ADAPAZARI’NIN GARİPLERİ, SELAHADDİN ŞİMŞEK’LER, SADIK CANLI’LAR

Ramazan ayının son Pazartesi günü, Sakarya Gazeteciler Birliği’nin Orman Park’taki iftarında, Zeki Aydıntepe’nin davetiyle aynı masayı paylaştığımız valimizi, rektörümüzü ve büyükşehir belediye başkanımızı Selahaddin Şimşek İftarı’na davet etmiştim.

 

Salı akşamı gelen bir haberle cumartesiye kalmadan tekrar Adapazarı yollarına düşmek gerekti. Sadık Canlı, Alem-i Cemale göçmüştü.

 

Erenler kabristanında Çarşamba öğle namazından sonra Sadık Ağabey’i sırlarken, aniden dökülen sağanak yağmurdan sığındığımız tentenin altında Rahmi Sak, Selahaddin Şimşek İftarı’nın Garipler İftarı ile aynı güne denk geldiğini söyledi. Ne diyeyim? “Ağabey, siz bu günü Fahri Tuna ile birlikte kararlaştırmadınız mı? Ne olacak şimdi? Vali Beyi, rektör beyi de davet ettik. Ne yapacağız?” dedim. Oruç kafa ikisinin de aklına gelmemiş bu, daha doğrusu Rahmi Ağabeyin gelmemiş, olmuş bir kere, çare yok. Biz, Çark Mesire’de diye sosyal medyadan duyuru da yapmışız. Kabristan dönüşü Fahri Tuna’nın arabasında, Engin Gündoğar’la Fahri Tuna’nın yoğun ısrarıyla, Selahaddin Şimşek İftarı ile Garipler İftarı’nın birleştirilmesine karar verdik. Oybirliği ile (!) Selahaddin Şimşek ayrı, garipler ayrı olamazdı. Biz de, diğer garipler olarak Garipler İftarı’nın misafiri olacaktık. Başka türlüsünü Selahaddin Şimşek kabul etmezdi!

 

Sadık Canlı’yı kaybedenler arasında en acılı dostlardan biri olan Tarık Pekerken’e taziye ziyaretinde, meşhur şekerci Mazlum’dan garipler için bayram şekeri kutularını da hazırlattık Selahaddin Şimşek adına. Necmeddin Şimşek de, evde yapılacak zerde sayısını arttırdı tabii.

 

Ertesi gün Perşembe, gazetede yazı günüm. Ne halim var yazmaya, ne aklımda bir hatıra. Sadece ayrılık, yalnızlık, terkedilmişlik duygusu. Artık, Yenicami’deki o Asmaaltı kahvesi değil sadece, o kahvenin kahramanları da yok. Yalnızlık dediğim bu. Yoksa, yalnız, Allah ile olmayandır. Fakat bunun yaşayan örnekleri yok artık. Ayrılık acısı bundan.

 

Mazlum’un üstünde Değişim Yayınları. İsmail Aydın da üzgün. “Sadık Ağabey” yazısını orada yazıyorum. Bir çırpıda, düşünmeden, derleyip toparlamadan.

 

Cumartesi bayram trafiğinden kilitlenen otobandan değil eski yoldan, yani Sapanca gölünün solundan geldim Adapazarı’na. Altı saate yakın sürdü yolculuk. Düşünmek ve hatırlamak için yeterli bir zaman. Adapazarı’nı, çocukluğumu, gençliğimi, Uzunçarşı’da çıraklık, Zafer Dergisi’nde ilk yazarlık, kalfalık günlerini, Yenicami’yi, Selahaddin Ağabey’i, Sadık Ağabey’i. Bir yaz akşamı, Metin’den dönüyoruz beyaz BMW’siyle Ali Cağaloğlu’nun. Aynı yol mu bu gittiğim? Lise biterken Royal’de, doğum günü herhalde Ayşe’nin, inek gelmiş yalamış pastanın üstünü, kırlarda gülüşmeleri arkadaşlarımın, Ayhan’ın, Fatma’nın... Kalın kadife bir pantolon var üstümde, kareli bir yün gömlek, fotoğrafı var, oradan biliyorum, zayıfım çok, incecik. Aşağı Dereköy’deki son durak, tek katlı evler, önünde kiraz, erik kasaları, yokuşun üstünde yeşil boyalı cami orada işte. Bir de havada, burası Sapanca havası, Adapazarı havası. Şehirleri binalarına bakmadan, gökyüzlerinden, havalarından tanırım. Fakat ne çok şey değişmiş. Ben de değişmişim. Gölün rengi, uysal yaz akşamı sükuneti aynı. Suyun sonsuzlukla akrabalığını söyleyip duruyor Sapanca, küçük dudak kıpırtıları gibi dalgalarla, bazen suya eğilen dalların, ayaklarını suya değdirerek uçan kuşların jestleri, mimikleriyle.

