetelerle harp ede ede, Kandıra’yı, Kaynarca’yı, Ferizli’yi, Söğütlü’yü, Adapazarı’nı nasıl kurtardıklarını anlatırdı bir bir.

Anlattıklarının en heyecanlı yeri; çete olarak, bir akşamla yatsı arası, adım adım, Yunan Gavuru’na ateş ede ede derdi, Dağdibi’nden sonra Tekeler’den Kuyudibi’ne oradan Karaağaçdibi’ne, oradan Kömürpazarı’na nasıl geldiklerini anlatırdı.

Bizim Müslüman Türk ahaliden tek kişi bile yokmuş sokaklarda. Zaten yakaladıklarını da esir almış, kaçarken yanında götürmüş Rum Ordusu.

Anlattıklarının En Güzel Yeri, Adapazarı’nı Düşmanlardan Kurtarıp Bir Yatsı Vakti Orhan Camii’nin Minaresinden Okuduğu Hürriyet Ezanıydı

Anlattıklarının en güzel yeri, daha doğrusu benim için en heyecanlı yeri, Orhan Camii’ne geldikleri andı. ‘Bütün camilere, Tozlu, Ağa, Orta, Karaosman Camii, Yenicami… Arkadaşlarımı ezan okumaya gönderdim. Ben de Orhan Camii minaresine çıkıp Allahüekber, Allahüekber diye ilk ezanı okudum’ derdi. ‘Hürriyet ezanı’ derdi buna o.

Bazen de o günkü heyecana kapılır, aynı ses tonuyla ezanı okumaya başlardı. Biz gençler de zevkten ve mutluktan kendimizden geçerdik. Gözlerimiz dolu dolu dinlerdik Molla Dayı’mı.

Biz Yeğenlerine Öğütler Verir, Nasıl Davranmalıyız Hususunda Uyarılarda Bulunurdu

Biz yeğenlerine bazı tavsiyelerde de bulunurdu. Şunlar şöyledir, bunlar böyledir. Öğütler verirdi bizlere.

Anlattıklarının en heyecanlı ve gurur verici noktalarından birisi de köylerimizi basan, Müslüman Türk kadınlarının boynundaki altınları ve kollarındaki bileziklerini zorla alan, genç kızlarımıza tecavüz eden, bebelerimizi şişleyip öldüren cani Rum çetesini nasıl yakaladıklarını, Fındıklı Kilisesi’nde nasıl hapsedip sorguladıklarını, onları tek tek nasıl cezaya çarptırarak Müslüman Türk kadının ve bebeklerin kanını ve namusunu yerde bırakmadığıydı. Tüylerimiz diken diken olarak dinlerdik bu bölümü. Ama sonu mutlu biterdi.

Molla Dayı’mın Ailesi Oldukça Varlıklıydı. Kapısından Biri Keçi Diğeri Koyun Sürüsü İçin İki Çobanı Hiç Eksik Olmazdı

Molla Dayı’m çok gösterişsiz yaşardı. Tok gözlüydü. Hiç mal mülk düşkünü değildi. Aile olarak da çok varlıklıydılar zaten. Yüzlerce dönüm arazilerinin yanında yüzlerce koyun ve keçi sürüsü de vardı kendilerinin. Biri keçileri güden, diğeri de koyunları, kapılarından iki çoban eksik olmazdı hiç.

Molla Dayı’m varken bizler hiç geçim derdi endişesi çekmezdik. Ne zaman başımız sıkışsa hemen yetişirdi. Bazen bir kuzu gönderdiği bile olurdu. Bazen gelsinler artık diye haber gönderir, biz yeğenlerini yemeğe davet ederdi.

Halit Molla Kızılcaali’nin Tek Otoritesiydi. Onun Sözünün Üzerine Söz Olmazdı. Aynı Zamanda Adaleti Temsil Ediyordu

Halit Molla bizim Kızılcaali’nin tek otoritesiydi. Sanki padişahtı. Kraldı. O ne derse o olurdu. Kimse itiraz edemezdi. Onun sözünün üzerine söz olmazdı. O da zaten acele etmez, iyice anlamadan dinlemeden karar vermez, düşünür taşır hükmü koyardı.

