48 yaşında.
5 çocuğu var.
En büyük çocuğu evli; onun da iki çocuğu var.
10 kişi aynı evde yaşıyorlar.
Ev bir oda, bir salon…

Esnaflık yapıyor.
Ne bulsa onu satıyor.
Diyar diyar, şehir şehir geziyor.
İki kızı var, ikisi de okuyor.
Çocuklarının biri özürlü...
Diğer iki evladı da esnaflık yapıyor.
Ne bulsa, onu satıyor.
Kimi gün kemer, kimi gün sünger…

“Senin haberini yapayım” dedim.
İstemedi.
“Benim kimseye müdanam yok” dedi.
“Ben kendimi reklam etmem” dedi.
“Şartlar ne olursa olsun” dedi:
“Şükür halimize!”

Ve ekledi:
“Şimdi eve varacağım.
Bir yaşındaki torunumu kucağıma alacağım.
Bir de hanıma diyeceğim ki:
Şöyle güzel bir çay demle.
Bugün de böyle bitti, yarın bir olsun hele…”

Bir hanede 10 kişi yaşıyorlar ve bulduklarını yiyorlar.
Bizlerse yemek beğenmiyoruz.
Tabaklar gidiyor, tabaklar geliyor; ne yiyeceğimize karar veremiyoruz.
Esnaflık yapıyor, ne bulsa onu satıyor, sabahtan akşama kadar koşturup duruyor.
Bizlerse işlerimizi beğenmiyoruz, hep daha iyisini, daha kazançlısını, daha az zahmetlisini istiyoruz.
Bir oda bir salon evde yaşıyor, otobüs tepelerinde çileli yolculuklar yapıyor.
Bizlerse arabalarımızın modelini, evimizin yerini ve büyüklüğünü beğenmiyoruz.
Ailesinin reisi olmakla, torununun dedesi olmakla, helal lokma yemekle övünüyor.
Bizlerse makam beğenemiyoruz.
Acaba meclis üyesi mi olsam, belediye başkanı mı, milletvekili mi diye düşünüyoruz.
Bir dönem mi olsun, iki dönem mi, üç dönem mi diye hesap yapıyoruz.
Daha iyi yerlere kapak atmak, daha güzel şehirlere tayin olmak, daha forslu mevkilere ulaşmak için havada sekiz takla atıyor, haşmetli büyüklerin paçasından düşmüyoruz!

Bir hanede 10 kişi yaşıyorlar.
Yine de mutlular, her şeye rağmen hallerine şükrediyorlar.
Hırsızlığa, arsızlığa tevessül etmeden, kimseden himmet beklemeden, şekeri suya düşürmeden hayatlarını idame ettiriyorlar.
Bizler ise koca kâinatta tek başımızayız...
Burnumuzun ucunu dahi göremiyoruz!