 

“Sadık Ağabey” yazısı sadece Net Gaste’de iki gün içinde üç bin kere okunmuş. Yeni Sakarya’nın sitesinde ne kadar okundu bilmiyorum. Benim yazım üç yüz kere, en fazla altı yüz kere okunur, o da dört günde, beş günde. Neden okundu bu kadar “Sadık Ağabey” yazısı? Soru olarak sormuyorum! Cevap olarak yazıyorum. Cevap: Yazar ya da yazı okunmaz, konu okunur. İnsan okunur. Okunan ben değildim, benim yazım değildi. İnsandı. Dr. Sadık Canlı’ydı. Suyun sonsuzlukla akrabalığı gibi, Sadık Canlı’nın şehirle, insanla kurduğu ölümsüz bağ, tıpkı Selahaddin Şimşek’in kurduğu bağ gibi. Ölümle kopmuyordu o bağ. Sonsuza bağlanıyordu. Ebediyetle düğümleniyordu. Boğazındaki düğüm de bunun işareti işte.

 

Garipler İftarı için Sait Tanış Kültür Merkezi’nin bahçesine girer girmez mutlu oldum. Belliydi gecenin güzel olacağı. Rektörümüz Muzaffer Elmas geldi önce, sonra Türk-İş Genel Başkanı Ergün Atalay. Başsavcımızın da bulunduğu masada, Türkiye Fırıncılar Odası Başkanı Halil İbrahim Balcı, Bizim Sakarya Gazetesi sahibi Adnan Yüksel de var. Valimiz Hüseyin Avni Coş da ezan okunmadan evvel gelip yerini aldı Zeki Aydıntepe’nin de olduğu masada.

Bizim masamızda, işadamı ağabeyimiz Nedim Paker var, Vedat Ünsal var, Büyükşehir’den Hasan Sayar var, Fevzi Günal var. Serhat Demirel var. Necmeddin Şimşek ve müzisyen oğlu Osman Şimşek de aynı  masada. “Aylak Adamın Günlüğü” yazarı Murat Beyaz da bizim masaya park ediyor.

 

Engin Gündoğar, Selahaddin Şimşek’in en dumanlı hatırası olarak her zamanki gibi bir paket Uzun Samsun sigarası da alıp gelmiş. Onun masasında Değişim Yayınları sahibi İsmail Aydın, şair, Prof. Dr. Yılmaz Güney, Fahri Tuna, Veysel Karafillik, Hakan Sezer, Rahmi Sak var.

 

İftardan sonra Şadi Tanış’ın yaptığı konuşmadan, yirmi iki yıldır devam eden Garipler İftarı’nı ilk defa deruhte eden, bu fikri ortaya atan ve hayata geçmesini sağlayan ismin de Selahaddin Şimşek olduğunu öğreniyoruz.

 

 

Vali Bey’den evvel, Fahri Tuna, Engin Gündoğar ve Zeki Aydıntepe merhum Selahaddin Şimşek ile ilgili düşüncelerini, hatıralarını paylaştılar. Bazen gülümsedik bazen hüzünlendik, onlar dostlarını, ağabeylerini anlatırlarken.

 

 

Vali Hüseyin Avni Coş gecenin sonunda hepimizi mutlu eden, son derece sıcak, samimi, hem Selahaddin Şimşek’i hem Dr. Sadık Canlı’yı rahmetle, saygıyla yad eden bir konuşma yaptı.  Kendinden önceki konuşmaları büyük bir ilgi ve dikkatle dinleyen Vali Hüseyin Avni Coş, “Böyle bir organizasyonun yapılması oldukça anlamlı. Garipler İftarı çok değerli bir organizasyon. Selahaddin Şimşek İftar’nın birlikte yapılması çok daha anlamlı ve güzel oldu. Zaten geleneği de rahmetli başlatmış. Gelecek yıllarda yapılacak buluşmalarda yine beraber olacağız. Selahaddin Şimşek’in adının ve hatırasının yaşatılması adına ne gerekiyorsa yapmaya hazırız. Selahaddin Şimşek’in de, Dr. Sadık Canlı’nın da adının yaşatılması son derece önemlidir.” derken hepimizi duygulandıracak kadar samimiydi.

