Soma… Acının başkenti. Çaresizliğin merkezi. Umudun her geçen saniye kum saati gibi tükendiği diyar oldu. Milyonlarca insanın ruhuna, duasına, gözyaşına ev sahipliği yapan yerin adını sahiplendi.
Hiç kimse, yakınlarının ciğer sızısını hissedemez ama yürekleri sızlayan, dualarını gönderirken birkaç damla gözyaşı dökenlerden Allah razı olsun… Süslü püslü laflar ile acıyı söndüremem. Zaten acıyı hiçbir şey söndüremez bu saatten sonra… Çok kızdığımız sürekli reyting peşinde koştuğunu söylediğimiz medya hiç abartmadan tüm gerçekliği yüzümüze çarpıyor işte.
Aslında yine güvenmem ben televizyon programlarına. Lakin bu sefer abartılacak bir hikâye yok ortada. Acının en üst raddesindeyiz ülke olarak… Dilimize aşina olmuş ama anlamını unuttuğumuz cümleyi ben, “düşünerek” yazıyorum sizde öyle okuyun lütfen. “Bıçak kemiğe dayandığı yerde”… Ve canımız çok yanıyor…
Ben yazımı yazarken şehit sayısı 283 idi. Artmasından korkuluyorduk maalesef. Kaç kişinin ciğeri yanacak ve büyüklerimiz çare bulamayacak acaba? Ölümün çaresi yoktur ama bazı sözler, eş-oğul-baba acısının üstüne çok ağır geliyordur herhalde…
Ne koltuklarda oturan büyüklerimiz ne de halkımız acıyı yaşamayı, yaşayana destek olmayı bilmiyormuş maalesef. İçinizden sen ne taraftasın belli et diyenler olabilir, size yemin ederim ben yetim, eşsiz veya oğulsuz kalanların yanındayım başka tarafım olmadı olmayacak inşallah.
“Bu işin fıtratında kaza var” demeci veya geçmiş yıllardaki felaketlerden örnek vermek kaç kişinin yüreğindeki acıyı azaltır veya artırır? Belki medya mensuplarının soruları veya bir süre taraflı düşüneyim, soru değil oyunuyla diyelim verilmiş cevaplar, lakin Başbakan’ın bu oyuna düşmesi hiç yakışmadı kendisine…
Ama acının yaşandığı yerde binlerce kişinin sadece yakınlarından haber beklerken, halkın “Başbakan’ı sloganlar ile istifaya davet etmesi” şu anda ne işe yarayacak? Şehit sayısını mı azaltacak, bu kâbustan mı kaldıracak? Sorumluların hesabını verilmesi şart ama yeri ve zamanı gelince…
Destek olmak şu an da herkesin görevi. Bir olmalı, en sevmediğin zatla bile, canı yanan kişiyi yerden kaldırarak dik tutmalıyız. Gazeteci Cüneyt Özdemir bir yayınında adeta yalvardı. Gelen siyasi yetkililer, olay yerine (kurtarma yeri)  gitmesin diye. Çünkü korumaları ve güvenlik güçleri yüzünden bütün işler aksıyor. Bu durumda bile yalnız gidememek sadece siyasetçinin değil halkında suçu maalesef. Gelen kim olursa olsun bugün susmanın acıyı paylaşma zamanı… Nefretimizi, şehitlerimiz uğruna bastırsak bari…
Gözü yaşlı, umudu her geçen saniye azalan insanlara destek olma zamanı, makam mevki, görüş ayırt etmeden. Ellerimizle gözyaşlarını silmeliyiz, omuzlarına dokunmalıyız, Bir bardak su içirmeliyiz. Anılarını dinlemeliyiz. Fatiha’lar, Yasin-i Şerif’ler okunmalı… Gücümüz yettiğince, elimizden ne gerekiyorsa sadece destek olmalıyız.
Biz, bizden olmayanı eleştirelim, yuhalayalım diye can vermedi “Soma Şehitleri”. Bunu kurtulanların her davranışından anlayabiliriz. Sedye kirlenmesin diye çizmesini çıkarmak isteyen kişiyi, kendisi yerine eşi hamile olan arkadaşının kurtarılması için yalvaran madenci için, kimin hangi koltukta oturduğunun önemi yok, sadece helal lokma peşindeler…
Bizim elimizde lüks telefonlar varken, üstü bizimkinden eski diye küçümsediğimiz, kömürün karası, kaderine bulaştı diye yadırgayan gözlerle baktığımız insanların üzerinden bir şeyler koparmak hiç adil gelmiyor bana, acının en derinlerde yaşandığı anlarda el ele vererek acıyı milyonlarca kişiyle paylaşmak en doğrusu…
Hesap sormak mı? Sular çekilsin, gözyaşları dinsin, unutulmayacak ama yüreğin yangınları yaşatacak duruma gelsin işte o zaman hesap elbet sorulacak. İnsanoğlu sormazsa Allah (c.c.) adaletin en mükemmelini bizlere yaşatacak zaten… Adaletin yaşanmasını istiyoruz ama biz adaleti sağlayacak mıyız eki? Babaları öldüğü diye galeyana geliriz, hatta koltuğun sahibini de değiştiririz belki ama çocuklarına tebessüm etsin diye yeni elbise alacak mıyız yoksa beğenmediğimiz elbiseleri mi vereceğiz?  Allah’a(c.c.) emanet olun…