Molla Dayı’m sağken kolay kolay mahkemeye gidilmezdi. Ona gidilir anlatılır, o da şöyle yapın der hükmü verir, işi tatlıya bağlardı. Aynı zamanda divanımızda, adaleti temsil ediyordu.

Çok Gür Sesi Vardı. Hoperlörün İcat Edilmediği O Devirde, Onun Sela ve Ezanlarını Komşu Köyler de Dinlerdi

Çok gür sesi vardı. O Sıraköyü’nden bağırır biz Hocaoğlu Köyü tepesinden duyardık. Hatiplar, Ahmetler, Ömerağa köylüleri de onun ezanını salasını duyardı zaten.

Tok gözlü demiştim ya. Kendisinden kaç kere dinledim. Savaş bitip Yunan Ordusunu Adapazarı ve İzmit’ten çıkarınca, onlarla işbirliği yapan yerli Rumlar da Yunanistan’a kaçmışlar. Karaağaçdibi, Kömürpazarı, Uzunçarşı’da onlardan onlarca ev ve dükkân metruk yani terkedilmiş hâldeymiş. Savaş ganimeti diyelim.

Adapazarı Kaymakamına ‘Biz Bu Memleketi Mal Mülk Edinmek İçin Kurtarmadık. Benim Hakkımı Garibanlara Dağıtın’ Demiş

O günün Adapazarı Kaymakamı kimse artık, Molla Dayı’ma, ‘- Bu şehri düşmandan sen ve çeten kurtardınız. Bu dükkânların evlerin hepsi senin. İster hepsini al, ister bir kısmını çetene dağıt, nasıl bilirsen öyle yap’ demiş. Molla Dayı’m da şu cevabı verdim derdi: ‘- Kaymakam Bey, biz bu memleketi mal mülk edinmek için kurtarmadık. Benim köyde yerim yurdum, koyunum keçim çok. Benim ve çetemin payına ne düşüyorsa; garibanlara, evi barkı olmayanlara dağıtın siz onları!’

Molla Dayı’m sadece savaş sırasında değil, savaş bittikten sonra da aynı kahramanlık duygularına sahip kişiydi. Ölene kadar hep aynıydı.

Molla Dayı’m Vali Bey’e ‘Bana Devlet Töreni Yapmayın’ Demişti. Bayram Tatilinde Ölünce de Kimseye Haber Verilemedi, İstediği Olmuş Oldu

Oğlu Necati Akın’dan işitmiştim: Halit Molla Dayı’mı, vefat etmeden üç beş ay kadar önce, Sakarya Valisi General Sedat Kirtetepe evinde ziyaret etmiş. Yenilmiş içilmiş. Vali Bey, Bir isteğin var mı diye sorunca da ‘Devlet töreni istemiyorum. Cenazemi alayı valayla, şaşasalı şekilde gömmeyin sakın’ demiş. Zaten Bayram biterken, Pazar günü ölünce de kimseye haber verilemedi. Tam da Molla Dayı’mın istediği gibi oldu.

anne sülalesi Altay Ailesi olarak Molla Dayı’m, Zekera Dayı’m ve çetesiyle gurur duyuyoruz. Fatihalar gönderiyoruz. Mekânları Cennet olsun. Ama adı bizim Ozanlar tarafında bir okula veya caddeye verilirse daha çok memnun ve mutlu olacağız.

*: İsmail Altay, 1936 Kaynarca Hocaoğlu - 2010 Adapazarı Camili. Önceleri şoför, sonraları börekçi. Halit Molla’nın dayısının torunu. Muhtelif sohbetlerde damadı Fahri Tuna’ya anlattıklarından.

Yarın: Halit Molla’nın Adalet Destanı