Adapazarı İmam Hatip’in Üç Hâfız Öğretmenini de Ötelere Yolcu Ettik
Üç kişiydiler. Üç hâfızdılar. Üç de Kur’an öğretmeni.
Üçü de gözlüklüydüler. Üçü de ciddiydiler. Üçü de mesleklerine âşık.
Üçü de binlerce öğrenci yetiştirdiler. 
Ve kısa aralıklarla üçü de ötelere uğurlandılar.
Kimdi bu üç kişi. Üç öğretmen? Üç rehber?
-Ölüm sırasına göre- Hâfız Mustafa Karabulut, Hâfız Sadettin Kolbasar, Hâfız Kemâl Arif Veli.
İlki disiplindi, ikincisi akıl, üçüncüsü ciddiyet.
İlki bir yıl, ikincisi iki yıl, üçüncüsü de bir yıl; Adapazarı İmam Hatip Lisesi’nde 1974-78 arası toplam dört yıl Kur’an-ı Kerim dersimize girdiler.
İlkinin lakabı ‘Kara bulut’, ikincisinin ‘Çatlak’, üçüncüsünün ‘Saatçi’ydi. Malum öğrenci milleti bu, bir özelliğinizi alır bulur öne çıkartır, ölene değin - ne ölene değin, öldükten sonra bile - lakap olarak yaşatır.
70 PARASIZ YATILI, 330 PARALI YATILI GERİSİ GÜNDÜZLÜ 900 ÖĞRENCİYDİK
Okulumuz, sınav kazanarak gelmiş benim gibi 70’i parasız yatılı, 330’u paralı yatılı gerisi de gündüzlü öğrenci, toplamda 900 kadar öğrenciydi 1970’lerde.
Müdürümüz Şener Şentürk’tü o yıllarda. Dediğim gibi, biz 70 kadar parasız yatılıydık. Sınavla kazanıp gelmiştik. Bizim velimiz müdürümüzdü. (Müdürümüz yatılı öğrenci sorumluğunu, yardımcısı Ali Gezici üzerinden yerine getiriyordu.) Lakabı ‘müdür’dü. Bunu resmi sıfat saymayın. Müdür sıfatı mesafeli, bürokrat, bizden uzak, resmi adam manasınaydı. 
Başmuavinimiz (sonraları müdür başyardımcısı denir olmuştu) Yüksel Yılmazer’di. İri kıyım kallavi bir vücut sert yüz hatları ile Sapancalı Mohti Laz bir büyüğümüz. Babacan, sevecen, tatlı sert, ciddiyeti altında tebessüm eden bir yüz; öyle bir karakter. Lakabı ‘Danyal Topatan.’ O dönemin Yeşilçam’da en tanınmış karakter oyuncusundan almıştı lakabını. Neden bilinmez. 
RENGÂRENK BİR ÖĞRETMENLER ODASI
Kur’an-ı Kerim’ciler: Öncelikle üç hâfız: Bilecikli bizim Manav Mustafa Karabulut. Hendekli (aslen Trabzonlu) Sadettin Kolbasar ve Sapancalı, Mısır’da el-Ezher Şeriat Fakültesi mezunu olduğu söylenen Kemal Arif Veli. (bu satırları yazdığım gün Sapanca’da toprağa verildi.) 
Arapça’ya Numan Yazıcı (‘Tavil Numan’) geliyordu. Hitabet’e Şükrü Şükür (‘Şakır Şukur’), Hadis’e Sefer Özpilavcı (‘Pilavcı Sefer’), Edebiyata ilk iki sene Kemal Özdemir (‘Kof Kemal’), bir sene Mehmet Bozoğlu (‘Olasılık Memet’), bir sene de Yusuf Şahin (‘Diriliş Yusuf’), Tarih’e iki sene Hayati Eşme (‘Kel Hayati’), iki sene Vasıf Bey (‘Kıl Vasıf’), Coğrafyaya Fuat Papuççu (‘Papuççu Fuat’), Matematiğe ilk sene Cavit Atsız (‘Ufaklık’) sonraki iki sene Ali Gezici (‘Boyunbüken Ali’-son sınıfta Matematik yoktu bu arada), Biyolojiye Gülşen Sarıöz (‘Sarıkız Gülşen’), Kimyaya Sezai Altun (‘Evlat Sezai’), Fiziğe Fahrettin Kurt (‘Kuşbeyinli’), Yabancı dile Fransızcaya Betül Önuçak, bizim Almanca’ya İhsan Uzungüngör (‘Her Derde Deva İhsan’) geliyordu. Tefsire ise hayatımın en unutulmaz ve örnek öğretmeni, zamanın Sakarya Müftüsü, Cennetmekân İbrahim Çelik Hocaefendi girmişti. 
