Kurban kesen, bayram namazına giden herkesi, laiklik ve cumhuriyet karşıtı sanmak yahut Cumhuriyet yürüşüne katılan herkesi dinsiz ve Ak Parti düşmanı saymak… Temel sorun burada. Eğer, Türkiye’de siyasal tercihler üzerinden, inançlar üzerinden hak ve özgürlükler paylaşılacaksa, yarımız Bekir Coşkun okusun kalanımız da Engin Ardıç, olsun bitsin. Neden kafamız ısrarla bazı şeylere basmıyor acaba? Sebep “tamamen duygusal” olmasın?
Bayramda Twitter’da gördüm. Yılmaz Erdoğan açıklama yapmışmış, neden dizilerde ezan hiç okunmuyormuş. Yaşasınmış Yılmaz kardeşimiz.
Allah razı olsun Yılmaz Erdoğan'dan. Tam zamanında müdahale etmiş konuya. Yoksa Allah muhafaza ezansız kalırdık. Zamanlama en önemli şey, elhak. Doğru zamanda doğru yerde olmak gerçekten büyük sanat işi. Yılmaz Erdoğan da biliyorsunuz büyük bir sanatçımızdır. Soru: Yılmaz Erdoğan, Ferhan Şensoy’un yanında “çırak”ken neden söylemedi ustasına bu fikrini? “Ferhangi Şeyler”de, o dönemin dizilerinde, filmlerinde neden ezan yoktu? (Ayrıca nerden çıktı olmadığı? Şimdikinden daha çok olduğunu ispat edersem ne vereceksiniz? Sanki “Milli Sinema” akımını bunlar başlattılar, sanki Halit Refiğ’ler, Yücel Çakmaklı’lar yaşamadı Yeşilçam’da.) “Ferhangi Şeyler”de neden hala ezan yok? Yılmaz’ın “Noel Baba” olduğu “Neşeli Hayat”da da yoktu ezan. Var mıydı? Ne söylediğin kadar ne zaman söylediğin de belirler cesaretini sevgili Yılmaz Erdoğan.
“Mevlana (Hz. C. Z.) bütün dinlere gel dedi" diyor TV’de, magazin programında, bir manken. “Dinlere” gel demiş Hazret! Bak seeen! Konya Belediyesi sunucu yapmış kendisini. İsabet etmiş. Derin bilgisiyle ekrana çıktı ve Konya’daki etkinlik sayesinde reklam oldu. Az şey mi? Radyolar, televizyonlar, ağzının ucuyla "Rabbim, Allahım, İslam dünyası" diyen manken, şarkıcı, sunucu kaynıyor. Ezansızlıktan kurtuldu gerçekten sanat camiamız.
1996'da “Telve”ye çıkmamıştı Yılmaz Erdoğan. BKM'de arka kapıdan kaçarak çıkmıştı, randevumuz olmasına rağmen. Görüşmediydi yani, en azından oyununu seyreden ve alkışlayan Cihat Zafer’le. Necati Akpınar, “Görüşmek istemiyor” demişti. Neden? Şimdiki gibi değil, bayağı meşhurum o vakit, o da şimdiki kadar meşhur değil, kim olduğumu bilmez mi? Bilir. Bilir de, Samanyolu Televizyonu “cıss”tı o zaman. Okan Bayülgen'le ATV'de görüşmüştük, canlı yayından sonra. Seyircili programlarına yeni başlamıştı daha. "Bak kardeşim” dedi, “Dinci olmayan bir kanalda yap Telve'yi, ilk ben çıkayım"... Dönem hakkında dipnot: Mehmet Barlas çıktı Telve'ye. Yayından önce, misafir odasında, Samanyolu’nun üst ekibine "Ben Allah'a inanmam" demişti laf arasında. Bunu demeye neden gerek gördüğü değil de rahatlığı kalmış aklımda.
Neyse, "Ok atma ilmini unuttuktan sonra avcılığı bırakmışsın, neye yarar?” diyor Hazreti Mevlana. Bunlar, senin okunu, senin yayınla, sana çeker! Rahmetli Selahaddin Şimşek “Sen, dindar olmayı menfaat sağlayacak bir şey haline getir, bak herkes nasıl da dindar oluyor” derdi de, inanmazdım.
Cumhuriyet faşistlerine gelince… Bayramda seyrettim Osman Sınav’ın yönettiği filmi. Uzun Hikaye. Mustafa Kutlu’nun hikayesi. Aslında tam bir Türkiye klasiği. Aslında Türkiye’de demokrasi, Türkiye’de özgürlükler, Türkiye’de insan hakları, Türkiye’de insan malzemesinin acımasızlığı, yozlaşmışlığı “uzun hikaye” diye kısaca anlatılabilir.
Gemi azıya almış vandal siyasiler, onların hempaları, işbirlikçi, rüşvetçi memur takımı, “Hükumet dedikleri çatık kaşlı zat”a düğme ilikleyen cahil ve fakir halk, vatandaşı sömürmeyi birinci vazifesi bilen komprador eşraf, zenginin sofra peşkircisi aydınlar, bunların kuyruğu olmaktan başka çıkar yol bulamayan küçük esnaf. Politikada da, eğitimde de, ticarette de, diyanette de aynı hastalık, yöntem, menfaat arayışı şeklinde hep aynı küçük esnaflık.
Uzun Hikaye tam zamanında vizyona girdi. Cumhuriyet Bayramı kutlaması tartışmaları varken. Türkiye nereden nereye gelmiş ya da hala gelememiş! Çetin Altan'ın “Lanetliler Bahçesi” demekte ne kadar haklı olduğunu bir kere daha gördüm. Az cinayet işlenmemiş bu ülkede. Yazık. Uzun Hikaye'yi en çok Ak Partililer mi beğenecek, yoksa CHP’liler mi acaba diye düşünerek çıktım sinemadan.
Adalet ve kalkınma mı, adalet ve özgürlük mü daha acil? Sizce? Bence ahlak acil. Kıvırmayalım yani. “Emrolunduğu(n) gibi dosdoğru ol”alım. Dürüst olmadıktan sonra, ha sağcı olmuşsun Mussolini gibi, ha solcu olmuşsun Stalin gibi!