 

Bendeniz de birkaç söz ettim. İstanbul ve Sakarya'da geçtiğimiz günlerde “Ş.” adına anma toplantıları düzenlendiğini, bu toplantılarda merhum sanatçının adını taşıyan bir kültür sanat ve düşünce derneği kurulmasına, “Ş.” adına uluslar arası ödüllü bir özdeyiş  yarışması açılmasına, Adapazarı Bulvar'da her yıl belirli bir günde farklı başlıklarda "Ş. Düşünce Yürüyüşü" yapılmasına ve her yıl Ramazan ayında bir iftar daveti düzenlenmesine karar verildiğini söyledim. Sakarya’nın Selahaddin Şimşek’e yeteri adar sahip çıkmamasını anlamanın mümkün olmadığını söyledim. Vali Beyden ve Rektörümüzden ricalarımız oldu. Dünyanın her şehri, küresel ölçekte rekabet halinde ve bu rekabette, sanatçılar, yazarlar, düşünce adamları, bilim adamları, onlara sahip çıkmak, şehirleri marka yapmanın en saygın ve en kesin yollarından biri, dedim. Kafka’nın küçücük odasına milyonlarca turist getiriyor Prag, “Ş.”nin nesi eksik, Adapazarı’nın nesi eksik, dedim. Öncelikle Sakarya Üniversitesi’nde bir “Selahaddin Şimşek Düşünce Enstitüsü” kurulması için destek istedim rektörümüzden.

 

Kurumları insanlar kurar ama kurumlar da insanı yaşatır çünkü. Neden Almanya’daki Goethe Enstitüsü gibi, Pasteur Enstitüsü gibi bizim de Selahaddin Şimşek enstitümüz olmasın? Alman mı olmak gerekiyor? Mikrobu bulmak mı gerekiyor? Selahaddin Ağabey, Pastör’den daha mı az hastalıkla mücadele etti?

 

Valimiz kadar rektörümüz de gecenin devamında hem Selahaddin Şimşek adına bir bölüm ya da enstitü  açılması hem de Dr. Sadık Canlı’nın adının Tıp Fakülte’sinde yaşatılması için elinden geleni yapmaya hazır olduğunu söyleyerek hepimizi sevindirdi. Bayramdan hemen sonra Zeki Aydıntepe başkanlığında bir heyet, Rahmi Sak ve Fahri Tuna’nın da içinde bulunduğu bir gurup Necmeddin Şimşek’ I de alarak Rektörümüzle bu konuda bir toplantı yapacak.

 

Türk-İş Genel Başkanımız Ergün Atalay’ın da bütün bu gelişmeler için son derece mutlu olduğunu ve ne gerekiyorsa yapılması konusunda bir ağabey olarak son derece heyecanla katkıda bulunacağını ifade ettiğini de söylemek boynumuzun borcu.

 

Velhasıl, Engin Gündoğar’ın “Garip kelimesinin bir anlamı da dokunaklı demektir. Ş.’nin özdeyişleri de son derece dokunaklıydı.” demesi boşuna değil. Selahaddin Şimşek’in, yirmi iki sene evvel Garipler İftarı başlatması boşuna değil. Ş.yi andığımız iftarın garip bir unutkanlık neticesi Garipler İftarı’na denk gelmesi boşuna değil. Hatta Dr. Sadık Canlı’nın garip ve dokunaklı hayatının sonunda ahirete seyahatinin de bu garip iftardan önceye denk gelmesi de boşuna değil.

 

Garipler İftarı’nda Selahaddin Şimşek dostlarını sofralarına misafir eden “Garip”ler kimlerse onlara, katılanlara, sayın valimizden başlayarak orada bulunan herkese teşekkür ediyorum.

 

İftarımıza katılamayan Büyükşehir Belediye Başkanımız Zeki Toçoğlu’ndan da, hem bir dahaki iftarda mutlaka aramızda bulunmasını, arkadaşı ve dostu Selahaddin Şimşek için yapılacak etkinliklerde de ev sahibi olmasını rica ediyorum.

 

Bir teşekkür de, Garipler İftarı’nda, Selahadin Şimşek’in ailesi tarafından rahmetlinin çok sevdiği zerde ikramı için. Necmeddin Şimşek’in eşi Fetiye Hanım’ın pişirdiği o altın sarısı zerdede sadece yapanın elinin tadı değil, “Ş.”nin, kimse yemediği için artık yapılmayacak diye bir tatlıya bile üzülen büyük gönlünün rızası da vardı.

 

O rıza lezzetini, Garipler İftarı’nda bölüştüğümüz bir vefa zerdesinde, bütün ruhumuzla duyduk.

 

Adapazarı’nın garipleri, Selahaddin Şimşek’ler, Sadık Canlı’lar, iyi ki varsınız. Siz olmasanız, kırık gönüller tamir olur muydu, sofralar bayram sofraları olur muydu?