‘Pehlivan Rüştü’ (Çilhoroz), ‘Kovboy İsmail’ (Püsküllü), ‘Esmeray Zekeriya’ (Kurt), ‘Buzdolabı Ahmet Yaşar’ (İpek), ‘Taşçı Hasan’ (Taş) biz son sınıfa başlarken, yeni gelmişlerdi okulumuza. Çömez öğretmen olduklarından alt sınıflara gidiyorlardı.
Rengârenk bir öğretmenler odası vardı okulumuzda. Kaliteli idealist çalışkan ve özellikli bir kadro. Kişilikleri giyim kuşamları tavırları ve lakaplarıyla rengârenk gerçekten de.
DERSTE ŞEKER, TENEFFÜSTE KARA KASIRGA: MUSTAFA KARABULUT
Hayatta beni en şaşırtan öğretmenlerimizden birisi Mustafa Karabulut’tur gerçekten. Osmanlı’nın ilk başkenti Bilecik’ten gelmişti. Yerli Türk yani Manav’dı bizler gibi.  624 yıllık cihan devletine adını veren Kara Osman’ın hemşerisiydi. Bu karayağız hocamız disiplin kurulu başkanıydı. Disiplin kurulu başkanı olduğundan mı çok adam döverdi, yoksa çok adam dövdüğünden mi disiplin kurulu başkanı yapılmıştı, orasını 40 yıl sonra bile hâlâ çözemedik. 
Derste şeker gibi bal gibi hocaydı. Şakalar yapar güldürürdü de. Ayetlere sık sık mana verir, bazen bir ayetten yola çıkarak günümüze genelleme yapar; neredeyse dersin tamamı vaaz boyutunda geçer giderdi.  Neşeliyse ‘pehlivan’ veya ‘mücahit’ diye hitap ederdi öğrencilerine. 
Ama teneffüs zili çalıp kapıdan koridora çıktığı andan itibaren inzibat zabiti Mustafa’ya dönüşür, kara kasırga olur, hemen hepimiz onu görür görmez titremeye başlardık. İki öğrenciyi azıcık itişir kakışır görse, bir güzel pataklardı hemen oracıkta. 24 yaşında evli, sakalları çıkmış, bir köyde imamlık yapan ve okula motorsikletiyle gelip giden son sınıftan bir ağabeyimizi bahçede elinde sopayla nasıl patakladığını - kırk beş sene sonra bile - hâlâ dün gibi hatırlarım. En acısı bunu da İslâm adına, din adına, Müslümanlık adına yapardı Mustafa Hoca. Mustafa Hocalar diyelim. O zamanın hâfızlığı ve öğretmenliği böyleydi maalesef.  Allah rahmet eylesin, taksiratını affetsin.
SADETTİN HOCA KUR’AN OKURKEN DUVARLAR TİTRERDİ ADETA
İkinci hâfızımız zeki, gözlüklerinin arkasından zekâ fışkıran bakışları, ufak tefek ama kararlı cesur ağırbaşlı akil bir öğretmen olan Sadettin Kolbasar’dı.
Çok güzel Kur’an okurdu. Arkadaşlarımıza derste Kur’an-ı Kerim’i yüzünden ta’lim ettirirken - hepimizin kulağında doğru örnek kalsın diye olmalı - yüksek sesle ayetleri tekrarlardı. Doyulmazdı o anlara.
O 1.55-1.60 boylarında ufak tefek adamdan korkunç güçlü bir ses çıkardı. İmam-Hatip’in 35 santim kalınlığındaki yığma taş duvarları da engel olamaz, ses komşu sınıflara da taşar, orada ders yapan hocalarımız da ‘Sadettin Bey coştu yine’ diye söylenirlerdi.
