Türkiye bir kere daha terör sorunuyla baş etmeye çalışıyor.

Üstelik bu defa, artık bitti diye düşündüğümüz, anaların ağlamamasına, gencecik evlatlarımızın ölüm haberlerini almamaya alıştığımız bir barış döneminden sonra oluyor bu.

Tahammülümüz eskisinden daha az.

Sabrımız da öyle.

Sosyal medya paylaşımları şehitlerimize rahmet dilekleriyle dolu.

Facebook'ta da, Twitter'da da, şehit ailelerine başsağlığı mesajlarından geçilmiyor.

Şehit cenazelerinin fotoğraflarını paylaşıyor ve şehitlerimize hakkımızı helal ettiğimizi yazıyoruz.

Elbette iyi niyetli paylaşımlar bunlar.

Bir o kadar da, hükûmeti suçlayan, daha da ileri gidip hakaret eden, hatta küfreden paylaşımlar var sosyal medyada.

Az da olsa, tepkilerin ölçülü olmasını isteyen, belirten, tepkilerin terör örgütüne yönetilmesi gerektiğini ifade eden, PKK ile Kürt aynı şey değil diye uyaran mesajlar da var.

Halkın şehidlerini omuzlarda taşıması, büyük kalabalıkların caddeleri doldurması, terörü ve PKK'yı lanetlemesi, ülkeyi bu duruma getirdiğine inandığı çevreleri protesto etmesi de son derece tabii.

Benim dikkatimi çeken şey, terörü lanetlerken kullanılan dil.

Özellikle sosyal medyada ve cam çerçeve indiren, parti binası, gazete basan protesto eylemlerinde hakim olan nefret dili.

Türkiye çok büyük bir ülke. Çok güçlü bir ülke. Büyük ve güçlü bir devlet Türkiye.

Bugün başına gelenler ve yarın başına gelecekler de hep bu yüzden.

Türkiye'yi ekonomik bakımdan köşeye sıkıştırmak isteyenlerle, terörün arkasındaki karanlık güçler aynı adreste yaşıyor.

Şimdi istedikleri, siyasal ya da ekonomik baskılarla hizaya getiremedikleri Türkiye'ye terörle gözdağı vermek.

PKK nefretini Kürt kardeşlerimize de yöneltmek.

Terörün faturasını iktidara, hükûmete, Cumhurbaşkanına ödetmek.

G20 Zirvesi ve 1 Kasım seçimi öncesi Türkiye'yi iyice bunaltmak.

Düşmanın kim olduğu belli. Ne istediği de.

Düşmanın bu ülke ve bu millet aleyhine yaptıklarına karşı nasıl davranmak gerekir?

Sosyal medya paylaşımları dışında ne yapmak gerekir?

Benim düşüncem, siz ne düşünürsünüz bilmem ama, özellikle sosyal medyada nefret dilinden uzak durmanın hayatî derecede önem taşıdığı.

Sadece kendimizi gaza getirmekle kalmıyoruz, başkalarını da nefrete ve kargaşaya yöneltiyoruz.

Yangına körükle gittiğimiz sosyal medya paylaşımlarımızın yol açacağı gerçek yangınlara Facebook'tan itfaiye gönderilemeyeceğini unutmayalım.

Teröre karşı verilecek ilk tepki, nefreti dilimizden uzak tutmak, nefret dilini kullanmamak, nefret dilini yaygınlaştırmamak olmalı.

Dilin kemiği yoktur.

Savaşın da dilin kemiğinin kırıldığı bir toplumda barışla sonuçlanmasının imkanı yoktur.

Kürtler bizim kardeşimizdir.

PKK eşittir Kürt değildir.

Terör sebep değil sonuçtur.

Kuklayı değil kuklacıyı vuracaksanız sandıkta vuracaksınız.

Silahla değil, oyla!

Düşmanı sevindirmek istemiyorsanız, düşmanın açtığı yoldan gitmeyin.

Şehidlerimize ve bu ülkeye karşı ortak borcumuz, ayrılık değil birlik, nefret değil sağduyudur.

Bu millet hangi kararın şehidlerimizin ruhunu şad edeceğini bilecek kadar büyük bir millettir.

Türkiye artık teröristlerin başrole çıkarıldığı filmlerin gişede hasılat yapamayacağı kadar sinemadan anlayan bir ülkedir.

Biraz daha sabır. Ve sükûnet.

Bir de dilimize dikkat.

1 Kasım'da istediğiniz kadar sert konuşun. Mührü istediğiniz kadar sert vurun. Sosyal medyada değil, sokakta değil. Sandıkta!