Eskiden karnelerde “Hal ve Gidiş” diye bir not olurdu.
Hala var mıdır bilmem...
Lakin bizim ne halimiz hal, ne gidişimiz gidiş!
Her yönümüzle sapır sapır dökülüyoruz.
Kendimizi dünya işlerine, dünya menfaatlerine ve zevklerine öylesine kaptırmışız ki çevremizde olan biten güzelliklerin dahi farkına varamıyoruz.
Şöyle bir etrafımıza bakmak bile gelmiyor aklımıza.
Baksak bile burnumuzun ucunu dahi göremiyoruz.
Aklımız bir karış havada, biz başka havalardayız, kâinat başka…
Çiçek açan ağaçlara, yerden biten lalelere göz ucuyla bile bakmıyoruz iyi mi?
Hiç hayrete düşmüyoruz bu güzellikler karşısında.
Ne cıvıl cıvıl ötüşen kuşlar dikkatimizi celbediyor…
Ne çiçekten çiçeğe vızıldayıp duran arılar…
Ağaçların haşmeti karşısında titremiyor hiçbirimiz.
Dallarında biten meyveler alelade bir olay gibi geliyor bize.
Hiçbirimiz kafasını kaldırıp da bulutların dansına bakmıyor.
Yıldızların ışıltısını, cırcır böceklerinin nidalarını idrak edemiyoruz bir türlü.
Koskoca bir uyanıştan, bir dirilişten hiçbir şey düşmüyor hissemize.
Varsa yoksa politika, futbol, magazin…
Varsa yoksa daha iyi bir iş, daha iyi bir ev, daha iyi bir araba…
Varsa yoksa dedikodu, gıybet, küfür kıyamet!
Ne kuşlar, ne ağaçlar, ne çiçekler, ne böcekler…
Varsa yoksa süs püs, şaşaa, debdebe!
Yanmışız biz ağam!
Ağam biz yanmışız çıra gibi.
Ölmüşüz biz de ağlayanımız yok.
Seçimler bitti, soğuklar da bitti.
Bahar geldi memlekete.
Belki farkında değiliz, belki havamız başka.
Aklımız bir karış havada belki.
Lakin bahar geldi memlekete.
Cennet-asa bir bahar geldi.
Tabii görebilene…