Sanki o güzel anlarda duvarlar titrerdi. Lakabının ‘çatlak’ olduğunu bildiğimiz için ben acizane ‘güçlü sesiyle duvarları çatlattığından bu lakap verilmiş olabilir mi acaba hocamıza’ diye düşünürdüm.
Bir de sık sık öğrenciler ‘çat-laaggg’ şeklinde galgale temrini yaparlardı teneffüslerde. Hâlâ da yaparız.
Çok sonraları öğrendim işin aslını; Sadettin Kolbasar Hocamız, meslektaşı olan hafızlara kızdığı zaman ‘küllü hafizun çatlakun vel-patlakun’ dermiş. Yani ‘bütün hâfızlar çatlak ve patlaktır’ manasında. ‘Çatlak’ lakabını sık sık meslektaşlarına ‘çatlak’ dediği için almış meğer.
KÜTÜPHANELERİMİZİN TEMELİNİ SADETTİN HOCA ATTI
On beş, on altı yaşlarındayız. İmam-Hatipliyiz. Yani Türkiye’nin zencileriyiz. Yani ya köy çocuklarıyız ya kenar mahalle. İşadamı memur bürokrat çocuğu ara ki hak getire. Evlerimizde bırakın kütüphaneyi mushaf dışında kitaba rastlanması nadirattan.
İşte o kitap kuraklığının hüküm sürdüğü günlerde Sadettin Kolbasar Hocamız, nasıl nereden temin ettiğini bilemediğimiz şekilde biz yatılılara nöbetçi olduğu akşamlarda kitaplar getirir, yanlış hatırlamıyorsam yüzde 40-50 indirimle, yani maliyetine kitap edinmemize zemin hazırlardı.
Çoğunlukla Bahar Yayınevi kitaplarıydı bunlar. Öyle kalmış hafızamda kırk beş sene sonra.
Şunu demek mümkün: Bugün her birimizin bin-iki bin kitaplık birer kütüphanemiz varsa, ki var, bunu en başta Sadettin Kolbasar ve Numan Yazıcı hocalarımızın yönlendirmelerine borçluyuz. 
Dolayısıyla okuma alışkanlığımızı da. 
Binlerce gence Kur’an-ı Kerim’i öğreten sevgili hocamız Sadetttin Kolbasar’ı, 23 Ekim 2019 Çarşamba günü Adapazarı Yeni Camii’nde kılınan cenaze namazının ardından ötelere, çok sevdiği Rabbine uğurladık.
‘VE TELEGGA EDEME’ DİYE ORTALIĞI İNLETEN GÜZEL SESLİ HÂFIZ: KEMAL ARİF VELİ
Kur’an-ı Kerim dersimize başka bir sene giren üçüncü hâfızımız ise ince yapılı orta boylu ince yüzlü hafif belirgin çeneli zeki ama ciddi bakışlı Kemal Arif Veli Hocamızdı.
Mısır’da El-Ezher Şeriat Fakültesi mezunu olduğu konuşulurdu öğrenciler arasında. Telaffuzu, okuyuşu müthişti. Hayran hayran dinlerdik o okurken. Arap makamına çalardı sanki kıraatı. 
Bir gün derste örnek olarak Kur’an’dan ‘ve telegga’ diye bir ibareyi dört defa tekrarlamış, ortalık adeta ‘ve telaggaaaa edeme’ diye inlemişti. Bütün öğrencilerin zihninde bu olay hatıra olarak kaldığından ne zaman Kemal Arif Veli Hoca’dan söz açılsa o gün derste olan arkadaşlar ‘ve teleggaaaa’ diye başlarlar söze hemen.
Bir de saat tamir ederdi derslerde. Zevkiydi herhalde. Yahu zenaatı. Bir yandan ezberleri dinler, bir yandan da saat tamir ederdi. ‘Saatçi’ lakabını bu özelliğinden almıştı güzel hocamız. Ama yüzünden hep o ciddi hâli eksik olmazdı. Ciddiyet timsaliydi.
27 Ekim 2019 Pazar Günü, Kemal Arif Veli Hocamızı da sevdiği Rahman’ının rahmetine uğurladık.
Üç hocamıza, vefat eden tüm hocalarımıza da Fatihalar gönderiyoruz. Mekânları Cennet olsun inşallah. Hayattakilere Allah selamet afiyet sıhhat ve bereketli ömür versin.